Bir enkaz devraldık!

Bir enkaz devraldık!
Bir enkaz devraldık!

Ali Abbas Yılmaz/ özel röportaj

D.Ü Rektörü Talip Gül, Genel Yayın yönetmenimiz İlyas Akengin ve muhabirimiz Ali Abbas Yılmaz’a göreve geldikleri 5 aylık süreci değerlendirdi.

Kars’ta doğan, Erzurum’da üniversite okuyan, ilk görev yeri olarak Sur’da, Kurşunlu Camii yakınındaki Yenikapı Sağlık Ocağına atanan ve 34 yılını Diyarbakır halkına hizmete adayan Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Talip Gül, 5 aylık görev süresince yaşadıklarına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

 

Bir enkaz devraldık!

Dicle Üniversitesine atandığında üniversitenin kurumsal  bir yapısının olmadığını üzülerek gördüğünü belirten Prof. Dr. Talip Gül, ilk hedefinin üniversiteye kurumsal bir kimlik kazandırmak olduğunu söyledi. Gül, “ Üniversitenin geçmişinde de bir kurumsallık yok. Ne bir yönetmelik doğru dürüst uygulanmış ne bir yönerge çıkarılmış ne de kanunlara uyulmuş. Tabiri caizse lise düzeyinde bir üniversite bir enkaz devraldık” diye konuştu.

 

Dicle Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Talip Gül, 5 aylık görev süresince Dicle Üniversitesinde yapılan değişiklikleri, gelişmeleri ve üniversitenin sorunlarını aşmaya çalışırken karşılaştığı zorlukları Tigris Haber’e değerlendirdi.

 

Hocam öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz?

‘Sur’a ilk gittiğimde çok korkmuştum’

Ben Kars doğumluyum ve Kars’ta büyüdüm. Üniversiteyi Erzurum’da okudum. Okulu bitirdikten sonra kura çektim Diyarbakır çıktı. O zaman ilk görev yeri olarak Sur’da Kurşunlu Camisinin orada bulunan Yenikapı Sağlık Ocağına geldim. Burada bir buçuk sene hekimlik yaptım ve halkla çok iyi bir diyalogum oldu. Komşularımla o kadar hemhal oldum ki, sabah kahvaltıya giderdim, yemeklere çağırırlardı beni. Sur’a ilk gittiğimde o dar sokaklarda geçtiğimde çok korkmuştum. Sonra orayı halkını o kadar çok sevdim, onlar beni o kadar benimsediler ki anlatamam. Sonra asistanlık sınavına girdim ve oradan ayrılacağım zaman tüm komşularım ağladılar. Mesela orada bir Sultan bacı vardı, beni yeğeni gibi severdi. Geçenlerde duydum rahmetli olmuş; her sabah kahvaltıda bana tandır ekmeği peynir getirirdi.

‘Diyarbakır’ı sevdim, Diyarbakırlılar beni sevdi’

Benim annem Kürt, Türkçeyi sonradan öğrenmiş. Ben de Kürtçe biliyorum. Babam ise Türk’tür. 1985 yılında asistan olduktan sonra Diyarbakır’a geldim. 1990 yılında Yardımcı Doçent, 1993’te Doçent, 1998 yılında ise profesör oldum. Yani 1983’te Diyarbakır’a geldim ve 34 yıldır bu kentteyim. 34 yılın 32 yılında ise üniversitedeyim. Hamdolsun ben Diyarbakır’ı sevdim, Diyarbakırlılar beni sevdi. Artık Diyarbakır’da herkes akrabam; Diyarbakır’da çok kirvem var. Biliyorsunuz burada kirvelik akrabalık gibidir. Dolayısıyla Diyarbakır Rektörlük seçiminde de bana tam destek verdi. İnşallah benden desteklerini esirgemeyen insanları mahcup etmem. Bu şehir beni profesör etti. Muayenehane açtım bu şehir beni zengin etti. Öyle çok zengin değilim ama kazandım. Evimi, arabamı, yazlığımı aldım; çocuklarımı özel okulda okuttum. Ben de artık son yıllarımda Diyarbakır’a bir isim bırakırsam ve onlara elimden gelen hizmeti sunabilirsem vazifemi tamamlamış olacağım.

