'Sorumlulardan hesap sorulsaydı Roboski katliamı olmazdı'

'Sorumlulardan hesap sorulsaydı Roboski katliamı olmazdı'
Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağıllı köylerinin 26 Mart 1994 tarihinde savaş uçakları tarafından bombalanarak 41 yurttaşın katledilmesi olayı, Türkiye'nin AİHM tarafından mahkum edilmesiyle tekrar gündeme geldi.

Şırnak'a bağlı Kuşkonar (Giver) ve Koçağıllı (Bêsuke) köylerinde TSK'ye ait uçakların bombardımanında aralarında çocuklarında bulunduğu 41 yurttaşın yaşamını yitirmesiyle ilgili ailelerin AİHM'e yaptığı başvuruda Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2, 3, 38 ve 46'ncı maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle 38 davacıya toplamda 2 milyon 305 bin Euro tazminat, 5 bin 700 Euro da mahkeme masrafı ödemeye mahkum edildi. Bombardımanda yaşamını yitirenlerin yakınları tarafından açılan davayla tekrar gündeme gelen katliamın dava dosyası, Şırnak ile Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemeleri ve Askeri Savcılık arasında gidip gelmiş, katliam gününe ilişkin Malatya 7'nci Ana Jet Üs Komutanlığı'ndan savcılığa gönderilen yazıda, söz konusu tarihte uçuş faaliyeti yürütüldüğüne dair kayıt olmadığı belirtilmişti. Davayı açan ailelerin avukatının yaptığı talep üzerine Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü dava dosyasına bakan savcıya gönderdiği yazıda, "Şırnak ili batısı ile kuzey batısı 10 NM'de (18.55 Km) Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından iki uçuş icra edildiği tespit edildiği" denilmişti. Yazının ekinde gönderilen ve üzerinde, "26 Mart 1994 günü Görevler" başlıklı belgede ise, iki uçak olmak üzere iki uçuşun gerçekleştiği ve uçuşlara sabah saat 10.24 ile 11.20 saatlerinde başlandığı, bombalamanın ise saat 11.00 ve 11.20 sıralarında gerçekleştiği belirtilmiş ve uçukların bomba yüklü olduğu, uçuşlardan birinin iki F-4 ve diğerinin ise iki F-16 tarafından yapıldığına dikkat çekilmişti.

'Bombardıman sonrası köy uçaksavarlar ile tarandı' 

Katliam günü yaşananları ve katliama ilişkin ortaya çıkan belgeler üzerine AİHM'in Türkiye'yi mahkum etmesini değerlendiren katliam mağdurları, kararı sevindirici bir gelişme olarak değerlendirdiklerini; ancak failler ve dönemin devlet yetkililerin de yargılanması ve hesap vermesi gerektiğine dikkat çekti. Katliamda annesi Hazal Kıraç ve 2 yaşındaki kız kardeşi Zahide Kıraç'ı kaybeden İbrahim Kıraç (38), katliamın gerçekleştiği sırada köyde olduğunu belirterek, "Böyle güneşli bir günün öğleden önce saat 10.00-11.00 sıralarında köyün üzerinde bir helikopter uçmaya başladı. Bir süre dolaştıktan sonra köye doğru beyaz bir şey ateşlendi helikopterden. Kısa süre sonrada iki savaş uçağı göründü. Biz gün içinde ara ara uçak sesleri duyuyorduk. Tabi daha sonra öğrendik ki Kuşkonar köyünü bombalıyorlarmış o esnada. Bombardımanda ilk bomba amcamın evine isabet etti ve evde aynı aileden 6 kişi yaşamını yitirdi. İlk bombalanan ev köyün biraz dışında kalıyordu. Ben bombalamanın başladığını görünce can havliyle köyden uzaklaştım. Kim fırsat bulsa aynısını yapardı sanırım; çünkü böyle bir dehşet, böyle bir felaket karşısında yapabilecek başka da bir şey yoktu. Köyden uzaklaştıkça köye atılan bombaları sayıyordum aynı zamanda. İki savaş uçağından atılan ve köye isabet eden 8 bomba gördüm. Uçakların bombardımanı ardından helikopterden de köy uçaksavarla tarandı bir süre. Bombardımanda köyümüzde içinde annem ve 2 yaşındaki kız kardeşimin de olduğu 14 kişi yaşamını yitirdi. Birçok kişi de bombalar ve uçaksavar ateşiyle yaralandı" sözleri ile o gün yaşananları anlattı. 

