GIRNAVAZ’DA CİNLERİN SERÜVENİ

GIRNAVAZ’DA CİNLERİN SERÜVENİ
ARMAGEDDON isimli romanıyla cinlerin bizi ve dünya güçlerini nasıl etkisi altına alarak, yönlendirdiğini anlatan bu fantastik- polisiye romanın yazarı Sayın Ali Çiğdem’le ilginizi çekeceğine inandığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.

ARMAGEDDON isimli romanınızda gizemli ve alışılmışlığın ötesinde bir konuyu ele almışsınız? Geçmiş tarihsel zamanlarda yaşandığını farz ettiğiniz metafizik güçler yani cinler arasındaki; ilişki ve çatışmaları günümüz dünyasıyla ilişkilendirerek, ortaya polisiye-fantastik bir macera çıkarıyorsunuz.

Röportaj: Mümin Ağcakaya

Hatta bu ilişki güç bağlarını; üçüncü dünya savaşını çıkaracak kadar bir etkileme gücünde olduğu sonucuna vardırıyorsunuz. Ayrıca bu romanı kurgularken hareket noktanız neydi? Bu konuda Tigris Haber Gazetesi vasıtasıyla okuyuculara anlatırsanız memnun oluruz?

 7-8 yıllık Türkçe öğretmeniyim. Yazarlık serüvenim her ne kadar 6 ayı geride bırakmış olsa da bunun öncesinde kitap yazma çalışmalarım oldu. İlk kitabımı 2006’da yazdım. Daha önce de denemelerim oldu. Fakat bunları ben yayın sürecine almadım. ARMAGEDDON kitabının içeriğini ben 12- 13 yıldır araştırıyorum. 10 yıllık birikimi kitaba dönüştürmeyi başardım. Kitap, şubatın sonu martın başında okuyucu ile buluştu. İlk hafta ilk baskının yarısı tükendi. Şu an ARMAGEDDON ikinci baskı yapmaya doğru gidiyor. Yeni bir yazarın ilk kitabı olmasına rağmen; korku gerilim türünde olduğu için yayın dünyasına iyi bir giriş yaptığını söyleyebilirim. Kitabın geri dönüşleri güzel oldu. Kitaplar genelde 2’ye ayrılır: Çok satılan ve çok okunan olmak üzere. Her çok satılan kitap, çok okunmuyor. Her ne kadar popüler kitaplar kadar çok satmasa da ARMAGEDDON okunan bir kitap oldu. Gençler bazen bana ulaşıp diyorlar ki kitabı bir kişi aldı; ama ‘sınıfın olarak hepimiz okuduk’ diyorlar. Bu şekilde on bin kişi kitabı okumuştur. Özellikle lise çağındaki gençler alıyor.

Bu kitabı yazarken ve bunun kurgusunu kurarken kadim çağlardan, firavunlardan ve bu döneme ait tarihi belgelerden etkilendim. Ezoterik her zaman çok eski bir kavim olmuştur. Avrupa’da cadılar, bizde büyü her zaman ilgimi çekmiştir. Tarihe baktığımızda kralların, imparatorların hep bir kâhini,  büyücüleri olmuştur.  Bunlar bize reel gelmemiş olsa da yani gotik edebiyatın usulü gibi gelmiş olsa da bu bence çok önemli bir şeydir. Çünkü koskoca kralların, firavunların yanında kâhinleri büyücüleri bulundurması bize fantastik gibi görünse de; hem sıra dışı, ve hem de yaşanan olaylardan. Her ne kadar batıl bir davranış gibi gözükse de bunun altında ciddi gerçek bir şeylerin olduğunu düşünüyorum. Bizim yerel kültüre bakıldığında metafizik durumlardan, öğelerden sıkça bahsedilir. Şeytanlardan. Yaşayan insanlardan bahsedilir. Hatta yanılmıyorsam Mardin Life Haber ajansın da habere konu olan yazının altına okuyucu şöyle bir yorum yazmıştı: Midyat’ta bir büyücünün olduğunu kimde ne kadar para ve altının olduğunu tespit ederek, onları büyü ile esir alıyormuş. Servetlerini ellerinden alana dek de onları bırakmıyormuş. İşte bizim toplumumuzda da ciddi anlamda bu tip metafizik olayları yaşanıyor.

