KİTAPÇIDA VAKİT GEÇİRMEK ÖĞRETİCİDİR

KİTAPÇIDA VAKİT GEÇİRMEK ÖĞRETİCİDİR
Fantastik, komik macera tarzında yazan Murat Menteş’le, Gezi olaylarındaki tavrından, demokrat olmanın kıstaslarına kadar sorular sorduk. Yaptığımız söyleşinin ilginizi çekeceğini umuyoruz.

Murat bey merhaba, kendinizi Tigris Haber Gazetesi okuyucularına tanıtmak isterseniz neler söylemek istersiniz? Gezi olaylarıyla birlikte yazdığınız Yeni Şafak Gazetesinden farklı olarak bir duruşunuz oldu. Bu tartışmalar basına da yansıdı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Ben bir romancıyım. 4 tane roman yazdım. Ben aslında sizin gibi daha çok gazetecilik yaptım. Yayın evleri ve dergilerde çalıştım. Hala da bir dergide çalışmaktayım. Komik macera romanları yazıyorum. Komik macera romanları hızlı yazılan bir tür. Ucuz roman diye adlandırılan türden. 1930’lardan itibaren dünyada; Türkiye’de de,1940-50’lerde çokca yayınlanıyordu. 15 günde bir ya da ayda bir bu romanlar yayımlanırdı. Bunlar; macera, dedektif, polisiye gibi farklı hikâyelerdi. Bir de bu türlerin komik, mizahı olanı vardı. Ben aslında bu tür şeyler yazıyorum. Fakat benim bir orman yazmam 4 sene falan sürüyor. Ayda bir değil de, o romanı genellikle edebi kılmaya çalışıyorum. Edebi kalitelerle donatmaya çalışıyorum.

 

Siz yeni Şafak’da yazarken Gezi olayları oldu ve sizin yazdığınız gazeteden farklı bir tavrınız, duruşunuz oldu. Bu tutum dikkat çekti. Bir aydın olarak halkın yanında yer almak, halka ve kendine duyulan sorumluluğun gereğidir. Bu süreci değerlendirebilir misiniz?

Gezi Olaylarında bütün aydınların yapması gerekeni yaptım. Halktan yana tavır aldım. Hiçbir zaman iktidardan yana olunamayacağını düşünenlerdenim. İşin ruhuna aykırıdır.

Bir şekilde halkın yanındasınız ve sivil olmak gerektiğini düşünüyorsun. Medeni bir aydın olmanın gereğinin de bu olduğunu düşünüyorum. Gezi olayları sırasında doğal olarak; yani insanların sokağa çıkması bana heyecan verici geldi. Fakat içinde bulunduğum çevrede bu böyle görülmedi. Hatta çok sert ifadeler kullandılar. Ve oradan istifa etim. Yani beni işten kovmadılar. Hatta yazdıklarıma da pek karışılmıyordu. Hiç karışılmadı. 

 

Dikkat çeken şuydu Yeni Şafak merkezde ve sağ kulvarda yayın yapan bir gazete

Gezi olayların üzerinden yaklaşık 5 yıl geçti. Türkiye’de önemli olan uzlaşma, diyalog, konuşma, tartışma ortamının kaybolmaması. Bizi daha yakından ilgilendiren medyanın çökmüş olması. Bu bence Türkiye için büyük bir kayıp. Eğitimin, tarımın, okulun çökmesi çok büyük kayıplar. Kendimiz de gazeteci olduğumuz için medyanın çökmesinin ne kadar büyük bir kayıp olduğunu biz içeriden biliyoruz. 

 

İçerden bu tavrı almanız.

Ben demokratım.

İnsanlar Yeni Şafak Gazetesi deyince, içinde çalışanları dışarıdan ayırmaları kolay değil. Şunu sormak istiyorum. Bu coğrafyalarda espri yapmak kolay bir iş değil. Kara mizah için malzeme sıkıntısı olmayan coğrafyada yaşıyoruz. Fakat yazmak sıkıntılı.

