GAZETECİLİK EDEBİYATIN ZAMANINI ÇALIYOR

GAZETECİLİK EDEBİYATIN ZAMANINI ÇALIYOR
Gazetecilik edebiyata çok uzak bir meslek değil aslında. Yaşar Kemal ya da Eduardo Galeano buna iyi örnektir.

 

ŞAİR-GAZETECİ VECDİ ERBAY 

-5 yıl oldu Diyarbakır’a yerleşeli. Bana ne kattı Diyarbakır, bunu zaman gösterecek ve belki buradan ayrılmam gerekecek bana kattıklarını daha net görebilmem için. Neler aldı? Açıkçası bunu da bilmiyorum.

- Kırklardağı’nın imara açılmış olması, kültürel ve siyasal yozlaşmanın görünen yüzüdür, diye düşünüyorum.

- Her şeyin, insanın, kültürün, yurtseverliğin, kimliklerin, konumların, kurumların ranta tahvil edildiğini sadece ben görmüyorum. Herkes kendi gündelik hayatındaki tanıklıklardan görüyor bu feci yozlaşmayı.

 

 (Birinci bölüm)

ŞAİR-Gazeteci Vecdi Erbay, Yaşar Kemal gibi bugün artık klasik olmuş sıkı eserleriyle tanıdığımız edebiyatçı-gazeteci geleneğinin coğrafyamızdaki inatçı sürdürücülerindendir. Kendi halinde ve ağırdan akan Sevgili Erbay, çok yönlülüğüyle hemhal bir beyefendi insandır. Allak bullak yaşam gailesi içinde edebiyatı aksatıyor gibi olsa da, bu yüreği şiir olan insan, nevalesinde biriktirdikleriyle, keyifle okunacak güzel kitaplarla hep bizlerle olacak. Şair-Gazeteci Vecdi Erbay’ın aylaklığa (edebiyata) daha fazla vakit ayırması temennisiyle sizleri baş başa bırakıyorum.

Hazırlayan: Metin Aydın —Vecdi Erbay kimdir?