 

‘Üniversitenin geçmişinde de bir kurumsallık yok’

Biliyorsunuz, darbe teşebbüsünden sonra göreve geldik. O sıra Gülfettin Hoca adında bir profesör arkadaşımız buraya vekâleten atanmıştı. O süreçte zaten üniversitenin bütün bilgisayarları, kayıtları falan alınmıştı. Dolayısıyla zaten üniversitenin geçmişinde de bir kurumsallık yok. Ne bir yönetmelik doğru dürüst uygulanmış ne bir yönerge çıkarılmış ne de kanunlara uyulmuş. Tabiri caizse lise düzeyinde bir üniversite bir enkaz devraldık. Tabii ki, FETÖ’cü darbe girişimi sonrası üniversitede birçok öğretim üyesi hakkında soruşturma açıldı, gözaltına alınanlar oldu.

Liyakat ve bilimsel üretim esas olacak

Biz ekip olarak geldikten sonra ilk olarak üniversitemize bir kurumsal kimlik kazandıralım istedik.  Çünkü kurumsal olamayan bir üniversitenin başarıya ulaşma şansı yok. Avrupa’da gelişen ülkelerin hepsinde üniversiteler kurumsaldır. Kurumsal ne demektir; siz istemleri oturtursunuz, kimsenin hakkı yenmez ve üniversite amacı doğrultusunda hizmet edebilir. Diyelim ki, üniversiteye bir araştırma görevlisi mi alınacak, kadronuzu açarsınız ve oraya herkes müracaat edebilir. Kim daha çok liyakatli ise, kimin bilimsel dosyası daha iyi ise o görevlendirilir.

Liyakate dayalı, bilime, eğitime, projeye önem veren bir üniversite olarak yola devam…

Biz geldiğimiz günden beri tüm yönetmenlikler, tüm yönergeler yeniden yapılıyor ve hemen hemen de hepsini bitirdik. Çünkü bütün birimlerin yönetmelikleri var yönergeleri var. Yani, lojman dağıtımından tutun da Eğitim Fakültesindeki Formasyon derslerine kadar; hastane yönetmeliği, fakülte yönetmeliklerinin hiçbir tanesi yoktu. Bütün bunların hepsini geçtiğimiz 5 ay içerisinde oluşturduk. Bundan sonra bu yönetmenlikler ve yönergeler çerçevesinde üniversite yönetilirse ki, zaten gayemiz budur; bundan sonra bu üniversite liyakate dayalı, bilime, eğitime, projeye önem veren bir üniversite olarak yoluna devam eder. Bu sayede ise üniversitemiz birkaç sene ise gelişmiş üniversiteler seviyesine çıkar. Bizim şuan hedefimiz budur.

Üniversite istediğiniz düzeye ne zaman gelebilir?

‘5 ay içerisinde kısa vadeli hedeflerimizin birçoğunu gerçekleştirdik’