'Hastaneler tedavi yapmadan taburcu ediyordu'

Katliamdan sonra devlet yetkililerinden kimsenin olay yerine gelmediğini hatırlatan Kıraç, çevre köylerden yakınlarının yardımıyla yarlıları hastanelere taşıdıklarını; ancak hastanelerin yaralılara gerekli tedavileri yapmadan taburcu ettiğini öne sürdü. Yaralıların tedavi sürecini de anlatan Kıraç, "Cizre ve Şırnak'taki hastaneler yaralılarımızı tedavi etmiyordu. Mardin'e götürüldü yaralılar; ama burada da aynı durum yaşanınca bu kez de Diyarbakır'a götürmek zorunda kaldık. Diyarbakır'daki hastaneler de durumu ağır olan ve yatırılması gereken yaralılara ilk müdahaleyi yaptıktan sonra başlarından salarak, çıkışını veriyordu" dedi.

Kıraç: Savcı ve hakim 'devlet vatandaşını bombalamaz' dedi 

Yıllar önce katliama ilişkin dava açtıklarını hatırlatan Kıraç, ailelerin adalet arayışı sırasında dosyaya bakan savcı ve mahkemelerin "devleti aklamak" için uğraştığını vurgulayarak,"Kaç defa ifade verdik. Olayla ilgili savcı ve hâkimlere katliamın TSK'ye bağlı savaş uçakları tarafından yapıldığını söylediğimizde, bize 'öyle demeyin devlet kendi vatandaşını bombalamaz' şeklinde yanıt veriyorlardı. Bir başka devletin uçağı gelip bombalamadı ya? Herkesin gözü önünde olan bir katliamda verilen yanıt bu şekildeydi işte" dedi.

'Sorumlularından hesap sorulsaydı Roboski katliamı olmazdı'

Yıllarca Türkiye'deki mahkemelerde süründüklerini; fakat adalet arayışlarının sonuç vermediğini ifade eden Kıraç, "AİHM'nin katliama ilişkin Türkiye'yi mahkûm etmesi bizi umutlandırdı tabi. Ama bu kararın Türkiye mahkemeleri tarafından çok önceleri alınmış olmasını dilerdik. Eğer Türk yargısı bu katliamın faillerini yargılayıp katliamın sorumlularından hesap sormuş olsaydı Roboski katliamı gerçekleşmeyebilirdi. Biz alınan kararı olumlu bulmakla beraber sorumluların adalet karşısında hesap vermesini istiyoruz" dedi.

'Bombardımanda yaşamını yitirenlerin parçalarını topladık' 

Katliamda eşi ve 2 yaşındaki kızını kaybeden İbrahim Kıraç'ın babası Kasım Kıraç (68) ise, uçaklardan atılan bombaların hedefi olan kardeşinin evinde o gün bulunan 6 akrabasının cenazesinin parçalarını saatler sonra köyün karşısında bulunan tepeden topladıklarını söyledi. İlk bombalamada köyün dışında olduğunu ifade eden Kıraç, "Av için köyün dışındaydım. Bulunduğum tepeden Kuşkonar köyüne yapılan bombardıman çıplak gözle görünüyordu. Bir süre izledim sonra bombardıman kesildikten sonra köye dönmek için yola koyuldum. Yarım saat sonra uçaklar gözden kayboldu. Sonra Şırnak'tan kalkan helikopterin bizim köye doğru yöneldiğini gördüm. Helikopterle birlikte Kuşkonar'ı bombalayan iki savaş uçağı tekrar ortaya çıktı. Önce köyün üzerinden bir tur attılar daha sonra tekrar dönüş yaptılar. Ben köye yaklaşmaya başlamıştım ki bomba seslerinin yakından geldiğini fark ettim. Helikopterden işaret fişeği gibi bir şeyin atıldığını gördüm; ama köy benim durduğum yerden henüz görünmüyordu. Ben köyün bombalandığını bilmiyordum o zaman. İlk iki bomba şu gördüğünüz eve düştü ve o evde 6 kişi yaşamını yitirdi. İnanın biz bombardımandan kaç saat sonra evdekilerin parçalarını karşı yamaçlardan topladık" diye konuştu.

