AK Partili Kürtlerin kalbi kırıldı

AK Partili Kürtlerin kalbi kırıldı
HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, referandum sonrası gelişmeler, Kerkük’ün yapısı,

Kerkük’ün Irak Merkezi Yönetiminin eline geçmesiyle birlikte Ortadoğu’da değişen dengeler ve Kürt sorununun çözümüne dair önemli açıklamalarda bulundu.

HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ile referandum sonrası Kerkük’te oluşan tabloyu ve Kerkük’ün yapısını konuştuk.

Kerkük meselesine gelmeden önce bu sürecin fitilini ateşleyen referanduma ilişkin görüşlerinizi kısaca alabilir miyiz?

Kürtlerin ittifakı mümkün değildi

Öncelikle bu referandumun yapılmasını isteyenler ve yapılmasını istemeyenler vardı. Yapılmasını isteyenler kim, başta Sayın Mesut Barzani ve partisi. Yapılmasını istemeyenler İran’la birlikte hareket eden Talabani, Goran ve onların kendi içindeki fraksiyonlar, Komala İslami partisi, PKK, DBP; bunlar referandumun yapılmasını istemediler. Tabii, Kürt siyasetinin dışında da İsrail’in haricinde herkes buna karşı çıktı. Amerika, Rusya, Suriye, İran, Irak, Türkiye ve Türkiye’deki bütün partiler bu referanduma karşı çıktılar. Tabii ki, herkesin kendine göre bir gerekçesi vardı. Kürt siyasetinin ise gerekçesi şuydu: Kürdistan’da parlamento iki yıldır kapalı, parlamento Başkanı Erbil’e gidemiyor, Kürtler arasında bir ittifak yok, Sayın Mesut Barzani 9 sene Erbil’den Süleymaniye’ye gitmemiş veya gidememiş, PKK ile Şengal’de sorunlar var, vs. birçok sorun… Dolayısıyla bu referanduma karşı çıkanlar şöyle dediler: Önce Kürtlerin kendi arasında bir birlikteliği olsun, parlamento çalıştırılsın, kendi içimizdeki sorunlar bir çözüme doğru yol alsın ve ondan sonra biz karar verelim. Tabii tarafları böyle dinlediğiniz vakit bunların birçoğunda haklılık payı var ama bir de bir realite var, Kürtler arasında bugün itibariyle bir ittifak mümkün değil. Niye mümkün değil o başka bir tartışmanın konusu. Ayrıca ben olmasını isteyenlerden biriyim ama şuan için PKK’nin, Barzani’nin, Talabani’nin yan yana oturup da bir proje üzerinde ittifak etmeleri mümkün değil.

‘Barzani bunu bir çıkış olarak gördü ama evdeki hesap çarşıya uymadı!’

Mesut Barzani bunu bir çıkış olarak gördü. Yani, ben bu hamleyi yaparsam, bir emr-i vaki ile Kürtleri etrafımda birleştirmiş olurum. Buna da Avrupa, Amerika hayır diyorsa bile fazla ses çıkarmaz, hatta Türkiye bile yaptığımız petrol anlaşmalarından ve ticari ilişkilerden dolayı el altından destek verir. Evdeki hesap çarşıya uymadı! Yani, hem Kürtler böyle bir birlikteliğe girmediler; referandum gecesi kısmen bu sağlanmış olmasına rağmen, referandumdan hemen sonra Talabani’nin oğlu, eşi –şuan ortaya çıktığı gibi- Bağdat’la, Haşdi Şabi’yle, İran’la ciddi anlaşmalar yapmışlar. Hatta ne derece doğru bilmiyorum, suçlanan Talabani’nin oğlu şuan şunu söylüyor; beni hedefe koydunuz ama benim yaptığım anlaşmanın altında bizim partinin diğer kanatları dahil, PKK’de dahil 38 tane imza var. Tabii bu iddianın doğru mu yalan mı olduğunu bilmiyoruz.  Özetle; bunlar hesaplandı ama Kürtlerin kendi içindeki sorunlardan dolayı, Avrupa’nın, Amerika’nın tavrından dolayı ve Türkiye Cumhuriyetinin beklenenin çok üzerinde tepkisinden dolayı maalesef sonuca gidemedi. Ben referandumu destekleyenlerdenim. Referandum günü de ben Kerkük’teydim, Erbil’deydim, Revanduz’daydım, Soran’daydım, Harir’deydim. Ben bütün bunları bilerek referandumu destekleyenlerdendim ama sonuçta böyle bir netice ortaya çıktı.