Buna benzer olayların yaşanmasından sonra mı böyle bir roman yazmaya başladınız?

Doğrudur. Bu türden olayların hayatımızın bir gerçeği olduğunu anlamak gerekiyor. İnsanların çeşitli sebeplerden dolayı inkâr etse de, yüzleşmek istemediği bazı korkular vardır.  Bunlar hayatımızın görünmeyen kısmının bir realitesi. Bunu ciddi anlamda güzel bir edebi eser olarak işlemek istedim. Malzeme olarak kültürümüz çok zengin ama hiç işlenmiyor. Stephan King çok harabe kitaplar yazıyor. Onların kültürü bizim kadar kadim ve zengin olmamasına rağmen; olmayan kültürü var ediyorlar. Amerika’nın sinema, edebiyat ve kültür tarihine baktığımızda olmayan kahramanlar yaratabiliyorlar. Mesela; Örümcek Adam, Süpermen gibi. Biz bu birikimi modernleştirebiliriz. Ben ARMAGEDDON’ da bunu yapmaya çalıştım. Geçmiş kültürümüzdeki zenginliklerinden gereken ihtiyaç duyduğum malzemeyi alıp bunu günümüz insanın beğenisine uygun hale getirdim. Çünkü özellikle gençler kitaba çok ilgi duyuyor. Ver de özellikle bu kitabı bir alternatif olarak yazdım. Kitapçıya, kitap almaya gittiğinde, gerilim kitabı okumak istiyorsun, bir bakıyorsun ki belirli kültürden gelmiş yazarların romanları hâkim.  Yani bir Stephan King’e bakıyorlar. Genelde Batılı yazarlar hâkim, yerli yazarlar yok; yani bunlarla rekabet edecek bir eser ortaya koyamıyor. Bizim kültürümüzü içeren özellikle son dönemlerde cinlerle ilgili korkulu filmlerine ilgi duyuldu. Hatta bu bir furyaya dönüştü. Çeken çekene. Ne garip ki bunların tümü birbirlerine benziyor. Filmler birbirinin kopyası. Hep yaratıcılık sorunu yaşıyoruz. Bizde bir dizi çekilir ve tutarsa sonrasında tüm diziler onu taklit eder. Bu konu ile ilgili bir iki kitap yazıldı. Gerçekten özgün eserlerdi. Sonrasında gelenler hep taklit etmeye başladı. Ben bunu aşmaya başladım. ARMAGEDDON, çok özgün ve farklı bir kitap. Belli bir türe bağlı kalmadı. Polisiye olarak başlayarak, korku ve gerilim olarak devam ediyor. Politik, sonlara doğru da fantastik öğeler var.

Gırnavaz nereden ortaya çıktı. Seçilmiş bir yer mi? Buraya ait bir öykü var mı?

Halk arasında Gırnavaz cinlerin başkenti olarak bilinir. Hatta bazı rivayetlere göre ilk Müslüman cinlerin burada olduğu hatta Peygamber Efendimizle cinler karşılaştığı zaman onların içine Nusaybinli cin kabilelerinin liderlerinin de olduğu söyleniyor. Yani şöyle bir tabir kullansak sanırım yanlış olmaz; Gırnavaz; Sahabe cinlerin bulunduğu bir yer. Ve Nusaybinli cinler bin yılı aşkın bir süre yaşıyor. Mardin Nusaybin’de bolluk ve bereketin yaşandığı halk içinde anlatılan, şahit olunduğu söylenen şeyler var. Hasta insanların gidip orada iyileştiği, dertlilerin derdine deva bulduğu bir yer olarak rivayet ediliyor. Müslüman cinlerle karşılaştıkları; hatta Müslüman cinlerin liderinin mezarının da orada bulunduğu söyleniyor. Ve bu mezarlar ziyaret ediliyor.