Türkçe adıyla Şenyurt eski adıyla Dirbêsiyê’de doğmuşum, benden sonra doğacak 10 kardeşin ağabeyi olarak. Dirbêsiyê, tel örgülerin, mayın tarlalarının, askerlerin kuşattığı bir sınır kasabası. Sınırın öte yakasındaki şehrin adı da Dirbêsiyê. Orada akrabalarımız, tarlamız, büyüklerin anıları var, hep anlatılan. Bir de kaçakçılık hikâyeleri, özellikle yaz aylarında uykudan uyandıran silah sesleri... Bayramlarda sınır kapısında birikirdi insanlar. Askerin izin verdiği kadar tel örgülere yaklaşan insanlar, avazları çıktığı kadar bağırarak bayramlaşır, hal ahtır sorar, yeni doğmuş bir çocuğu havaya kaldırarak gösterirlerdi mesela. Çizgi roman okurdum, hâlâ okurum. İlkokulda yazdığım kovboy hikâyelerini çok yetenekli bir arkadaşım çizerdi. Kur’an kursuna, arkadaşlarım gidiyor diye gittim bir yaz. Kolay ezberlediğimi hatırlıyorum, ama okuduklarımın ne anlama geldiğini bilmiyordum ve anlamadan okumanın anlamsızlığını hocayla tartıştığımı hatırlıyorum. Kursta mizah dergisi okurken yakalanınca iyice gözden düştüm. Bincan Sineması’nı anmadan olmayacak. Babadan, derslerden, oyundan kaçarak giderdim sinemaya. Sinemaya yalnız gitmeyi sevmezdim, hâlâ sevmem, bu nedenle bazen arkadaşlarımın da biletini alırdım. Bütün kan davaları gibi aptal bir kan davasına tanıklık. Ölümün, göçün, korkunun oyun olmadığını geçen zaman içinde daha iyi fark edecektim. Belki ilk kez, başka bir kan davasına kurban edilen bir ilkokul çocuğunun cesediyle, annesinin çığlıklarıyla, acısıyla karşılaşınca şiddetin gerçek yüzüyle karşılaşmış olacaktım. Ortaokulda siyaset... Edebiyattan önce ‘Manifesto’, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm’ ve benzeri kitaplar... İzbe bir evde verilen siyasi seminerler. Kürt olmak, sosyalizm, Türkçenin baskısı nedir, bu soruların cevaplarını o yaşlarda keşfetme çabası... Sonra 12 Eylül faşizmi. Kitaplar toprağa gömülmüş, sokakta Kürtçe konuşmak yasak, herkes ve her şey bir yere -sürgüne, hapishaneye, ölüme- savrulmuş. Dünyayı değiştirme düşü bitmiyor yine de… Lisede ders çalışmıyorum. Bulabildiğim romanları sabahlara kadar okuyor, derste uyuyorum. Yaşar Kemal’in İnce Memet romanı, Yıldız Cıbıroğlu’nun çizgileriyle Hürriyet gazetesi tarafından tefrika ediliyor. Romanın tefrika edildiği sayfayı defterin etrafına sarıyorum her gün. Hoca ders anlatırken defalarca okuyorum İnce Memet’in maceralarını, uzun uzun inceliyorum çizgileri. Şiirler, hikâyeler, romanlar yazıyorum sarı kâğıtlara. Bir gün radyoda bir şiirle karşılaşıyorum: ‘Üçüncü Şahsın Şiiri’. Attilâ İlhan’ın ve diğer şairlerin peşine düşüyorum. Belki bu anıdan, belki güçlü bir şiir oluşundan, ezbere bildiğim tek şiir budur. Birkaç arkadaşım var edebiyat konuştuğumuz, kitap paylaştığımız. 12 Eylül edebiyat kitaplarını da yasaklamış. Mardin’de kitapçı yok, birinin yolu Diyarbakır’a düşerse kitap ısmarlıyoruz. Lise bitince, üniversiteye gidemediğim iki yıl boyunca, sadece edebiyat okudum ve yazdım. Ama bütün bu çaba hep el yordamıyla, sezgiyle ve içe kapanarak gerçekleşti. Top oynamayı o tarihlerde bıraktım. Üniversiteye akademik kariyer ya da bir iş sahibi olmak için gitmediğimi söylemek isterim. Dirbêsiyê’den çıkmak, edebiyata ve edebiyatçıya daha yakın olmak arzusuydu üniversiteye gidebilmek için bütün bir kış ders çalışmam. Tercih ettiğim okullar iletişim fakülteleri ve eğitimdi. Edebiyata ve serüvene yakın olduğu için gazeteci, yazmak için zaman bulabileceğimi düşündüğüm için öğretmen olmak istemiştim. Eğitimi kazandım ve bitiremedim. Ama dışarıya çıkmış, başka hayatlar, yerler, aşklar tanımış oldum. Tam istediğim gibi... Neyse, Dirbêsiyê, ben çocukken güzel, büyük, Arapların, Kürtlerin ve Türk memurların birlikte yaşadığı ‘şen’ bir yerdi. Sonra kan davası, ekonomik sorunlar, derken barbar 90’lı yıllar Dirbêsiyê’nin her anlamda boşalmasına, yoksullaşmasına, çoraklaşmasına neden oldu.

 

—Çeşitli dergilerde yazıların, şiirlerin ve öykülerin yayımladı, kitapların raflarda yerini buldu. Gazetecilik, TV’lerde programcılık yaptın/yapıyorsun... Bu yoğun uğraşların dışında hayatının geri kalan kısmında neler yapıyorsun?