Referandum sonrası gelişmeler ortada ancak şunu sormak istiyorum, referandum yapılmamış olsaydı da İran Haşdi Şabi üzerinden yine Kerkük’e müdahalede bulunmaz mıydı?

 

 

‘Referandum olmasa bile Haşdi Şabi, İran ve Irak rejimi yine Kerkük’e girecekti’

Bana göre İran yine Kerkük’e müdahale ederdi. Zaten bütün bu eksiklikleri, yanlışlıkları, problemleri bilmeme rağmen yine referandumu desteklememin sebebi de budur. Bana göre bu referandum olmasa bile Haşdi Şabi, İran ve Irak rejimi yine Kerkük’e girecekti. Şimdi bazıları diyor ki, efendim bunlar bunlar olmasaydı bunlar bunlar olmazdı. Hayır, öyle değil! Bakın şu an İran, Irak, Haşdi Şabi, Beşar Esad rejimi, hatta Lübnan’daki Hizbullah Suriye’de bile birlikte hareket edecekler ve zaten ediyorlar. Yeni Suriye’nin oluşmasında da yine bunların kendi politikaları ne ise o politikayı uygulayacaklar, siz ne yaparsanız yapın.

Kerkük’ün yapısıyla ilgili neler söylersiniz, Kerkük kimin yurdu?

‘70 senede Kerkük’e bir sefer gitme fırsatı bulmadın mı?’

Maalesef Türkiye’deki bu tartışmaların en kötü yanı insanların bilgi sahibi olmadan cahilce bir tartışma yürütmesidir. En fazla, ‘Kerkük Türk’tür Türk kalacak’ diyen Devlet Bahçeli, 70 yaşındadır ama daha Kerkük’e bir defa gitmemiş. Ya 70 senede Kerkük’e bir sefer gitme fırsatı bulmadın mı? Başbakan Yardımcısıydın Ecevit zamanında bari o zaman gitseydin. Kerkük kimin şehri? Kerkük Kürtlerin de şehri, Türkmenlerin de şehri, Arapların da şehri. Yani şöyle demek gibi: Mardin kimin şehri, Siirt kimin şehri, Antakya kimin şehri, İstanbul kimin şehri, Halep kimin şehri? Bunu şunun için söylüyorum; Musul şehrini örnek alalım veya Mardin, Siirt ya da Antakya’yı ele alalım. Bu şehirlerde baskın olarak konuşulan dil Arapça; Antakya’da da Siirt’te de Mardin’de de Musul’da da. Ama şehrin duvarlarının hemen dışında konuşulan dil, Antakya’da Türkçe, Siirt, Mardin, Musul’da Kürtçedir. Türkmenler var Telafer’de, yani bu coğrafyada hepsi içiçe. Ve zaman içinde ise karşıdaki köyden, öbür taraftaki Oba’dan veya arkadaki dağdan Kürtler, Türkmenler, Mardin’e de gelmiş, Musul’a da gelmiş, Antakya’ya da gelmiş ve şu an oralar öyle bir hal almış ki, herkes içiçe geçmiş. Şu an İstanbul’un 15 milyon resmi nüfusu var, bunun ne kadarı Kürt ne kadarı Gürcü ne kadarı Arnavut ne kadarı Boşnak? Efendim, İstanbul Türk şehri, 1453’ten önce de bu şehir Bizanslılarındı. Ondan bin sene evvel bilmem kimindi. Bunun tapu kaydıyla, tarihiyle bir yere varamazsınız. Kerkük’te de böyledir. Kerkük’ün Kaleiçi dediğimiz şehir merkezinde yüzyıllar boyunca egemen dil Türkçe olmuş, kültürel olarak ama Kerkük’ün hemen yanındaki dağın, tepenin etrafındaki yüzlerce köy bunlar Kürt veya Güneyinde Araplar var. Zaman içinde de elli, yüz, iki yüz yıl içinde bunlar gelmişler şehir içinde kaynaşmışlar. Şu an resmi, objektif rakamlara göre Kerkük şehrinin yüzde 20 - 22’si Türkmen, yüzde 18 - 20’si Arap, Süryani, Keldani,  yüzde 60’ı ise Kürt’tür. Farz edelim ki, yüzde 10 Arap olsun, yüzde 60’ı Türkmen olsun ve Kürtler daha az olsun. Peki, bu durumda azınlıkta olanların hiçbir hakkı yok mu? Ya da bunların hepsini şehrin dışına mı atacaksınız? Mardin, Siirt’te Kürt Arap karışık olmuş, Antakya’da Türk Arap karışık olmuş. Halep’te Türkmen, Kürt, Arap iç içe girmiş. Adana’nın, Mersin’in yüzde 25’i Kürt olmuş.  Peki, buraya gelen Kürtleri tekrar Hakkâri’ye mi yollayacaksınız, nereye yollayacaksınız? Dolayısıyla biz şunu söylüyoruz; Ortadoğu’da etnik temele, ırka dayalı, dile dayalı, hatta ve hatta dine dayalı idareler mümkün değil. Mutlaka çoğulculuk olması lazım, demokratik olması lazım ve kolektif olması lazım. Yani, birlikte bir yaşam olması lazım. Kerkük’ün de durumu budur.