Bu mezarlıkların yeri nerede?

 Yeri ise Nusaybin’in 5 km kuzeyinde, Cizre yolunda. Yüz hanelik bir köy. Bu köye cin kuyusu büyük bir gizem katıyor. Bu kuyunun ve köyün geçmişi Babilliler dönemine dayanıyor. Köyde halkın küffarı dediği çok eski yapılar ve cin kuyusu dedikleri bir yer var. Babilliler; cin kuyusunun önünde büyü yapıp, kuyunun içindeki varlıklardan yardım istiyorlar. Kitabı okuyan herkes Gırnavaz’a gidip o köyü ziyaret etmek istiyor.

Niye hep yedi?  Bu olay ve anlatım içinde yedi sayısına farklı anlamlar atfediyorsunuz. Mesala yedi ülke, yedi şehir, yedinci gün ve yedi cinayet;  bunun gibi birçok olay yediyle başlıyor, yediyle bitiyor. Yediyi bu kadar gizemli kılan nedir?

                O tip kültürlerde yedinin özel bir anlamı var. Yedi kapıları temsil eder. Biz7’nin özel bir anlamı var. 7 genelde kapıları simgeler. Mesela bizde de gök 7 kattır, Fatiha suresi 7 ayetten oluşur. Yedi genelde kapıları simgeler. ARMAGEDDON’ DA her ülkenin metafizik âleminin 7 kapısı var ve 7 cinayetin sebebi de; o 7 kapıdan sorumlu olan kâhinlerin öldürülmesi.  Pentagon merkezli bir güç dünyada büyük bir proje peşinde. Kitabın politik konusu da Çin, İngiltere, Türkiye, Katar, İran ve Fransa gibi ülkeler küresel sermayelerin desteklediği İpek Yolu projesi var. Londra’dan başlayıp Çin’ e kadar gidecek büyük bir ticaret ekonomik hacme sahip. Bu ipekyolu projesi Amerika da pentagon’da kesinlikle önlemeye çalışıyor. Pentagon fiziki boyutun yanında metafizik olarak da bir şey yapmak, bunu önlemek istiyor. Bunlar bu projesini kilit ülkeleri. İngiltere Fransa, Çin, Katar, Türkiye ve İran Ülkeleri büyük ayaklanmalarla ülkeleri çaresiz bırakmaya ve kendi projesini onlara kabul ettirmeye çalışıyor.  İkinci kitapta bunlar ortaya çıkacak.

Gırnavaz’ın altında büyük bir yeraltı krallığından bahsediyorum. Böyle bir şey var mı, yok mu? Bunu ben de bilmiyorum, bu büyük bir kurgu. Ama cin kuyusunun altında ne var ben de bilmiyorum. Cin krallığının altında bir kavim var bu cinnet kavmi.  Bu kavim daha çok Hz Süleyman döneminde yeryüzüne çıkmış, insanlara musallat olup onları delirtiyormuş. Yani bu günün tabiri ile toplumsal kaos. Pentagon bunu bir silah olarak kullanmak istiyor. Pentagon teknolojiyle bunu bir silah haline getirmek istiyor. Bunu ikinci kitapta işleyeceğim. İnsanların bilinçaltında program gibi bir şey kurgulanıyor. O program gözü, korneayı sürekli okuyor. Beyinden sinyalleri alıp bir nevi network ağı oluşturuyor. Kitleleri yönlendirerek toplumsal kaoslar oluşturacak ve rakipsiz olacakları bir sistem kuruyorlar.  Ben bu kurgunun metafizik boyutunu anlatmaya çalıştım. Kitaplarda ve filmlerde işlenen klasik cin hikâyesinden farklı bir tarzda ele almaya çalıştım. Tabi buna gerilin, politik ve fantastik boyutunu da katmaya çalıştım.