Ben daha çok fantastik şeyler yazıyorum. Bir Aziz Nesin, zaman zaman Orhan Kemal gibi Sait Faik gibi direkt topluma bakan bir yazar değilim. Ben şehir çocuğu olarak doğdum ve büyüdüm. Köy, kasaba hayatını pek bilmiyorum. Orta sınıf aileden geliyoruz; memur, teknisyen, işçi çocuklarıyız. Bizim kuşak kırklıların, ellilerin altmışların toplumsal gerçekçi bakış açısına biz pek ulaşamadık. Biz daha çok fantastik şeyler yazan kişiler olduk. Benim kuşağımdan bazı yazarlar biraz daha topluma bakabiliyorlar. Benim bakışım biraz daha dolaylı, doğrudan değil.

 

Fantastik – mizahi tarzda yazmakla okuyucunuza nasıl bir yön, veya mesaj vermek istiyorsunuz?

Benim mesajım şu; barışçı olalım, özgür olalım, bireye saygımız olsun, çoğulcu olalım. Birbirimizle empati kuralım. Herkesin aynı şeyi düşünmesi gerektiğine inanmıyorum. O anlamda birlik olmaya inanmıyorum. Toplumun çoğulcu, demokratik olmasını istiyorum. Yazdıklarımın bunlarda dolaylı katkısının olabileceğini düşünüyorum. İnsanların çok keskin olan düşünceleri değişsin. Bizden, onlardan ayrımı kalksın istiyorum. Hepimiz yurttaşlık ortak

 

paydasında buluşalım.

İnsanlar birbirlerini kültürel, etnik, inanç farklılıklarıyla kabul etmeden, bunu bir zenginlik olarak görmeden; bu farklılıklarına karşı hoşgörüyü geliştiremezse toplum nasıl demokratlaşacak? Aydınlar yazarların sürekli çağrıları oluyor. Siz ne söylemek istersiniz?

Ben kendim demokratım. Ben; barışçı, özgürlükçü ve çoğulcuyum. İnsanların da öyle olmasını istiyorum. Öbür türlü birey olarak yaşamada zorluk çekeceğimizi düşünüyorum. Yoksul, mağdur, muhtaç insan demokrat olamaz. O insan için öncelik çocuğuna ayakkabı almaksa ya da çocuğuna okul için para temin etmekse; o kişiden barışçıl, çoğulcu olmasını bekleyemezsin. Çünkü o, evinin kapısını açıp, bahçeye çıkarak rahat nefes alacak durumda değildir. Demokrasinin asgari koşulları var. Bunların başında eğitim gelir. İnsanlara gerçekten özgürleştirici eğitim vermek gerekir. Demokrasi kelimesi; ıhlamur ya da şefkat kelimesi gibi değildir. Biraz yabancı olan bir kelimedir. Dolayısıyla onu biraz yerli kılmak gerekir. Teknoloji gibi düşünün Türkçe değil; ama herkes teknolojiyi çok seviyor. Dolayısıyla insanlar demokrasiyi de teknolojiyi sevdikleri gibi sevmeliler gerekir. Aydınlar bunu başarabilmelidir.

Aileler çocuğunu nasıl yetiştirmeli? Aileler çocuklara nasıl yardımcı olmalı?

Yoksulluğu aşmamız lazım. Ekonomik bölüşümün adaletli olması lazım. Aile ne kadar yoksul olursa olsun bir şekilde, bir yere çocuğun uzanabileceği bir kitap koysun. Benim de çocuklarım var. Aile çocuğu rahat bıraksın. Eğitimciler bize tavsiye ediyorlar; Çocukların kitap okumasını istiyorsanız siz kitap okuyun diye. Diyarbakırlı ailelere de buradan sesleniyorum; çocukların önünde kitap okuyun. Kitapçıları gezmelerini de tavsiye ederim. Kitap al ya da alma önemli değil. Kitapçıda vakit geçirmenin de öğretici olduğunu düşünüyorum. Kitaba bakmak, ona dokunmak çocuğa iyi gelir.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.