'Cenazelerimizi bir traktörün arkasına hayvanlar gibi doldurduk'

Katliamdan dönemin yetkililerinin sorumlu olduğunu vurgulayan Kıraç, "Ben dava açtığımızda da söyledim, şimdi bir kez daha tekrarlıyorum. Ben o günün yetkilileri ve liderlerinin hesap vermesini istiyorum. Ben savcıya da bunu söyledim. Savcı böyle konuşma yoksa seni içeriye alırım dedi. Ben 'beni ömür boyu hapse de mahkûm etseniz yine hesap istemeye devam edeceğim' dedim. Bize bunu yapmaya hakları yoktu. Köyümüzde bir kaçak bir firari bile yoktu" şeklinde konuştu. Katliamda yaşamını yitirenlerin parçalanmış cesetlerini traktör kasasında köyden çıkardıklarını söyleyen Kıraç, "Bak şu gördüğünüz yıkıntılar benim hayvanlarımı koyduğum ahırdı. Allah şahittir hala o yıkıntıların altında hayvanlarım var. Cenazelerimizi bir traktörün arkasına telef olan hayvanlar gibi doldurup Kumçatı beldesine götürüp orda parçalandıkları için yıkayamadan toprağa verdik. Bir daha buraya gelmemize bile izin vermediler. Köylülerimiz Cizre, Silopi, Şırnak ve Türkiye'nin değişik şehirlerine savruldu. İşte bize böyle bir katliamı reva gördüler ne yapalım. Bana dünyayı verseler bir anlamı yok. Ben o günün yetkilisi olan Tansu Çiler, İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Şırnak Valisi ve Şırnak Alay Komutanı'nın yargılanması ve hesap vermesini istiyorum" dedi.

'İnsanlar havan toplarının hedefi oluyordu!'

Katliamın gerçekleştiği 26 Mart günü Kumçatı beldesinden Kuşkonar köyüne yardım için giden yurttaşların içinde bulunan BDP PM üyesi Abid Durak ise, Kuşkonar köyüne yapılan bombardımanı Kumçatı'dan izlediklerini; ancak o dönem adı sıkça savaş suçu işlemek ile duyulan İkizce Komando Taburu'ndan açılan ateş nedeniyle, ancak gece karanlığında ve gizlenerek köye ulaşabildiklerini söyledi. Yardım için gidenlerin Komando Taburu tarafından ağır silahlarla ateş altına alındığını belirten Durak, "Olay günü Kumçatı'ya bağlı Zeygê mezrasında çobanlık yapıyordum. Başlangıçta helikopterlerin sesini duyduk. Nokta atışı yapar gibi silah sesleri geliyordu. Sonra savaş uçakları köyün yukarı tarafından geldi. Birinci uçuşlarında bir şey yapmadan havada gezerek sorti yapıyordu. Daha sonra hızla aşağıya doğru gelerek hatırladığım kadarıyla 3 veya 4 defa ateş ettiler. Dikkatimi çeken öncelikli olarak Giver köyüydü. Uçaklar kazan bombalarıyla köyün üzerinden iki defa geçerek bombardıman yaptı. Aradan bir saat geçti bu defa 2 uçak Giver'in ardından Bêsuke köyünü bombaladı. Bombardıman yapıldığı sırada uçaklardan atılan bombalar o kadar büyüktü ki göz ile görünüyordu. Bombardıman gündüz yapıldığı için bizler yardıma gidemedik. Bêsuke köyü sakinleri hayvanları ile birlikte Kumçatı'ya doğru kaçmaya başladı. Ancak Giver köyünden kimse kaçamadı. İkizce Komando Taburu'ndan her tarafa ateş açılıyordu. Gördükleri her insan top ve havan toplarının hedefi oluyordu. Akşam saatlerine yakın havanın kararması ile yolla çıkarak yardıma gittik. İkizce Tabur'una görünmemek için vadilerden yapılan ve iki saat süren yürüyüşün ardından köye vardık" dedi.

'Battaniyeye sarılı çocuk cenazeleri birbirine karışmıştı'

Köye ulaşmalarıyla dehşet verici bir manzarayla karşılaştıklarını anlatan Durak, "Karşılaştığımız manzara dehşet vericiydi. Cenazeler sağ kalanlar tarafından camiye dizilmişti. Yan yana dizilmiş yaklaşık 25 cenazenin yanında 5'te çocuk cenazesi de vardı. Karşılaştığım o manzarayı asla unutamam. Battaniyelere sarılan çocukların cenazeleri birbirine karışmış vaziyetteydi. Bombardıman sırasında paramparça olmuşlardı. O gece orada köylülerle cenazelerin başında kaldık. Sabah el birliği ile iki kanal halinde mezarlar kazmaya başladık ve cenazeleri orada gömdük. Bir gün imkânlarımız olursa yani gerekli izinler sağlanırsa mezarların gömüldüğü yere herkes gidip görmelidir" diyerek, katliam günü yaşanan dramı dile getirdi.