                Bu romanda cinlerle anlatmaya çalıştığın kurgu, aslında insanoğlunun içinde biriktirdiği negatif, kötü düşüncelerin fantastik bir boyutta işleyerek; insanlara tersinden bir mesaj mı vermek istedin? Şöyle de sormak istiyorum, insanoğlu kötülüklerden kurtulmak istiyorsa başta kendisinden olmak üzere pozitif olursa, yaşama hep iyi yönden bakabilirse insanların aralarında kavgaya, savaşa gerek kalmayacağını mı? Anlatmak istedin. Bunu yaparken işin içine fantastik, polisiye bir macerayı katarak daha çekici kılarak mesajını farklı bir dille mi anlattın?

Yeryüzünde işlenen kötülüklerin varlıkları güçlendirdiğini, iyilikleri de zayıflattığını ve de pozitif ve negatif enerji döngüsünü bununla anlatmaya çalıştım. Siz bir kediye su verdiğinizde ya da bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirdiğinizde bu ne kadar küçük bir şey gözükse de aslında çok büyük bir şeydir. Yeryüzündeki iyilik ve kötülük mücadelesinde aslında kitapta iyilik kazanıyor da diyebiliriz. Demeyebiliriz de çünkü kitap ter köşeye yatırıyor. Birçok kahraman hayatını kaybediyor.

Şu anda iyilik eksilerde. Kötülüğün kaynağı; insanoğlunun hırslarına yenik düşmesidir. Mikro anlamda insanların; makro anlamda devletlerin, ulusların hırsları ile ilgili bir şey. Mesela birinci dünya savaşında devletlerin toprakları paylaşma hırsı gibi. Kitabı özetle şöyle anlatmak istiyorum: Mardin büyücüleri ile ünlüdür. Büyücülere gelen insanlar hırslarının kurbanı oldukları için oradadır. Bunun temelinde yine insanın zapt edilemeyen hırsı vardır. Bu tabi insanların inanıp inanması ile ilgili bir şey. Bunu tartışmam. Ama insanın sevmediği birine zarar vermesi, ya da bir ailenin huzurunu bozması veya gelininden oğlunu boşatmak isteyen kaynanalar vb. gibi birçok olay günlük yaşamda karşımıza çıkmaktadır.

İnsan aklının oluşmaya başladığı zamandan beri bir büyü olayı var. Halk arasında sıkça göz değmesinden, nazardan bahsedilir. Bunları nasıl değerlendirebiliriz?

 Büyü aslında bilimsel bir olaydır. En basitinden bir söz bile, bir büyüdür. Biyoenerji, elektromanyetik dalgalar gibi.

 Bir insanla karşılaştığınız zaman o insan size negatif enerji verir, başka insan da size pozitif enerji verir. Aslında negatif enerji bir şeyleri değiştiriyor. Kuantumdan bildiğimiz üzere; iyi düşünürsek iyi enerjiyi, kötü düşünürsek kötü enerjiyi üzerimize çekeriz. Biz vücut olarak da enerjiden oluşuyoruz. Bu enerji de elektromanyetik dalgalar yayıyor. Beynimiz dalgalar yayıyor, doğal olarak başka dalgalardan da etkilenecektir.

        Çok ilginç bir değerlendirmeniz var. Cinleri sonunda politikleştirmişsiniz?

 Sonunda iyilik hâkim olacaktır. Bir şey yapmak, iyilik yapmak, bazı fedakârlıkları gerektirmiş ve her zaman zor olmuştur. İnsanoğlu bu her ikisi arasında git gel yaşamıştır. İnsanlar bir bina inşa etmek için yıllarını verirler; ama biri gelip o binayı yerle bir eder. Bu nedenle kötülük hep kolay olmuştur. Kötü insanlar, kolayı seçen insanlardır; zor olan ise iyi insan olmayı gerektirir.

Ama insanlar çok kötülük yapıyorlar. Bunu sadece kendi soyuna karşı değil; doğaya da, doğadaki diğer canlılara karşıda çok kıyıcı ve yok edici.

