Zübeyde Fidan Kırmızı

Zübeyde Fidan Kırmızı

Faruk Nafiz Çamlıbel(3)

Faruk Nafiz Çamlıbel(3)

SİLVA(SYLVA)

 

  İstanbul’a Avusturya’dan turneye gelen operet, döneminbirçok yazarının edebi hayatı üzerinde etkisini sonraki yıllarda göstermiştir.

    Nazım Hikmet “Nisan-Haziran 1962 Moskova”(TÜRK TİYATROSU “Üç aylık tiyatro dergisi” Ekim-Aralık 1976 tarihli 422.sayı) yazısında Çardaş operetinden bahsetmiş:

     “…Çardaş operetini ne zaman dinlesem bir yandan haykırmak, birilerini sövüp saymak gelir içimden, tepeden tırnağa isyan kesilirim, ateş basar …”

    Baş aktrist Miloviç adında sarışın, etine dolgun, cıvıl cıvıl bir bayandır. Miloviç birçok kişi tarafından beğenilen bir aktristir.

    Çardaş, Macarca “Csardas” yani “köy hanı(han taverna)” anlamına gelen bir kelimedir. Macaristan’ın ulusal dansı olarak kabul edilir.18. yüzyıla dayanan dans orkestra eşliğinde (yaylı çalgılarla) yapılır.

     Leo Stein ve Bela Jenbach’ın yazdığı 1915 yılında Macar operet bestecisi Kalman’ın bestelediği üç perdelik operettir.Tüm dünyada ve Türkiye’de büyük başarı kazanmış olan yapıt ilk olarak Viyana’da oynanmıştır.

     ÇARDAŞ PRENSESİ

       Üç perdelik operet, metin yazarları “Leo Stein, BelaJenbach”,besteci “Emmerich Kalman” Çardaş Prensesi Operet Konusu:

       Ses sanatçısı Sylva Varescu’nun Amerika’ya gitmeye karar vermesi hayranlarını çok üzmüştür. Bu gezi onuruna “Orfeum” adlı eğlence salonunda büyük bir parti düzenlenir. Budapeşte’nin tanınmış kişileri Sylva’ya ilgi duymaktadırlar. Ancak Sylva Varescu, Prens Edwin Ronald’a âşıktır. Prensinbabası bu ilişkiyi onaylamamaktadır. Prens Edwin’in, Kontes Stassi isimli bir kızla evlenmesi kararlaştırılır. Prens bu duruma çok üzülür, çağırtılan bir noterin hazırladığı belgede “ne olursa olsun Sylva ile evleneceğini” açıklar, belgeyi imzalar. İşleri için ertesi gün Viyana’ya gider. Prensi kıskanan Kont Boni birçok komplo kurar. Sylva, Amerika’ya gider. Genç Prens Amerika’ya giden ve mektuplarına cevap vermeyen Sylva’dan umudunu keser. Amerika’da Sylva’ya “ÇARDAŞ PRENSESİ” adı verilmiştir. Gelişen birçokolumsuz durumdan sonra Prens ve Sylva nihayet birleşirler.

       “ÇARDAŞ PRENSESİ”  sevilen bir anda yaygınlaşan ender parçalar arasındadır. Bu parçalar duygusal, hüzünlü, sıcak ve etkili melodileriyle seyirciyi etkisi altına alır. Bazençok neşeli bazen de çok melankolik karakterleriyle, sahneyi seyirciyle bütünleştiren opera her dönem etkisini hissettirmiştir, hissettirmektedir.  

   Bu kadar bilgiden sonra şiire baktığımızda, hitap kısmı

                                                        

                        Hitab:

…bizi yalnız bakışların büyüler,

Yorma gözyaşlarınla kendini hiç:

Biliriz, servetin önünde güler

Sahne üstünde ağlayan Miloviç

 

Çık bütün haşmetinle Çardaş’tan,

Yolu hummalı çehreler sarmış!

Bize bildirdiler ki bunlarmış

 

     Çardaş Prensesi Operası’ndaki aşk hikâyesi, çok içli ve duygusal bir anlatıma sahiptir. Operanın son perdesinde sevgililerin kavuşması, belki yazarımızın bir nebze isyanını azaltmıştır.

 

 

                                                              SARA

 

          Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sara” şiirinde yalnızlık içinde olan sevgilinin “Yine Sara yatakta yalnızdı…”, fiziki özellikleri “Düşünce saçları çıplak, beyaz omuzlarına,”,“Sarıldı akşamın altın kanatlı rüzgârına”verilmiştir.

    Divan şiirinin mazmunları, “ye’s”, “Ay”, “şule” ,“ilahe”,“semavi”, “mest”, “meclis” “pervasız” kullanılmıştır. Ümitsizlik, insanda ruhun ölümü, ılık bir nefes ile yaşamak kadar yumuşak geçişler var.