Gazetecilik edebiyata çok uzak bir meslek değil aslında. Yaşar Kemal ya da Eduardo Galeano buna iyi örnektir. Ancak yoğun bir tempo gerektiriyor gazetecilik ve bu, özel bir zamana (diyelim aylaklığa) ihtiyaç duyan edebiyatın önüne geçebiliyor. Dolayısıyla gazetecilik ile edebiyat yazarlığını bir arada götürmek epey zahmetli. Ama ikisi de insanın peşini kolay bırakan işler değil. Gazetecilik edebiyatın zamanını çalıyor, daha çok yoğunlaşmanın, üretmenin önüne geçiyor. Şiir ya da öykü yine de zamanını bekler ve eninde sonunda çıkar ortaya. Bütün bunların dışında, dünyanın, insanın hallerine şaşkınlıkla bakıyorum. Öfkeden, her türlü şiddetten, sevgisizlikten uzak durmaya çalışıyorum...

—Kendi şiirini/yazılarını nasıl değerlendiriyorsun?

Yazdıklarımla ilgili değerlendirmeyi elbette okuyucuya, eleştirmene bırakıyorum. Yazdıklarım yayımlanmaya değer görülmüşse, bir genel değerlendirme için, çoğu zaman sadece onların konuşmaya hakkı vardır.

—Diyarbakır’da yaşıyorsun.. Bu kentin sana neler katıp senden neler aldığını söyleyebilir misin?

5 yıl oldu Diyarbakır’a yerleşeli. Bana ne kattı Diyarbakır, bunu zaman gösterecek ve belki buradan ayrılmam gerekecek bana kattıklarını daha net görebilmem için. Neler aldı? Açıkçası bunu da bilmiyorum. Ancak tarihi çok eskilere dayanan ve onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Diyarbakır bir kültür şehridir. Yemeğinden diline, el sanatlarından müziğine kadar kendine özgü meziyetler barındırır ve bunda Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Yahudilerin büyük katkısı vardır. Ekonomik gelişmeye açık bir kent olması, elbette göç almasına da neden olmuş. Ancak kültürel birikimi, 1990’lı yıllara kadar bu göçlerden etkilenmedi. 90’lı yıllarda savaş mağdurlarının yarattığı göç dalgası Diyarbakır’a fazla geldi. Kentin kimliği dönüşüme uğradı. 2000 yılında geldiğim Diyarbakır savaşın yarattığı tahribatı onarmaya çalışıyordu. Sonraki yıllarda da her fırsatta geldim Diyarbakır’a ve her defasında şehrin çok büyüdüğünden söz edilirdi. Büyüyordu şehir, doğru, her geldiğimde yapıların surların dışına biraz daha taştığını görüyordum. Ama kültürün, siyasetin, tarihin, ekonominin şehri bir inşaat şantiyesine dönüşürken birçok değerini de kaybediyordu. Kırklardağı’nın imara açılmış olması, kültürel ve siyasal yozlaşmanın görünen yüzüdür, diye düşünüyorum. Asıl tehlike daha derinde, herkesin görmezden geldiği sosyal ve siyasal alanda yaşanıyor. Her şeyin, insanın, kültürün, yurtseverliğin, kimliklerin, konumların, kurumların ranta tahvil edildiğini sadece ben görmüyorum. Herkes kendi gündelik hayatındaki tanıklıklardan görüyor bu feci yozlaşmayı. Diyarbakır, başını kuma gömmeyi tercih edenlerin ya da etmek zorunda kalanların yönettiği, yönlendirdiği, biçim vermeye çalıştığı bir şehir oldu. Diyarbakır’ın bir kimlik bunalımı yaşadığını düşünüyorum. Yeni bir kimlik ya da yenilenmiş, taptaze, dipdiri bir kimlik edinmeye çalışıyor. Geçiş sürecinin şiddetli sancılarıyla boğuşuyor, ancak her şey o kadar karmakarışık ki, bu sancıdan kurtulması hiç de kolay olmayacak gibi görünüyor. Yine de umutluyum bu şehirden, bir gün safralarını kusacaktır. ([email protected])

(DEVAMI YARIN)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.