Bizim kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerimiz vardır. Aslında geride bıraktığımız 5 ay içerisinde kısa vadeli hedeflerimizin birçoğunu gerçekleştirdik. Birincisi az önce de üzerinde durduğum gibi bütün birimlerin yönetmenliklerini, yönergelerini çıkardık, hazırladık ve senatodan geçirdik. İkincisi, üniversitemizde eksik olan fakülteler, bölümler vardı ve onların açılması için senatodan kararımızı aldık ve YÖK’e gönderdik. Örneğin Açık Öğretim Fakültesi, bu bölge için şarttır. Erzurum’daki Açık Öğretim Fakültesinde 135 bin öğrenci okuyor ama bizde yok. Bizim üniversitemiz 50 yıllık bir üniversite ve bizden yıllar sonra Malatya’da, Gaziantep’te, Elazığ’da açılan üniversiteler bizi çok çok geçmiş. Bizim üniversitenin öğrenci sayısı 32 bin, örneğin bizden yıllar sonra açılmış Konya’nın üniversitesinin öğrenci sayısı 120 bin. Isparta’da öğrenci sayısı 90 binlerde. Bu neyi gösteriyor; üniversite yönetimlerinin üniversitenin geliştirilmesine yeterince önem vermediklerini gösteriyor. Diyarbakır gibi bir kentte üniversite’de okuyan öğrenci sayısının 32 bin olması çok vahim bir şeydir.

Üniversitenin öğrenci sayısını arttırmadaki hedefiniz nedir?

20 yıldır okul var öğrenci yok!

Bizim hedefimiz ise üniversitemizin öğrenci sayısını 4 yıl içinde en az 50 bine çıkarmaktır. Tabii ki, öğrenci sayımızı arttırmak için yeni fakülteler açılması lazım. Şuanda 14 fakültemiz var. Bizim için en önemlisi Açık Öğretim Fakültesidir ve onun için YÖK’e başvurumuzu yaptık. Açık Öğretim Fakültesi gençlerimizin de talebidir ve inşallah açmayı başaracağız. İkincisi ise akşam eğitimi yani ikinci öğretim güvenlik nedeni ile kaldırılmıştı. Bunun geri getirilmesi için de senatodan karar aldık, altyapımız hazırlandı ve onu da inşallah açacağız. Bir başka fakültemiz ise Hemşirelik Fakültesidir ve onun da açılması için çalışmalarımız sürüyor. Yine, yeni açmayı planladığımız bir diğer fakültemiz ise Sanat ve Tasarım Fakültesi açılacak, onun da çalışmalarını yürütüyoruz. Bunun yanında Mühendislik Fakültesi bünyesinde 13 tane yeni bölüm açtık. Önümüzdeki yıl bu bölümlere öğrenci alacağız. Meslek Yüksek okullarında ise 11 tane yeni bölüm açtık ve önümüzdeki yıl öğrenci almaya başlayacağız. Bütün bu çalışmalarla üniversitemizi hak ettiği yere taşımak istiyoruz. 50 yıllık bir üniversitede bir Hemşirelik Fakültesinin olmaması gerçekten çok kötü bir şey.  Hemşirelik Meslek Yüksek Okulu var ama fakülte yok. 20 yıldır açılmış Meslek Yüksekokulları var ama öğrencileri yok. Lice’de Meslek Yüksekokulu var ama öğrencisi yok. Yine Kulp’ta var MYO ama öğrencisi yok. Sivil Havacılık MYO var, müdürleri var, sekreterlikleri, elemanları var ama 20 yıldır öğrencileri yok.

‘Diyarbakır 2 milyon nüfuslu bir şehir ama 32 bin öğrencisi var’

Bir şehirde öğrencinin çok olması şehir için de çok önemlidir. Bakın, Erzurum 200 bin nüfuslu bir yerdir ve 100 binin üzerinde öğrenci sayısı var. 100 bin öğrenci şehre dağıldığı zaman bütün restoranlar, kafeler tıklım tıklım dolu oluyor. Her bir öğrencinin şehir ekonomisine katkısının 550 TL olduğu ekonomistler tarafından söyleniyor. Diyarbakır 2 milyon nüfuslu bir şehir ama 32 bin öğrencisi var. Ki, Diyarbakır’ın iklimi güzel, Erzurum gibi 7 ayı Kış değil ama Erzurum’un öğrenci sayısı Diyarbakır’ın öğrenci sayısının 3 katından fazla. Erzurum üniversitesi Diyarbakır üniversitesinden yalnızca birkaç sene önce açılmış.