Kerkük’ün siyasal yapısını biraz açar mısınız, Kerkük’teki Türkmenlerin,  Irak Kürt Bölgesel Yönetimine bağlı oldukları süre içindeki siyasal hakları ne düzeyde idi?

‘Kerkük’teki Türkmenlerin hakları Türkiye’deki Kürtlerden çok daha fazladır’

Şöyle diyeyim; şu an Kürdistan Bölgesel Yönetiminin içinde yaşayan Türkmenlerin hakkı Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürtlerden çok daha fazladır. Birincisi, Türkmence orada ikinci resmi dildir. İlkokuldan lise sona kadar Türkçe eğitim veren okullar var. Ben gittim ve kendi gözümle gördüm, Kerkük’ün içinde daha 20 gün önce okulun tabelasında Namık Kemal ilkokulu yazıyordu. Radyoları, Televizyonları, gazeteleri, partileri, siyasi partilerde temsiliyetleri, bunların hepsinde de Türkiye’deki Kürtlerden çok daha fazladır. Bunlar yeterli mi, bana göre yeterli değil ve daha fazlasının olması lazım. Peki, siyasette, iktidarda yeterince bir temsiliyetleri var mı maalesef Ortadoğu’nun hiçbir yerinde ve Türkiye de dahil böyle bir çoğulculuk yok. Gücü eline geçiren herkes bütün yönetimi kendi belirliyor. Mesela Erbil’de bütün idarecileri Barzani belirliyor, Süleymaniye’de ise Talabani belirliyordu. Onun Peşmergesi, polisi ayrı diğerinin Peşmergesi, polisi ayrı. Türkiye’de bile şuan 81 tane Valimiz var ve benim bildiğim Alevi bir Valimiz yok. İki yüz civarında rektörümüz var, bildiğim kadarıyla hiçbiri Alevi değil. Veya emniyet müdürlerinde de durum bundan farklı değil. Dolayısıyla bu Ortadoğu’da bu durum Türkmenlerle da alakalı değil, Türklük ya da Araplıkla da alakalı değil. Gücü eline geçiren idareyi de kendi adamlarından oluşturuyor. Dolayısıyla Kerkük’teki Türkmenlerin de dört dörtlük, sorunsuz ve ideal bir temsiliyet içinde olduğunu söyleyemeyiz.

