HAYATI KURTARACAK OLAN OKUMAKTIR

HAYATI KURTARACAK OLAN OKUMAKTIR
İslami alanda birçok araştırma ve incelemesi bulunan Ümit Aktaş, Yayın Ağacı Kitapevinde okurlarıyla buluştu

Tigris Haber- İslami alanda birçok araştırma ve incelemesi bulunan Ümit Aktaş, Yayın Ağacı Kitapevinde okurlarıyla buluştu. Bizde, bu imza gününde bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşiyi siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.

MÜMİN AĞCAKAYA

Araştırma ve incelemeler konusunda birçok eseriniz var. Daha sonra edebiyat alanında da yazmaya başladınız. Roman alanına geçişiniz nasıl oldu. Şiir ve edebiyatla uğraşmak mı daha kolay ya da araştırma inceleme konularında yazmak mı?

İlkokulla başlamakla birlikte ciddi şekilde okumaya başladım. Üniversite yıllarında daha sistematik bir hale getirdim. Kendimi temelde bir okur olarak görüyorum. Okumaktan asla uzaklaşmam ve asla taviz vermem. Her gün birkaç saatimi okumaya ayırırım. Okumayla birlikte yazma süreci de özellikle üniversite yıllarında başladı ve daha sonra devam etti. Kendimi edebiyata, şiir ve romana daha yakın buluyorum. Özellikle bizim toplumsal konumumuz itibariyle ister istemez siyasetle, düşünceyle, felsefeyle de ilgilenmek durumunda kalıyoruz ister istemez. Bu şartların dayatması ama öbür taraftan da hayatta kendimize bir anlam aramak, hakikat arayışı gibi şeylerde bizi buraya doğru sürüklüyor, zorluyor. Bütün bunları birbirinden ayırt etmek aslında mümkün değil. Neticede geniş bir portföy içerisinde yazmaya çalışıyorum ve ta başından beri de bu çeşitlilik sürdü. Yani şiir ve romanın yanında tarih, felsefe, din, sosyoloji gibi konularda yazdım ve de yazmaya devam ediyorum.

img_8061.jpg

Hepside birbirini besleyen konular.

Tabi ki bütünlüklü bir şey. Bunları birbirinden koparmamız çok mümkün değil. Okumalarım da bu çeşitliliğe sahip olduğu için ister istemez bu konularda da yazıyorum. Tabi ki başlangıç benim daha çok şiirle oldu. Ama daha sonra öteki alanlara da evrildi.

Edebiyat yaşamın gerçekliklerini davranış, duygu, insan ilişkileri açısından farklı; diğerleri ise daha çok teorik bir anlatım biçimi.

Farklı bir anlatım biçimi, hepsinde de o hakikat arayışını sürdürüyorsunuz ama onu bir şiirle anlatmak farklı, roman diliyle anlatmak daha farklı veya felsefi bir dille anlatmak daha farklı. Burada anlatım araçlarınız değişiyor. Ama sonuç da özünde o hakikat yolundaki çabalarınız değişmiyor. Birikimlerinizi ifade etme çabalarınızda farklı araçlar kullanmış oluyorsunuz.

 Uzun zamandan beri hakikati araştırıyorsunuz, yazıyorsunuz; bu konuda nasıl bir sonuca vardınız?

insan-olusa-dair-yaratilis-evrim-ve-insanf272ee57d9eeccbf003377276bc2553a-(1).jpg

Hakikat ulaşabileceğimiz bir şey değil, arayabileceğimiz bir şey. Ben böyle telakki ediyorum. Hatta son kitaplarımdan birinin adı ‘Yolda Olmak’ kitabımda bunu anlatmaya çalıştım. Yoldayız. Yolda yürüyoruz, hakikat arayışımızı sürdürüyoruz. Burada hakikat şudur: Hakikate ulaştım, hakikati elde ettim gibi asla böyle bir iddiam yok. Sadece mütevazı bir hakikat arayışçısıyım. İşin özününde bu olduğunu düşünüyorum. Hakikati biraz aşkın bir şeyi olarak görüyorum. Hakikate yaklaşabiliriz. Ama asla buldum, bu diyebileceğimiz bir noktaya geldiğimi düşünmüyorum.

Hakikat aynı zamanda bir araştırma ve hep ulaşma çabası içinde olunuyor ve ulaşıldığı zaman da hakikat gerçekleşmiş oluyor.

Merhalelerden söz edebiliriz. Etaplardan söz edebiliriz. Yürüyüş esnasında bir ufkumuz vardır. Ufka ulaştığımız zaman karşımıza yeni bir ufuk çıkar. Aynı böyledir. Bir yolculuktur bu. Bu yolculuğun bir sonu yok. Kâinat, hayat oldukça karmaşık, zengindir. Allah sürekli yeni şeyler yaratıyor. Bilimsel keşiflerde de böyle, bir şey buluyorsun, arkasından başka bir şey çıkıyor. Diyelim ki Newton, bir doğru buluyor. Diyor ki ‘kâinatın sistemi bu’. Mekanik bir sistem öneriyor. Ama, Einstein geliyor; ‘hayır bu mekanik sistem değil göreceli bir sistem var’ diyor. Şimdi ne oluyor? İşte orada Newton’un hakikati çöpe gidiyor. Einsteinin hakikati başlıyor. Ama bu nihai hakikat mi? Hayır. Ondan sonra da başka şeyler. Diyelim ki, Einsteinin hiçbir zaman kabullenemediği belirlenemezlik meselesi, mikro fizik dünyası, kuantum dünyası ortaya çıkıyor. Orada da hakikate dair görüşlerinizi değiştiriyorsunuz. Bu nihayeti olan bir şey değil. İster bilimsel dünyada olsun, ister felsefi dünyada olsun, ister şiirsel dünyada olsun, hiçbir zaman bunun bir nihayeti yok.