Diyarbakır’daki üniversite öğrenci sayısının az olmasında Bölge üzerinde oluşturulan kötü algının payı nedir, bu algıyı kırmak için ne yapmayı düşünüyorsunuz?  Batıdan buraya bakan birinin önyargılarını nasıl kırmayı düşünüyorsunuz?

 

‘Ankara ne kadar güvenli ise Diyarbakır da o kadar güvenli bir şehirdir’

Evet, bölge hakkında bir önyargının olduğu bir gerçek. Sanki Diyarbakır’da her gün terör olayları oluyor gibi bir algı var ama hâlbuki böyle bir şey yok. Ankara ne kadar güvenli ise Diyarbakır da o kadar güvenli bir şehirdir, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak Diyarbakır ile ilgili özellikle batıda yanlış bir algı var ve bu algıyı kırmak için bölgeye pozitif bir ayrımcılık yapılması gerekiyor. Rektör olacağım zaman bu konuyu YÖK ile görüşmeyi ve buradaki öğrencilere, öğretim üyelerine pozitif bir ayrımcılık yapılması gerektiğini düşünüyordum. Yalnız bu somutta nasıl uygulanacak ve yöntemi nasıl olacak doğrusu henüz bu konuda bir çalışma yapmadık.

‘Çalışın, çalışın, çalışın…’

Üniversite bünyemizde, kendi çabamızla bu yanlış algıyı nasıl yıkabileceğimiz üzerine bütün fakülteleri dolaştım. Bütün fakültelerde öğrencilerle, öğretim üyeleri ile toplantılar yaptım. Yani, kendi bünyemizde bir fikir alışverişinde bulunduk. Öğretim üyelerine şunu söyledim; siz bu öğrencileri çok iyi eğitmek zorundasınız. Yani, öyle bir eğitim vereceksiniz ki, Dicle Üniversitesinden mezun olan bir öğrenci en az Hacettepe Üniversitesinden mezun olan bir öğrencinin seviyesinde olmalı. Öğrencilerime de diyorum ki, - mesela Mimarlık Fakültesine gittiğimde -  Türkiye’nin en iyi Mimarları sizden çıksın. Türkiye’nin en iyi Mühendisleri, Diş Hekimleri sizden çıksın. Çalışın, çalışın, çalışın… Her fakültemizde bunu defalarca söyledim.

 

‘Bilim adamına 8 saat azdır’

Fakültelerimizde durum çok kötüydü, 6 ay boyunca fakülteleri gezdim ve öğretim üyelerinden birçoğunun derslere girmediğini gördüm. Ders olmadığında okula gelmeyen öğretim üyelerinin sayısı o kadar fazla ki, dolayısıyla öğretim üyelerine şunu diyorum; elinizi vicdanınıza koyun ve dersinizi hakkıyla anlattığınız kanaatindeyseniz ancak o zaman rahat uyuyun. Ben 27 yıldır ders anlatıyorum ve ders süresinin sonuna kadar hakkını vermeye çalışıyorum. Şimdi bir öğretim üyemiz diyor ki, ‘hocam derslerim az ve bitiyor. Derslerim bittiğinde Fakülteye neden geleyim.’ Ben de onlara şunu söylüyorum, öğretim üyeleri bilim adamıdır ve bir bilim adamına 8 saat azdır. Bazı hocalarımız ne yazık ki, görevlerini sadece ders olarak algılıyor. Eğer bir öğretim üyesinin görevi sadece ders vermekse o zaman üniversitelerin liselerden ne farkı kalır? Bir öğretim üyesinin asistanları vardır, yardımcı Doçentleri vardır, araştırma görevlileri, öğrencileri vardır. Sorumluluğunuzun altındaki herkesi alırsınız odanıza onlara yol gösterirsiniz, vizyon gösterirsiniz. En azından günde 5 saatinizi onlarla geçirmeniz lazım. Bir bilim adamı günde 8 saat ile kendini sınırlayamaz. Ama maalesef bazı öğretim üyelerimiz sadece dersi olduğunda okula geliyor ve dersi bittiğinde de gidiyor. Bir tek öğretim üyemizin dahi böyle davranmaması gerekiyor.