          Kitabı okuyanlar şöyle diyor: “Ağabey bundan sonra kötülük yapmayacağım, elimden geldiğince iyilik yapacağım”. Yani kötülüğün ne kadar zararlı ve tamir edilemez olduğunun bilincine varıyorlar. Şu anda insanlar ikinci dünya savaşında ölen insanları geri getiremez. Kötülüğün vermiş olduğu tahribatın bedeli bazen ödenemiyor. Şu an birçok ülke nükleer silah var. Bu silahlar her hangi bir savaşta patlarsa dünyanın alacağı hasar ve ölen insanlar olacak ve bunların hiç biri geri gelmeyecek. Bir baba olarak düşünüyorum bir savaşta evlat kaybedildiğinde tüm dünya bir araya gelse yine de onun yerini dolduramaz. Bunlar insanoğlunun yaşadığı ciddi travma ve acılardır. Ve bu acılar her geçen gün insanlığın vicdanını kemiriyor. Bunun için bizim hassa olmamız lazım. Güzel görüp, güzel düşünmemiz lazım. İnsanlara karşı iyimser olmamız lazım. Ve en önemlisi de hırslarına yenilerek çevremize zarar vermemeliyiz. Hırslarımıza yenik düşersek; çevremizdeki her şeyi kırmaya, dostlarımızı üzmeye başlarız.   

Sonraki yazın çalışmanızda daha ilginç konulara el atarak okuyucunu şaşırtmaya devam edecek misiniz?

Bir sonraki kitabımda Güney Amerika’daki bir tarikat var. Ki bu gerçek bir olay. Bu tarikat cinlere ve şeytanlara tapıyor. Bebeklerini amaçlarına ulaşmak adına kurban ediyorlar. Devletler her şeye hâkim olmak hırsıyla kitlesel imha silahları yaptılar. Ama insanlık bunların önüne geçemiyor. Bu kötülük ile metafizik kötülük arasında bir bağ vardır. Metafizik boyutundaki kötülük, fiziki haldeki kötülüğü de etkiliyor. Kitapta da bunu anlatmaya çalışıyorum. Firavunlar, kötü hükümdarlar, diktatörler kavim çağlarda kötü metafizik varlıklardan yardım alarak bir şeyler yapmaya çalıştılar. İslam tarihinde Hz. Süleyman’ı devirmek isteyenler cinlerden yardım istiyorlar. Kötü cinlerin yardımıyla da onları devirmeye çalışıyorlar ama başaramıyorlar.

Bu kadar geçmişe gittiğinize göre mitolojiyle de ilgileniyor musunuz? Çünkü ele aldığınız konular bir yerde mitolojinin de alanına girmektedir?

  İlkel insanlar bu savaşları tanrılar şeklinde betimlemiş.  4 bin yıl önce bir insanın bir tankı gördüğünde nasıl betimler. Ağzından ateşler saçan bir ejderha olarak betimler. Kitabımda iyi ve kötü uzaylılar da var. İblisin bir oğlu olduğunu sunan kavimler; günümüz insanı da bunu uzaylı imajıyla sundu. Bunun temelinde de insanoğlunun kendisine tapınmayı istemesi var. Habil ve Kabil olayından bu yana şeytan sürekli insanoğlunu aşağılayıp kendine tapındırmaya çalışmaktadır. İnsanoğlu onun ezeli düşmandır.  İnsanlığın ilk merkezi Orta doğu, ilk mitolojilerin de kaynağı bu coğrafya. Babil büyücüleri de işlediğiniz konu açısından önemli, Ziggurat sistemi ile kral tanrıların ortaya çıkışı ve kademeleşmesidir. Geçmişin bu fantastik dünyasını kavramadan sonraki dönemlerdeki cin, büyü vb.ni anlamayız.

Babil’deki büyü kültürü Haluk ile Maluk’tan geliyor. Onlara iyilik yapmaları söyleniyor. Sonra büyü kontrolden çıkıyorlar. Şimdi Babil büyücülerini inceliyorum. Sanırım ilginç sonuçlara varabilirim. Her şeyi kaynağında görmeye çalışmak önemli görüyorum.

Okuyucularımıza da ilginç geleceğini düşündüğümüz bu söyleşi için size teşekkür ederiz.

Bende size teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dilerim.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.