Hawking de başka şeyler söylüyor.

Başkası da çıkacak, sonuçlandırılabilir bir şey değil.

Sonuçlandığı zaman yaşamın sonu demektir. İnsanoğlunun arayışı bitmez.

Bizimle sınırlı bir şey değil, her şeyden önce Allah var. Kâinatı yaratan ve yaratmaya da devam eden. Biz daha kendi dünyamızın boyutlarını aşabilmiş değiliz. Galaksiler var, galaksilerin ötesi var. Galaksilere gittiğimiz zaman neyle karşılaşırız, hakikaten hiç aklımıza, hafzalamıza gelmeyecek şeylerle karşılaşabiliriz. Bizi çok şaşırtacak, hiçbir zaman akıl edemeyeceğimiz şeylerle de karşılaşabiliriz.

Yaşam sonsuz bir arayış içinde devam ediyor.

Öyle olmalıdır. İster siyasette olsun, ister ilahiyatta olsun ben hiçbir zaman bu ilahi noktadır denemez. İslam dünyası neden kaybetti. İşte bu yüzden kaybetti. Bu nihai noktadır dediğin anda kaybetmişsin demektir.

O zaman her türlü gelişmeye noktayı koyuyorsun demektir.

Artık bundan sonra atacağımız bir adım yok. Böyle bir şey olabilir mi? Hayat devam ediyor. Hayat devam ettiği sürece birçok şeyler değişecek demektir.

Hayat devam ettikçe bizim anlayacağımız tefettürümüz, bilim sürekli gelişecek, değişecek, daha farklı şeyler ortaya koyacaktır ve biz bunlara açık olmak zorundayız. Bunlara kendinizi kapattığınız zaman,  hayatın dışında kalırız. Hayat bir şekilde yoluna devam eder.

 İktidarı sürdürmenin bir aracı haline getirince çerçeveyi daraltmış oluyorlar, sınırlıyorlar. Sonuç da toplumun farklılıkları var?

İktidar mücadelesini verebilir. Araçlar kullanabilir özellikle aydınların, âlimlerin iktidara araçsallaşmaması gerekiyor. Onların iktidara yol göstermesi gerekiyor. İktidarı özellikle eleştirileriyle düzeltmeye, önünü açmaya çalışmaları gerekiyor.  

 Ortadoğu’da mevcut İslam devletlerine baktığımızda sorunlar içinde boğuluyorlar.

 Günümüzde de hala elli küsur İslam devleti var, bunların birkaç tanesini bunların dışında tutacak olursak hemen hepsi katı diktatörlüklerle yönetiliyorlar. Ve bu İslam dünyasının geri kalmasındaki en önemli etken. Yani bu geri kalış derken teknik bilimsel geri kalıştan söz etmiyorum sadece. En önemlisi düşünsel, estetik ve siyasal bir geri kalış. Çünkü siyaset toplumsal katılımla alakalı bir şeydir. Yönetenle yönetilenlerin birlikte ürettikleri bir şeydir. Bir tek otoritenin ürettiği şey siyaset değildir. Katılımın olmadığı yerde siyaset olmaz. Maalesef İslam dünyasında böyle olunca otokrat yönetimler, toplumdaki bütün gelişmeleri kendi baskılarının altında tutmak istiyorlar. Bu ise toplumsal gelişmeyi engelliyor. O gelişme içerisinde düşünce gelişmesi de var. Bilimsel gelişmelerde var. Estetik gelişmeler de var. En basit işte yakında yaşadığımız, bu Suud krallığının gazeteci Kaçıkçıyı vahşice katletmesidir. Niçin katletti. Yazdığı yazılardan, eleştirilerinden ötürü. Yani Suuddaki kral veya kraliyet kendisini eleştirilemez olarak görüyor. Ama dünyada hiçbir güç eleştirilemez değildir ki. Kimsenin eleştiri hakkını elinden alamazsınız. İnsanlar tabii ki hakaret yapma hakkına sahip değildir. Ama bunun da cezası ölüm değildir. Hem de böylesine vahşice bir ölüm aslında ciddi bir sorumsuzluk.

İslam dünyasının yaşamış olduğu; ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal olarak geri kalmışlığını nasıl aşabilir?