Bilimsel faaliyet raporunu yetersiz olanlara sözleşme yok  

Üniversitemizde 2 bine yakın öğretim elemanımız var ve onlardan şunu istedim; Haziran ayında herkes bilimsel faaliyet raporu sunacak. Bir yıl içinde asistanlar ne yapmış, Yardımcı Doçentler ne yapmış, Doçentlerimiz, profesör arkadaşlarımız bilimsel çalışma anlamında neler yapmışlar. Hangi projeyi, araştırmayı yapmışlar bunların bilimsel faaliyet raporlarını isteyeceğim. Bilimsel faaliyet raporunu yetersiz gördüğümüz kişilerin sözleşmelerini yenilemeyi düşünmüyorum. Bunu bütün öğretim elemanlarına söyledim. Üniversitenin görevi bilim üretmekse, üniversitede görevli öğretim elemanlarının görevi de bundan başka bir şey değildir. Benim bir Rektör olarak görevim yol yapmak, insanları işe almak ya da ihale dağıtmak değil ki. Onun için ben tüm ihale yetkilerimi bir rektör yardımcımıza devrettim. Personel işlerini başkasına devrettim. Hastane ile kendim ilgileniyorum ama yetkilerimi Ali Kemal Bey’e devrettim. İşe alımlarda, istihdamı sağlamak için ise bir komisyon kurduk ve hak yenmesin diye yetkilerimi bu komisyona devrettim. Komisyona ise şunu söyledim; liyakati ve ihtiyacı gözeterek işe alımları yapın. Mesela daha önceki alımlara bakıyoruz bir aileden 5 kişi alınmış. Bir aileden 5 kişi alınacağına 5 aileden birer kişi alınsın. Bu konuda özellikle çok hassas davranıyoruz. Ve bütün bunlarla da ben uğraşmıyorum.

Anız’dan kömür üretiyoruz!

 Benim işim tamamen bilim ve eğitimdir. Her gün fakültelerdeyim ve üniversitenin eğitim, bilim kalitesini yükseltmek için uğraşıyorum. 5 aylık bir yönetimimiz var ve bu süre içinde 30 tane sempozyum yaptık. Bu sempozyumlardan üçü ise uluslararası sempozyumdur. Bunun dışında birçok projeyi başlattık. Rektörlüğümün ikinci gününde Biyo kitle (Anız) hammaddelerinden enerji üretmek için Ziraat Fakültesinden Remzi Bey geldiler. Daha önceki yönetime de projelerini sunmuşlar ama kabul görmemiş. Yarım saat içinde projeyi inceledim ve imzaladım. Geçenlerde ise bu projenin açılışını yaptık, o kadar güzel kömür çıkıyor ki, artıklardan kömür üretiliyor. Diyarbakır’da anız artıkları çok ve bugün üç çeşit kömür çıkartılıyor. Mesela organik tavuk üretimi projesi var ve o da hayata geçmek üzere. Ziraat Fakültemizden Muzaffer Denli hocamız var ve sanırsam bu projeyi Karacadağ Kalkınma Ajansı ile birlikte yürütüyorlar. Yine kadınlara istihdam için projelerimiz var. KOSGEB ile çalışmalarımız var ve girişimcilik sertifikalarını verdik. 150 kişi bu sertifikalarla KOSGEB’ten 50 bin TL hibe ve 30 ay sonra faizsiz geri ödemeli 100 bin TL kredi aldılar.