'İkizce Komando Taburu katliama devam etti'

Yalnızca Botan bölgesinde 3 bine yakın köyün benzer şekilde yakılıp yıkıldığını ve insanları göçe zorlandığını belirten Durak, katliamdan yaralı kurtulanların ise, özel harekat timleri tarafından hasta yataklarında "PKK yaptı diyeceksiniz, yoksa tedavi olmayacaksınız!" tehdidine maruz kaldığını ifade etti. Hatta savcıların dahi köylülere benzer tehditlerde bulunduğunu öne süren Durak, bombardıman sonrası köylerinden göç eden köylülerin ikinci bir saldırıya maruz kaldığını ifade etti. İkizce Komando Taburu'ndan yapılan saldırı sırasında 12 yaşında bir çocuğun yaşamını yitirdiğini belirten Durak, "Giverliler göç ettikleri sırada Kumçatı beldesine yakın bir yerde toplandı. Burada toplanan köylülere yine İkizce Taburu'ndan ateş açıldı. Atılan havan toplarından birinin patlaması sonucu burada da bir çocuk katledildi. Askerler kendilerini haklı göstermek için tüm imkânlarını devreye koymuş, orada bulunan tüm insanları katlederek, arkada delil ve şahit bırakmamak için uğraşıyordu. Hem Kürt halkına olan kin ve öfkelerini boşaltmak hem de yapılan katliamın kamuoyundan gizlenmesi için olaya şahit olan herkesi katletmek istediler. O zaman birinde kamera veya fotoğraf makineleri bile yakalandığında insanlar cezalandırılıyordu. Bu tür olayların deşifre olmaması için bu tür cihazlar yasaktı" şeklinde konuştu.

'Katliam bilinçli ve organizeli şekilde yapıldı'

Katliam ve zorla yerinden göç ettirmenin egemen sistem tarafından bilinçli ve organize bir şekilde yapıldığını vurgulayan Durak, "Giver ve Bêsuke köylerinin bombardımanı sistemin kendi çıkarları, ideolojisi veya amacı uğruna gerçekleştirdiği katliamlardan sadece bir tanesiydi. O gün bu iki köyde yapılan bombardımanda katledilen insanların hesabı faillerden sorulmuş olsaydı. Bu gün Roboski katliamını gerçekleştirenler buna cesaret edemezlerdi. Ama ne yazık ki bizim topraklarımızda bizim ülkemizde Kürt dilini konuşan kesim üzerinde bu tür katliamlar reva görüldü. Köyler talan ediliyor. İnsanlar katlediliyor. Yaşamları ellerinden alınıyor. Malları ve hayvanları ellerinde alınıyordu. Devlet halkı üzerinde kurmak istediği baskının kedisinin hakkı olduğunu söyleyerek, bilinçli ve organize katliamlar yaptı" vurgusunda bulundu. 

Ne olmuştu?

26 Mart 1994 tarihinde TSK'ye bağlı savaş uçaklarının yaptığı bombardıman sonucu Şırnak' bağlı Kuşkonar köyünde aralarında hamile kadın ve ismi konulmamış bebeklerin de olduğu 27 kişi Koçağıllı köyünde ise yaşlı ve çocukların da aralarında olduğu 14 kişi yaşamını yitirmişti.

Katliamda Kuşkonar köyünde yaşamını yitiren biri isimi konmamış 12'si çocuk 27 kişinin isimleri şöyle: Nurettin Benzer (Çocuk), Ömer Benzer (Çocuk), Abdullah Benzer (Çocuk), Çiçek Benzer (Çocuk), Şahban Yıldırım (Çocuk), İrfan Yıldırım (Çocuk), Hanif Yıldırım (Çocuk), Kerem Altan (Çocuk), Kerem Yıldırım (Çocuk), Mirza Yıldırım (Çocuk), Şevket Yıldırım (Çocuk) ve Bebek Yıldırım (Bebek), Ömer Kalkan, Mahmut Benzer, Ali Benzer, İbrahim Benzer, Ayşe Benzer, İbrahim Burak, Şerife Yıldırım, Melike Yıldırım, Elmas Yıldırım, Fecri Altan, Hacı Altan, Mahmut Oygur, Ayşe Oygur, Adil Oygur, ve hamile Asiye Yıldırım

Aynı gün bir saat arayla gerçekleştirilen Koçağıllı katliamında yaşamını yitiren 7'si çocuk 14 kişinin isimleri şöyle: Zahide Kıraç (Çocuk), Ayşe Erdin (Çocuk), Fatma Bedir (Çocuk), Liloz Bengi (Çocuk), Huri Bengi (Çocuk), Şehriban Kaçar (Çocuk), Ahmet Kaçar (Çocuk), Ayşe Bengi, Şirin Kaçar, Huri Kaçar, Şemsihan Kaçar, Fatma Bengi, Şevri Kaçar ve Hazal Kıraç.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.