İran, Haşdi Şabi eliyle ve Irak merkezi hükümeti üzerindeki nüfuzu ile Ortadoğu’da kendi etkinlik alanını arttırmanın peşinde ve Kerkük’e müdahalesinin gerisinde de bu var ancak İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlamaya çalışan başta ABD olmak üzere uluslararası güçler bu duruma neden sessiz kaldılar ya da İran’a bir alan mı açıldı, durum nedir?

‘Uluslararası güçler kontrol edilebilir kaos siyaseti izlerler’

Uluslararası güçlerin genel taktiği “Böl, parçala, yönet”tir. Bu onların klasik bir taktiğidir ve hiç kimsenin Ortadoğu’da çok fazla güçlenmesini istemezler. İran çok güçlenirse taktik olarak onu zayıflatmak için Türkiye’nin güçlenmesini isterler. Türkiye fazla ileri giderse bu durumu İran ile Suudi Arabistan veya Mısır’la dengelemeye çalışırlar. İsrail’deki Filistin politikası bile böyledir.  Bir dönem Hamas’a göz yumar, bir dönem Filistin Kurtuluş Örgütünü destekler. Yani, tahterevalli misali bir dengeleme politikası uygular. Sünni ağırlıklı bir Ortadoğu’da uluslararası güçler İran’ın bir müddet ve bir yere kadar ilerlemesine göz yumdu. Bu da İran’ı, Şiileri çok sevdiklerinden değil. Yarın İran daha etkili olmaya başlarsa bu sefer de onu frenlemek için başka bir şey yapar. Ama temel politikası böl, parçala yönet ve dengede tut. Yani, uluslararası güçler kontrol edilebilir kaos siyaseti izlerler. Şu anda da İran Ortadoğu’da bayağı etkin bir durumdadır. Lübnan, Suriye, Irak, Kürdistan’ın yarısı; Talabani, Goran ve hatta PKK de yakın zamana kadar bu ittifakın içindeydi. Nurettin Demirtaş’ın gazetede birkaç tane yazısı yayınlandı. Nurettin Demirtaş, bu yazılarında ısrarla Kürt-Şii ittifakını açıkça savundu. Ama bugün ne olur; Rojava’da Amerika ile birlikte bir ittifak var. Bu ittifak nereye kadar gider? Yarın Amerikan ittifakı mı İran ittifakı mı nihai noktada etkili olur, bu yarının konusudur. Ama sonuçta İran Kürt siyasetinde Türkiye’den daha çok etkili. Yani, hem Türkiye içinde PKK ile olan bağlantıları itibariyle söylüyorum hem de Rojava ve Irak Kürdistan’ında daha etkilidir. Artı, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de etkilidir. Yemen şu an fiilen ikiye bölünmüş durumdadır.

‘İki halkın kaderi birbirine bağlanmış durumdadır’

Hem Kürtler hem de Türkiye Cumhuriyeti açısından özellikle altını çizmek istediğim bir husus var ki, o da şudur: Bu iki halkın kaderi birbirine bağlanmış durumdadır. Niye bağlanmış, ne zaman bağlanmış, kim bağlamış bunları bir tarafa bırakıyorum ama Ortadoğu’da Türkiye Cumhuriyeti Kürlerle anlaşmadan, Kürtleri yanına almadan, alamadan asla bir güç olamayacaktır. Suriye’de, Irak’ta, Suudi Arabistan’da, Lübnan’da, Mısır’da neyse… Türkiye Cumhuriyeti ne Kafkaslarda ne de Balkanlarda ne Ortadoğu’da Kürtlerle sorunlarını çözmeden ve Kürtleri yanına almadan, bir demokratik cumhuriyette dost ve kardeşlik temelinde eşit vatandaş hukukunu oluşturmadan Türkiye Cumhuriyeti patinaj yapmaktan kurtulamayacaktır. İkincisi, Kürtler de Türkiye Cumhuriyeti ile anlaşmadan veya tersinden söyleyeyim; Türkiye ile savaşarak yola devam ederlerse onlar da asla bir neticeye varamayacaklardır. Bunu Türkiye siyaseti için de Kürt siyaseti için de söylüyorum, Suriye ve Irak için de söylüyorum. Yani, Kürtlerin de Türklerin de karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşmaktan başka bir yolları yok! Rojava’da da eğer bir şey olacaksa Türkiye’nin rızası olmadan olmayacaktır. Yani, Amerika geldi bana 4 bin tır silah verdi, ben Türkiye’ye rağmen burada bir şey yaparım, bunu ben mümkün görmüyorum. Irak Kürdistan’ında da yine görmüyorum. Türkiye oyun kurmazsa bile oyun bozma yeteneğine sahiptir. Devletler iki türlüdür; oyun kuran ve oyunbozan devletler vardır. Türkiye maalesef oyun kuramıyor ama bozma yeteneği halen vardır.