 

‘Aziz Sancar’ı getirmek istiyoruz’

Her fakültemizden en az yılda bir defa bir sempozyum ve kongre istiyorum. Bir sempozyum ya da kongre ne demektir; yurtdışından ya da Türkiye’nin diğer illerinden yüzlerce bilim adamının gelmesi demektir. Şimdi bir düşünün üniversitemizde yılda 14 sempozyum düzenlenirse ve her sempozyuma gelen 300 - 400 bilim adamı gelirse buranın algısının değişmesinde nasıl bir katkısı olur? Bu sempozyumlara özellikle öğrencilerimizin vizyonlarını açacak konuşmacılar getireceğiz. Mesela dünya ralli şampiyonu var Siverek’te. Siverek’ten evli ama dünya ralli şampiyonu. Gelsin kadınlarımıza başarının sırrını anlatsın. Bizim üniversitemizde 10 bin kız öğrencimiz var. Aziz Sancar’ı getirmek istiyoruz. Aziz Bey’i davet ettik ve bize çok duygulu bir mesajla dönüş yaptı. Aziz Bey’in mesajı şöyleydi: ‘Değerli hocam, sizden haber almak beni çok sevindirdi. Son 15 ay içerisinde Türkiye’nin birçok üniversitesinden davet aldım. Sizden haber almayınca Diyarbakırlı hemşerilerim bana küs mü diye düşünüyordum. Belki biliyorsunuz ben Amerika’ya ilk geldiğimde burada bilim yapmayı öğrenir ve Türkiye’ye döner Dicle Üniversitesinde araştırma yaparım diye düşünmüştüm. Doktoramın son yılında kısa dönem askerliğimi Diyarbakır Askeri Hastanesinde yapmıştım. Oradayken Dicle Üniversitesi Biyokimya Ana Bilim Dalı Başkanı ile konuştum ve o zaman şartlarında orada ileri düzeyde bilim yapamayacağımın kanaatine vardım ve böylece Amerika’da kariyerime devam etmeye karar verdim.’Aziz Bey’e cevaben bir mail yazıyoruz ve referandumdan sonra onu mutlaka aramızda göreceğiz.

Siz göreve geldikten sonra başka üniversitelerin öğretim üyelerinden size bir geri dönüş oldu mu?

‘OHAL bittikten sonra buradan giden bütün arkadaşlarımıza davetiye göndereceğiz’

Tabii ki, bu konuda bir çalışmamız var. Hatta Prof. Dr. Kamuran Bircan hocamız üroloji bölümüne geldi. Bu konuda birçok hocamız ile de görüşmelerimiz sürüyor. İnşallah OHAL bittikten sonra buradan giden bütün arkadaşlarımıza davetiye göndereceğiz. Çünkü çok nitelikli ve kaliteli arkadaşlarımız buradan istemeyerek gittiler.

Hastanelerin durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?

‘Vitrinimiz iyi değil’

Hastanemiz üniversitemizin vitrinidir ama maalesef vitrinimiz iyi değil.  Birincisi, hepimiz de buralıyız ama bizim insanımızı çalıştırmak çok zor. İşe girinceye kadar çok uğraşıyorlar ama işe girince de işini maalesef hakkıyla yerine getirmiyorlar. Nitelikli eleman sayımız çok az. Şikâyetler kimden geliyor; doktordan, hemşireden, hastabakıcıdan şikâyet geliyor. Yani, bir personeli değiştirip yerine yenisini koyduğunuzda ne yazık ki, gelen gideni aratıyor. Dolayısıyla personel değiştirmektense var olan personele yönelik eğitimler yapılıyor. Özellikle hasta hakları konusunda ve elemanlar işlerini ihmal ettiklerinde karşılaşacakları cezai yaptırımlarla ilgili iç eğitimler yapıyoruz. Hukuk Fakültesinden Handan Hanım, personellere, hastalara kötü muamele yapıldığında ya da hasta üzerine herhangi bir kötü komplikasyon yaşandığında personelin karşılaşacağı cezai müeyyideler hakkında 2 seans olarak konferans verecek. Yine, Rektör yardımcımız Ali Kemal Bey hafta sonları hastaneyi birebir denetliyor.