          SARA

Diyor ki Ay :-Yine Sara yatakta yalnızdı…

Düşünce saçları çıplak, beyaz omuzlarına,

Sarıldı akşamın altın kanatlı rüzgârına,

Vücudu gevşedi. Mehtaba dalmadan sızdı.

 

Diyor ki ye’s ile Ay: -Bilmedin mi sara kim?

Bütün gönülleri aşkıyla mest eden bir kız.

Güler, gezer gece meclislerinde pervasız,

Ilık vücuduna hiç kimse olmamış hâkim!

 

            NEDİM’İN RUHUNA         -           NEDİM’E DAİR            -       SAKİLER

 

    Tanzimat döneminin yenilikçi yazarları divan edebiyatının yüz yıllara dayanan şiir geleneğini eleştirdikleri oranda şiir yapılarında yine divan edebiyatından kopamamışlardır. Ses ve ahenk özelliklerinden yararlanılan klasik edebiyattan uzaklaşmak istenmiş, memleketçi yaklaşım içine girmeye çalışılmış Daha çok hece vezni ve sade söyleyişi tercih eden yazarlar halk edebiyatı geleneğine yönelmişlerse de bazı yazar-şairlerin geleneksel edebiyatın çizgileri içinde kaldığı görülmektedir. Faruk Nafiz Çamlıbel’in ilk kitap(birinci kitap) çalışması incelendiğinde “Hecenin Beş Şairi” kalıbına sığmadığı, Divan edebiyatının Nedimane tarzını biraz açtığımızda; dili kullanmadaki ustalık, söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu, Nedime özgü eda, karşımıza çıkmaktadır.

     Nedim, eserlerinde okuyucuya neşe veren, huzur veren bir üslup ve dille yazmıştır. Her güzelde bir başka güzellik arayan, İstanbul’u köşkleriyle, mesireleriyle, abideleri ve mimari eserleriyle tanıtan şiir deryasının şairidir..

     Nedim 18.yüzyılın başında, gazelde Nabi’nin, kasidede Nefi’nin varlığının hissedildiği şiir âleminde yeni bir tarz geliştirmiş, fark eylemiştir. İstanbul hayatından sahneler, eğlence mekânları, Sadabat eğlenceleri, yerlilik, millilik, halk edebiyatından unsurlar dikkat çekmekte. Faruk Nafiz’in şiirlerinde de bunları görmek mümkün.

     Memleket temalı şiirleriyle, açık anlatımıyla, akıcı dil özelliğiyle görülen Faruk Nafiz, Klasik şiirin muhteva ve şiir şekil özelliklerini şiirlerine yansıtmaktan geri kalmamıştır. Divan şiiri, tasavvufi şiirinin temel yapı taşı olan aşk klasik edebiyattaki kullanımlarına uygun düşen nazım biçimleriyle ortaya konmuştur. Şarkı nazım biçiminin özellikleri nakarat“Şehriyar-ı belde sen sultan-ı Sadabad sen” kısmı ve içerik ile hissedilmektedir. “Sen ki en çalakısın sahil-nişin ahuların – Açda yüz bin kalbi titretsin gümüş bazuların”, “Heykel-i sehharı sensin cümle sevda-cüların.- Şehriyar-ı belde sen sultan-ı Sadabad sen”

    Beşeri aşktan yola çıkarak, ilahi aşkın söylencesiyle seslenen şair, bugünün ruhuyla geçmişin zengin şiir kültürünü önümüze serebilmiştir.

 

 

 

NEDİM’İN RUHUNA 

Her gün alnından serin bir bad-ı ruh-azad esen

Şehriyar-ı belde sen sultan-ı Sadabad sen

Sevdiğin her gence ördün saçlarından bir resen

Şehriyar-ı belde sen sultan-ı Sadabad sen

     NEDİM’E DAİR 

İnce kızlar dolaşırken bağda 

Gülüşürler: Bu geçen şair kim?

Gelir akşamları Sadabada,

Dinlenir bir söğüt altında Nedim:

Böyle sevdalı geçen bir demde  

Bana nisan gibidir her mevsim

Öyle şuhum ki, Nedim, olsam da 

Çınlatır şarkı asırlarca sesim!.”