Bu çok kolay bir şey değil. Bu konuda elbette ki sihirli formüller yok. Bunu aşabilmek için bence en önemli şey diktatoyaların aşılması gerekir. Diktatoryalar toplumdaki diğer gelişmeleri engelliyor. Bu diktatoryalar çoğunlukla batı sistemiyle iş birliği yaparak güç kazanıyorlar ve ayakta kalmak istiyorlar. Diyelim ki Amerika kendi halkına demokrasiyi, barışı, refahı sağlarken bölgedeki en büyük işbirlikçisi olan Suud krallığının katı diktatoryasına göz yumuyor. Bunu sorgulamıyor. Hatta destekliyor. Diktatoryayla iş yapmak daha kolay. Oranın sömürüsü açısından, bölgenin kontrolü açısından daha kolaydır. Karşısında bir diktatoryal değil de demokratik bir yönetim olsa oraya daha zor nüfuz eder. Dolayısıyla batı sistemi maalesef kendi içerisindeki demokratik değerlerin bu ülkelere taşınmasını istemiyor. Engelliyor. Bunu Mısır da gördük. Libya’da ya da Suriye’de gördük. İslam dünyasının kendi iç dinamikleri de buna çok uygun değil. Oradaki toplumsal bölünmüşlükler özellikle etnik bölünmüşlükler, mezhebi bölünmüşlükler de bunu engelliyor. Bu handikaplar aşamadığı sürece de bu durum çok değişmeyecektir. Bu konuda Batıyı suçlamak ucuz bir yol olur.

yolda-olmak772828021960afb4faf951eca38ea2db.jpg

Cezayirli Malik Bin Nebi, o şöyle söyler; İslam dünyasının sömürge haline gelmiş olmasını; Batının onu sömürgeleştirmesinden ziyade kendisinin sömürge durumuna düşmüş olmasından kaynaklandığını belirtir. Bizim öncelikle kendimizin bu durumdan çıkabilmemiz gerekiyor. Çıkamadığımız sürece Batının veya bir başka, Doğu olur.  Bizi sömürecekler çok olur. Bundan çıkmanın en önemli şartı Batıyla veya Doğuyla mücadele etmekten önce kendimizi bu durumdan çıkarmaya çalışmaktır. Bu konuda çaba göstermektir.  

Bunun için siyasal yapıların kendi toplumlarıyla barışması ve tarihselleşmiş bu sorunlarını çözmesi lazım.

 Temel olan şey toplumdur. Toplumun kendini değiştirmesi, toplumun bilinçlenmesi, toplumun etkin hale gelmesi gerekir. Toplumlar zayıf kaldığı sürece, ister iktidarlar, isterse küresel güçler o toplumlara egemen olurlar. Siyasal bilinç, düşünsel bilinç, dini bilinç, bilimsel bilinç kazanması gerekir. Her açıdan kendilerini geliştirmeleri gerekir. Toplumun buradan çıkışı için de hakikaten kitaba, ilme, düşünceye değer vermesi gerekiyor.

Önümüzdeki süreç de edebiyatla ilgili neleri yazmak istiyorsunuz, neyi önünüze koydunuz?

Benim sürekli okuma serüvenim içerisinde sürekli önümde duran birtakım şeyler kitap çalışmaları var. Bu şekilde yol almaya çalışıyorum. Şu anda hazırlamakta olduğum birkaç kitap var. Bunları süreç içerisinde, geliştirdikçe artık onu yayın dünyasına kazandırmaya çalışıyorum. Edebiyatla ilgili olarak kafamda bir iki düşünce var. Ama onlara da cesaret edemiyorum açıkçası. Çünkü Hz. Âdemle, Hz. Musa ile ilgili iki roman yazdım. Hz. İbrahim’le ilgili de yazmak istiyorum. Diğer kitaplarla baş edemediğim için onlara doğru bir türlü yönelemiyorum. Üzerinde bulunduğum şeyleri bitirmeye çalışıyorum. Herhalde birkaç sene daha bitecek gibi gözükmüyor.

Diyarbakır’a gelmeyeli uzun zaman geçtiğini söylediniz? Bu uzun sürede Diyarbakır’da nasıl bir değişim oldu diye merak ediyor musunuz?

Tabi uzaktan takip ediyorum. Vakit olsaydı biraz dolaşsaydım. Diyarbakır çok sevdiğim şehirlerden birisi. Gerçekten Türkiye’nin, bölgenin en önemli şehirlerinden birisidir. Maalesef bu güzel şehir, bu güzel şehirdeki insanlar, çok şey kaybettiler. Her şeyden önce kitaba ve okumaya olan sevgilerini kaybettiler. Çünkü çok iyi hatırlıyorum, 25 sene önce Birleşik Dağıtım vardı İstanbul’da, dağıtım yaptığı kitapların dörtte biri Diyarbakır’a giderdi. Ama şimdi kitapevleri yavaş yavaş tekrar canlanmaya başladı. Yirmi yıllık bir ara verildi bu da çok uzun bir süre. Bir kuşak maalesef kayboldu. İnşallah bu aşılır.

Tigris Gazetesi okurlarına ve Diyarbakır okurlarınıza son olarak ne söylemek istersiniz?

Okumaktan başka söyleyebileceğim bir şey yok. Hayatı kurtaracak olan okumaktır.

Teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ediyorum.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.