‘20 yıl uğraştım yapamamıştım’

Hastanemizin bina durumuna gelince 35 yıllık bina ve her yerinden dökülüyor. Şuan poliklinikler bölümünü tamir ediyoruz, 4 tane yeni ameliyathane yapıyoruz. 20 yıldır bir uğraşım, projem vardı, içimde uhde kalmıştı, Tüp Bebek Merkezi, inşallah yakında, bu sene içerisinde hizmete açacağız. Bu proje içimde bir yaradır, 20 yıl uğraştım yapamamıştım. Mehmet Özaydın döneminde bu projeyi çizmiştim. O zaman, Tüp Bebek Merkezini kuracak şirketleri getirmiştik. O zaman kurulabilseydi 300 bin TL’ye kurulacaktı ama olmadı.  Bölge için çok önemli bir ihtiyaç, çünkü insanlarımız İstanbul’a şuraya buraya giderek 15 bin TL para harcıyorlar. Burada bir Tüp Bebek Merkezi hayata geçtiğinde insanlarımız devletin imkânları ile parasız olarak bu hizmetten yararlanabilecekler. Bir taraftan hastane içinde restorasyon faaliyetleri sürerken bir yandan da ileriki vadede bir sağlık kampusu düşünüyoruz. Sağlık kampusu ne demek; içinde Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık Fakültesi, Hemşirelik Fakültesinin bulunduğu bir kampus. İnşallah bunu başarırsak hedefime ulaşmış olacağım.

‘Bütün polikliniklerimize artık öğretim üyeleri iniyor’

Geçen hafta Tıp Fakültesinde bir toplantı yaptık ve tüm hocalarımızın polikliniğe inmesi gerektiğini kararlaştırdık. Çünkü insanlarımız devlet hastanesine gidip uzmanlara muayene oluyorlar, Memorial’a gidip profesöre muayene oluyorlar ama bize gelince asistana muayene oluyorlar. Tabii ki, bu olacak şey değil. O yüzden biz bu durumu konuştuk ve bütün polikliniklerimize artık öğretim üyeleri iniyor, şuan bu hayata geçti. Yine, bizde part time çalışan hocalarımız var ve bu uygulamayı onlar da kabul ettiler. Hocalarımız gelecek mesai saatleri içinde poliklinikte çalışacaklar, nöbetlerini tutacaklar, ameliyatlarına girecekler ve ondan sonra da gidecekler. Ama bugüne kadar böyle değildi.

‘Hemşire kadrosu açılması için çabalarımız tasarruf tedbirlerine takılmış durumdadır’

Şuanda günde 3 bin 600 hastamız geliyor. Bu çok büyük bir rakamdır ve biz tüm dezavantajlarımıza hastanemizin fiziki şartlarının yetersizliğine, eleman ihtiyacımızın fazlalığına, rağmen biz bu kadar insanımıza hizmet veriyoruz. Devlet bize hemşire vermiyor, 195 tane hemşire ihtiyacımız olmasına rağmen, Ankara’ya Maliye Bakanlığına iki defa gitmeme rağmen hala bir gelişme sağlanamadı. Hâlihazırda hemşire kadrosu açılması için çabalarımız tasarruf tedbirlerine takılmış durumdadır ama inşallah en kısa zamanda bu ihtiyacımızın karşılanmasını umut ediyorum. Yine, Kalkınma Bakanlığından Tıp Fakültesi için derslik ödeneği aldık. Tıp Fakültesi öğrencilerimiz için yeterli dersliğimiz yoktu. Tıp Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakültesi öğrencileri için bir morfoloji binası projesini çizdik, projeyi kabul ettirdik. Ve buna binaen de öğrenci sayımızı arttırdık. 5 tane büyük derslik yapıyoruz ve her bir derslikte 250 öğrencimiz ders görebilecek. Biz tüm bu çalışmaları YÖK’e gönderdik ama maalesef Maliye Bakanımız geçenlerde gelmiş ve bu projenin üzerini çizmiş. Edebiyat Fakültesi için ödenek almıştık. 18 bin metrekarelik bir bina için, onu da çizmiş ve 10 bin metrekare olsun demiş. Morfoloji binasını ve derslikleri tamamen silmiş. Ben bu duruma şaşırdım kaldım. İki kere Kalkınma Bakanına gittim, hala daha Bakana ulaşamadım. Dersliklerimizi kurtarmak istiyoruz çünkü önümüzdeki yıl 60 tane öğrencimiz gelecek. Yani, tasarruf tedbirleri kapsamında bir de böyle sıkıntılar yaşıyoruz.