Türkiye devletinin ve şu anki gerçeklikte AK Partinin Kürt politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

 

‘Devletin içinde bir kanat Kürt - Türk ittifakını savunuyor’

Birincisi, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş genetiğinde, yani Kemalistlerde ve ondan sonra onları takip eden ulusalcılarda, Kemalist laikçilerde, Kemalist Müslümanlarda veya Kemalist solcularda şöyle bir fikr-i sabite var; Kürtler eğer Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde bir güç haline gelirlerse bu ileride büyür büyür ve Türkiye Cumhuriyetini böler. Bu Türkiye Cumhuriyetinin hard diskinde var, beyninde var. Tabii bu bana göre çok yanlış bir görüştür. Ben bütün bir ömrümü bu fikirle mücadele ile geçirdim. Ömrüm, dindar Kemalistlerle, Kemalist solcularla ve Kemalist ulusalcılarla kavgayla geçti. Bana göre bu üretilmiş, suni bir korkudur. Devletin içinde bir kanat Kürt - Türk ittifakını savunuyor. Yani, bu Özal zamanında da nüve olarak vardı, hatta bu Demokrat Parti zamanında bile vardı. İdam edilen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’da bile bunun izleri vardı. Ama en belirgin olarak ortaya çıkış hali Özal’da vardı. Son dönemlerde de Karar gazetesi etrafında kümelenen yazar arkadaşlar – Bir dönem AK Partiye yoğun bir destek vermiş arkadaşlarda- bir Kürdistan devletini veya Kürdistan Türkiye federasyonunu savunan insanlar var. Devletin içinde de Milli İstihbaratın içinde de böyle bir kanat var. Fakat bu kanat maalesef hiçbir zaman egemen olmadı ve sonuca ulaşabilecek bir noktaya gelmedi. Bu son referandumda bile böyle oldu, azınlıkta kaldı.

‘Batı dünyası Türklerle Kürtlerin birliğini istemiyor’

Peki, bu nasıl olacak? Tabii ki, ikna ile olacak, savaşarak ikna edemezsiniz. 2013 Newroz’undaki, Abdullah Öcalan’ın okunan mektubundaki çerçeve, 7 Haziran’da HDP’nin yakaladığı konsept… bu yine böyle olacak. Yani, ben savaşırım, kavga ederim, şunları şunları yaparım, zorla bir şeyler yaparım, bu bugünkü şartlarda mümkün değil. Ayrıca bu tarz bir yaklaşım Kürt’ün de Türk’ün de faydasına değildir. Bana göre doğru da değil. Yani, ‘astarı yüzünden pahalı ‘bir elbiseyi kimse giymek istemez. Bir diğer önemli bir noktanın daha altını çizeyim; nasıl ki, Türkiye Cumhuriyetinin derin kodlarında Kürtler ile anlaşmama, inkâr var ise Kürt siyasetinin de bazı mihraklarında bu kodlar var. Asla Türkiye ile anlaşma ve birlikte bir yaşam istemeyen belli bir çizgi de var. Üçüncü bir şey daha söyleyeyim; şuan Türklerle Kürtlerin ittifakını istemeyen ciddi bir dış dünya var. Yani, Türkler ve Kürtler olarak biz yarın otursak ve bütün sorunlarımızı çözsek, bütün sorunlarımızın çözüldüğü yeni bir Türkiye’de birlikte bir yaşam kursak, Irak’taki ve Suriye’deki Kürtlerle ve Araplarla da birlikte tüm sorunlarımızı çözsek de, Batı bunu istemiyor. Bunu Türkiye’nin, Ortadoğu’daki Müslümanların güçlenmesi olarak görüyor. Batı’nın kafasındaki Kürt sorununun çözümü, Türkiye ile anlaşan değil, Türkiye ile çatışan bir Kürt çözümüdür. Batının kafasındaki Kürt sorununun çözümünde Türkiye’nin zayıflatılması vardır. Türkiye ile savaşarak ayrışan bir Kürt sorununun çözümü vardır Batı’nın kafasında. Batı dünyası Türklerle Kürtlerin birliğini istemiyor. Bu çözüm sürecinin de bozulmasının en önemli sebeplerinden birisidir. Yoksa PKK şunu yaptı, AK Parti bunu yaptı, Tayyip Erdoğan şunu dedi, bunlar bence teferruattır. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin içinden bu iş bozulmuştur, devlet bozmuştur hem de PKK üzerinde etkili olan güçler bu işi istememiştir bozmuştur.