 

                   SAKİLER

Farkı yok bir cennet-abadın bugün viraneden

Şimdi medhaller karanlık bahçeler tenha neden 

Gizli bir bu yükselirken son kırık peymaneden

Geçmiş ahu gözlü sakiler bu matem-haneden

                                                                                                                     

                                                           

 

SADABAD KADINLARI

 

    Dramatik şiire örnektir. Dönemin kadınlarına sesleniş var. Kadını Doğu ve Batı etkileşiminin yansıması olarak veriyor. Giysiler, mekân, zengin kelime kültürüyle birleşince yapılan betimlemeler bir tiyatro sahnesi kadar canlı…

    Şiirsel söyleyişin içinde insan yaşamı eyleme dönüşmüş, kadın ana fügur olarak kaleme alınmıştır. İstanbul’un güzel mekânı, dillere destan yerine, 3. Ahmed’in katıldığı açılış şöleninde şairler  “mutluluk veren mamur yer” anlamına gelen Sa’d-abad ismini uygun görürler. Ne güzel bir şey ki ismi bile edebi düşüncenin tezahüründe oluşmuştur

   Yüzyıllarca şairler şiirlerinde Sadabad’ı ele almıştır. Divan Edebiyatının, Tanzimat Edebiyatı’nın, Milli Edebiyatın, nazım ve mensur türlerde adını sıkça duyurduğu bir ekol olmuştur.  

  Osmanlı saray şairlerinin şiirlerinde İstanbul ve aşk ele alındığında mekân olarak Sadabad verilirdi.18. yüzyılda mesire alanı olan Kâğıthane semtindeki Sadabad Sarayı, yeniden inşa edilir, dere yatağı değiştirilerek yeni bir kanal oluşturulur, yapay çağlayanlar ve havuzlar yapılır. Yapılanhavuzun içine otuz mermer sütun üzerine Sa’d-abad Sarayı kurulur.173 kasır inşa edilir. Kâğıthane mesiresi İstanbul kadınlarının, açık havadaki en büyük eğlence alanı olarak bilinir. Mesire alanı saray için önemini kaybettikten sonra 20. yüzyıl başlarına kadar birçok Divan şairinin, aşk –kadın –mekân, üçgeninde kullandıkları, kasr, camii ve çeşmelerin güzelliği, divan şairlerini şiir deryasında dillendirmiştir. “Geçirirler hevesle Sadabad -Yolu üstünde hepsi gündüzünü”“Hepsi Şark’ın bir ince heykelidir.” , “Mey sunar bir nedime her gence”.

    Nedim’in “Dilruba” mazmununu kullandığı şiirlerinin varlığı “Çünkü şairsin hayal-i tazedir senden murad-Pes yeni bir dilruba-yımu-miyan lazım sana” (Sen ki şairsin yeni hayalli muradı olansın.-Yeter, sana ince belli yeni bir gönül yüzü lazım.) Faruk Nafiz’in : “Anıyor hepsi Dilruba adını” mısrasında hem kadın ismi, hemde gönül yüzüyle aşıkı aşk deryasına götüren gönül çelen olarak değerlendirebiliriz. Divan şiirinin sevgilide görülmesi gereken özelliklerininmazmunlarla verildiği söylenebilir. “Her dudak nağmeler heceler-Böyle yorgun sürüklenir geceler.” “Her gün avare gölgeliklerde.” , “Buse, en son ilaç imiş derde…”Faruk Nafiz kalıplaşmış mazmunları akıcı bir dille sunmuştur.

    Doğal güzellikleri ile mimari yapının oluşturduğu zarafetsevginin-aşkın, zevkin anlatımıyla birçok şair için ilham kaynağı olmuş. “Ölü bir kalbe can veren sultan,-Bir şifa bekler erganunundan: - Süzerek ye’s içinde Marmarayı” mısralarında gönül verdiği sevgiliyi klasik edebiyatın şiir dilinde var olan; aşık, her nefes alış verişinde acı çeken kişi kalıbına sokmuştur. Bazen suyun sesi, kayığın sudaki ilerleyişi, sevgilinin su kenarındaki yürüyüşü, ilahi sevgiliye olan özlem, sevgilininçeşmeden su içmesi, çeşit çeşit laleler, Haliç, bad, kaybedilenve özlem duyulan sevgili, Sadabad Sarayı’nın ve diğer güzelliklerin estetik güzelliği ile dillenir, şiirleşir.

 

 

                                                  Asrın Kadınlarına 

                           Bir nim neşe say şu cihanın baharını

                           Bir sağır-ı keşideye tut lalezarını

 

Yine bir sur içinde şimdi Haliç!

 

Bakıyorken geçen kadınlara hiç 

Duymuyor kimse ruh elemlerini.

Taşıyor beldenin haremlerini

Derenin medhalinde sandallar.

Şark işinden feraceler, şallar

             

Akıyor dalga dalga şimdi kıra…

Halı sermiş melikeler çayıra!

Aşinadır güzel kadınlara bad,

Geçirirler hevesle Sadabad 

….

              1916, Kanun-i evvel   -   Kanun-i sani

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zübeyde Fidan Kırmızı Arşivi
SON YAZILAR