Dicle Üniversitesinin Fakültelerden mezun olan öğrencilerin eğitim kalitesinin arttırılması noktasında fakültelerin teknik altyapısı ne durumdadır?

‘Teknokent kurulmuş ama şuan orada sadece arada bir yemek çıkıyor’

Evet, oldukça yeterli bir altyapımız var. Aslında devlet buraya çok yatırım yapmış. Muazzam bir teknokent var. DÜPTAM diye bir laboratuar var ve orada bulunan cihazlar hiçbir yerde yok. DÜBAP diye bir merkezimiz var; Dicle Üniversitesi Bilimsel Proje Merkezi. Uzaktan eğitimimiz var, yani altyapı açısından herhangi bir sıkıntımız yok. Devlet buraya çok büyük yatırımlar yapmış anacak siz bu yatırımları işletemezseniz, yatırım orada çürüyüp gider. Ben kendim gezdim o laboratuarları muazzam güzel bir laboratuar, hayran kaldım. Çok muazzam bir teknokent kurulmuş ama şuan orada sadece arada bir yemek çıkıyor, başka da bir şey yok. Tekonokent, sanayicilerle üniversitenin işbirliği yapacağı en önemli yerdir. Teknokent’ten sorumlu Rektör yardımcımız, yakında Antep ve Elazığ Teknokentlerinde incelemelerde bulunacak. İnşallah birkaç ay sonra teknokentimizde ne projeler çıkacak.

 

Son olarak neler söylemek istersiniz?

‘Bıçak parası helal değildir’

33 yıldır buradayım ve bütün imkânlarımla Diyarbakır halkının hizmetindeyim. 1990 yılında Yardımcı Doçent olduğumda burada Jinekolojik Onkoloji kanser ameliyatları burada yapılmıyordu. O yıllarda biz kanser hastalarını Hacettepe’ye havale ediyorduk. Tabii ki, hastalarımızın bir kısmı gidemiyordu. 1992yılında kanser ameliyatları için ayrı bir eğitim aldım. Ve bu tarihten itibaren bölgenin bütün kanser ameliyatlarını ben yaptım. Bugüne kadar sorumluluğumda birçok insan yetiştirdim. Binlerce öğrenci, yüzlerce uzman, doçentler, profesörler yetiştirdim. Bugüne kadar bölgede çok sayıda ameliyat yaptım ve Fakülte hastanesinde yaptığım hiçbir ameliyatta da bıçak parasına bulaşmadım. Tabii ki, özel hastanelerde ücretli ameliyat yaptım ancak üniversite hastanesinde yaptığım 20 binin üzerinde ameliyattan hiçbirinden bıçak parası almadım. Birisi gelse dese ki, ‘Talip Hoca ameliyattan bıçak parası aldı’ ben mesleğimi bırakırım. Hamdolsun bu kadar da alnım açıktır, bu konuda çok netim. Neden bıçak parası almadım, çünkü inancıma göre bıçak parası helal değildir. Devlet sana zaten bir maaş veriyor ve bu maaşla halka hizmet emen gerekiyor. Bir de vatandaşı sıkboğaz ederek bıçak parası almak da ne oluyor. ”

 

 

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.