‘Çözüm Kürt Ulus devleti değil Federal Kürdistan devletidir!’

Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Müslüman bir Kürt olarak şunu söylüyorum; çözüm, Türklerle Kürtlerin savaşarak bir yere varması değil, Türklerle Kürtlerin anlaşarak birlikte bir yaşam inşa etmeleridir. Onun için de Kürdistan referandumunu destekledim. Önümüzdeki orta vadede de Irak’ta içinde Musul ve Kerkük’ün de hatta ve hatta içinde Rakka’nın Deyrezor’un de olacağı bir Kürdistan federal devleti kurulması lazım. Ulus devlet bir Kürdistan değil, federal bir Kürdistan’da Sünni Araplar da temsil edilecek, Türkmenler de Kürtler de temsil edilecektir. Benim gördüğüm çözüm budur ve bu çözümde de Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olunması lazım.

‘Maalesef Türkiye yine fırsatı kaçırmış ve baltayı kendi ayağına vurmuştur!’

Türkiye’nin de bunu desteklemesi lazım. Türkiye, referanduma karşı çıkarak yüz yıldır beklediği fırsatı kaçırmıştır. Misakı Milli dedikleri o coğrafya ellerinden gitmiştir. Yarın yine gelebilir bu fırsat ama bugün itibariyle durum budur. Türkiye baltayı kendi ayağına vurmuştur. Bu referandumda kaybeden sadece Kürtler değildir, belki de en büyük kaybedeni Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Çünkü Türkiye’yi ekonomik, sosyal, siyasal olarak rahatlatacak ve etkisini arttıracak çözüm kurulacak olan Federal bir Kürdistan’dı. Böyle bir Kürdistan’la entegrasyona girecek bir Türkiye Ortadoğu’nun en etkili gücü olacaktı, Kürt ve Arap kardeşleriyle beraber. Türkiye bu fırsatı itmiştir. Mesela Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül, referandumdan sonra yani maç bittikten sonra bir şeyler söylemeye çalıştılar fakat maalesef 90 dakikadan sonra söylediler.

Bahsettiğiniz gibi 90 dakikadan sonra oluşan bir tablo var ve bu tablonun Kürtler açısından da Türkiye Cumhuriyeti açısından da kayıpları var. Siz bu tablonun sonunu nasıl görüyorsunuz, bu geri gidişten bir çıkış mümkün mü?

 

 

‘Her yeni doğan gün yeni olaylara gebedir’

Tabii ki, 90 dakikalık bir maç biter bir başka maç başlar. Veya Bokstaki metaforu kullanırsak bir raunt bitti ve bir başka raunt başlayacak. Dolayısıyla da siyasete hiçbir şey son değildir. Her yeni doğan gün yeni olaylara gebedir. Elbette ki, her şeyden önce doğru bir teşhis ve doğru bir hedef konulması lazım. Çünkü Kürtler de Türkler de Araplar da Süryaniler de Aleviler de Şiiler de Ezidiler de bu coğrafyadadır. Yani, herkes olduğu yerde duruyor, kimse bir yere gitmiyor. Yeter ki, gerek Kürt siyaseti gerekse de Türkiye siyaseti doğru bir zemine otursun. Özetle, önümüzde iki yol var; Kürtler ve Türkler ya savaşarak bir yere varacağız ya da birlikte anlaşarak bir yere varacağız. Batı savaşmamızı istiyor. İsrail, Amerika, Almanya, İngiltere, Rusya, İran bizim savaşmamızı istiyor. Yani, İran; Kürtler yanıma gelsin ben onların hakkını vereyim, böyle bir siyaset içinde değil. Bütün bu saydığım aktörlerin Kürt çözümünden anladıkları Kürtlerle Türklerin birbirini vurdukları, Kürtlerle Arapların birbirini vurduğu, Türklerle Arapların düşman olduğu bir Ortadoğu’dur.

Barzani’nin ‘evdeki hesabının çarşıya uymadığını’ söylediniz, Barzani bu tabloyu öngöremedi mi?

‘Barzani’nin motoru çekmedi!’

Barzani, geçmişteki tüm başarısızlıklarını, yanlışlıklarını bu hamle ile örtmeye çalıştı ama motoru çekmedi. Ayrıca bence küresel sistem Barzani ve Erdoğan’ı cezalandırdı. Yani, Küresel sistem Barzani ve Tayyip Erdoğan ittifakını cezalandırdı.

Başbakan Yıldırım’ın iptal edilen bir Irak ziyareti vardı, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Yıldırım, niye gidecekti ki!

Bilmiyorum ama neye gidecekti; Kerkük size hayırlı uğurlu olsun verdik mi diyecekti.

AK Partinin siyaseti açısından bakacak olursak, referanduma karşı bir politika geliştirmesi AK Partinin bölgedeki etkisini ne şekilde değiştirdi ya da değiştirdi mi?

‘AK Partideki en koyu Kürtlerin bile yürek şişeleri kırıldı’

AK Parti çok şeyler kaybetti. Bugüne kadar ölümüne Tayyip Erdoğan’ı destekleyen AK Parti’deki en koyu Kürtlerin bile yürek şişeleri kırıldı. Ben onlarca insanla konuştum; AK Parti milletvekilleriyle, yıllarca kuruluşundan bu yana AK Parti’ye destek veren Kürtlerle. Bunların içinde daha AK Parti’ye karşı kalbi kırılmayan birini, Tayyip Bey doğru yapıyor diyen bir tek kişiyi görmedim. Bunun önümüzdeki seçimlere de mutlaka yansıması olacaktır. Tabii ki, şu an için çok iddialı cümleler de kurmak doğru olmaz. Bakın bundan 15 gün önce Ortadoğu’da başka bir tablo vardı şimdi ise bambaşka bir tablo ile karşı karşıyayız. O yüzden de kesin bir şey söylemek doğru olmaz. AK Parti bu politikalarına devam mı edecek, tekrar viraj mı alacak. Kürdistan’da iki ay sonra neler olacak bunlar ortaya çıkmadan bir yıl sonra 3 yıl sonra şöyle olur demek doğru değil. Ama şu an olan bir şey var; Kürtlerin kalpleri ciddi olarak kırıldı. AK Parti’ye oy veren Kürtlerin bile kalpleri kırıldı.

Son olarak bu görünen tablo ışığında olasılıkları değerlendirdiğinizde ileride neler olabilir?

‘Kendini değiştiremeyen süreçten diskalifiye olacaktır’

Irak siyaseti, Irak Kürdistanı’ndaki siyaset, Türkiye siyaseti ve Türkiye içindeki Kürt siyaseti bunların tamamı yeniden belirlenecek. Yani, topyekûn yeni bir değerlendirme olacak. Bundan ne çıkar bilmiyorum. Kim ne değişiklik yapacak, kendini nasıl ifade edecek, hangi hatalarını görüp düzeltecek bunu şu an için bilemiyoruz. Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yani, herkes kendini süreçte yenilemek zorundadır, kendini değiştiremeyen süreçten diskalifiye olacaktır. Ben de dahil!”

Ali Abbas Yılmaz / Özel

 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.