Tabuları yıkan kitap

Tabuları yıkan kitap
"Kimlik trajedileri ve derin tabular" kitabının yazarı " Dr. Genceddin Öner ile ikinci kitabı üzerine söyleştik.

 

Diyarbakırlı kadın doğum uzmanı Dr. Genceddin Öner, ‘Kimlik trajedileri ve derin tabular’ adlı romanın ikincisini kaleme aldı. Kısa sürede piyasa çıkacak olan ikinci romanda Öner, yine bölgenin can alıcı sorunlarına değinmiş.

Hocam sizinle uzun zamandır görüşemedik, sanırım 2. romanınızı yazıyorsunuz. Kitabınız hangi aşamada, bu konuda bize biraz bilgi verir misiniz?

‘Tamamlanması için büyük çaba harcıyorum’

“Evet doğru. "KİMLİK TRAJEDİLERİ VE DERİN TABULAR " adlı romanımın 2. kitabını yazıyorum. Gazetenizdeki köşe yazılarıma da bu yoğunluk nedeniyle ara vermiştim. Sorunuza gelince; kitap olması gereken süre ve mecrada yürüyor. Tamamlanması için büyük çaba harcıyorum. İş yoğunluğu, özel sorunlar ve son dönemde dünyada ve ülkede gelişen çok ciddi siyasal ve toplumsal gelişmeler, haliyle romana konsantre olma hızını azaltarak hedeflediğim süreyi biraz uzattı.

Siz uzman bir doktorsunuz, bu yoğun iş temposu içinde edebiyata bu kadar önem vermenizin nedeni nedir; malumunuz toplumun genelinde okumaya karşı ciddi bir isteksizlik var?

Sanat, edebiyat ve toplum

Evet, maalesef doğulu toplumların kronikleşmiş bir kaderidir. İnsanlar kitap okumuyor. Sanırım siz de bu somut durumun farkındasınız. Oysa edebiyat hayatın, yaşamın ta kendisidir. Özellikle romanlar insan ruhunun derinliklerinde saklı en insancıl, erdemli ve aynı zamanda en vahşi ve barbar duyguları irdeler, onları konuşturur ve onlara ayna tutar. Çok farklı duygu ve düşüncedeki insanlar, romanlardaki bu yoğun duygulardan etkilenir. Roman, tek tek bireylerin özlemlerini, hayallerini yansıtır. Çerçevelenmiş bu duygu ve davranışlardaki görüntüleri topluma bir ayna gibi tutar. Toplumdaki bireyler, bu yoğun duygu içinde anlatılan "iyi"  ile "kötü" olanı kendi mantık süzgecinden geçirir. Bu bakış açıları zaman içinde o toplumun karakteri haline gelir. Teknoloji, bilim, sanat ve edebiyatta ilerlemiş toplumlar, ani bir şekilde ortaya çıkabilen kaotik olaylar karşısındaki duruş ve metanetlerini bu yoğun okumaya borçlular. Kısacası edebiyatsız ve sanatsız bir toplum, cehalet içinde çırpınan, hoşgörü yoksunu, vicdan ve erdemlilikten uzak insanlar yığını durumuna düşer. Tıpkı şu anda Ortadoğu’da ve özel olarak ta Müslüman ülkelerde olduğu gibi. Şu sorunuz dikkatimi çekti. "Siz uzman bir doktorsunuz" dediniz. Bu vurgunun anlamı, yani toplumdaki karşılığı, saygınlığı ve getirisi olan bir meslek sahibine yönelik "böyle gereksiz şeylerle neden zaman harcıyorsunuz?" ifadesi, hem eleştiriyi, hem de bir sitemi barındırıyor. Bağışlayın, bunu sizin için söylemiyorum. Bu konu ile ilgili toplumda yerleşmiş, daha doğru bir ifadeyle okumaya karşı toplumun bilinçaltına yerleştirilmiş bir algı var. Hâlbuki donanımlı ve entelektüel kişilerin hayat içinde edindikleri tecrübe deneyim ve felsefi birikimlerini mutlaka insanlarla paylaşmaları lazım. Ama bunun önünde çokça engeller var.

Bu engelleri biraz açar mısınız?

‘Dinin hayatla ve çağın gerekleriyle uyumlu ve barışık olması lazım’

Bu engellerin çoklu nedeni var. Özellikle doğulu ve Müslüman toplumlarda uygulana gelen genel geçer kurallardan biri de; düşünen, sorgulayan ve seküler kişilik sahibi olmayı engelleyen çok ciddi direnç mekanizmaları devrede. Dolayısıyla Müslüman ülkelerde, dinin pratikte topluma yansıtılış biçimi, tam bir faciadır. "Vaaz" diye topluma pompalanan söylemlerin büyük bir kısmı hurafe dolu saçmalıklar manzumesidir. Bu saçmalıklar manzumesi, toplum önünde açık bir şekilde sorgulanamıyor, tartışılmıyor. "Kol kırılır, yen içinde kalır" gizemi içinde kalıyor. Oysa dinin hayatla ve çağın gerekleriyle uyumlu ve barışık olması lazım. Benim yaşadığım bir örnek var. Köyde çocuk iken, kilden araba ve insan heykelleri yaymayı çok severdim. Çamurdan çok güzel bir heykel yapmış odanın bir köşesine koymuştum. Çevredeki herkesin müridi olan Şeyh bu heykeli görmüş ve babama bunun derhal parçalanıp atılmasını söylemiştir. Ona; "Bu putperestliktir. Senin kıldığın namaz, tuttuğun oruç boşa gittiği gibi, Bu eve melekler kaçar şeytanlar cirit atar" dedikten sonra babam heykeli parçalayıp atmıştı. Bunun yapımında epey çaba harcadığım için çok üzülmüş dine karşı soğumuş ve daha önce kaçırmadığım namaz ve orucu da bırakmıştım.

Dinlerin edebiyat ve sanata bakışını biraz konuşalım?

Semavi dinlerin sanata bakışı

Üç büyük semavi dinin edebiyat ve sanata bakışı hiçte iç açıcı olmamıştır. Görsel sanata (Heykel ve resim) şiddetle karşı çıkılmış, çok yetenekli ve değerli sanatçıları ölüm fermanlarıyla susturma yoluna gidilmiştir. 21. yy da dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu etrafında toplayan iki büyük dinin önemli mertebelerde görev yapan kişilerin umut veren açıklamaları da var. Dolayısıyla,  insanlığın toplumsal hayatını önemli ölçüde etkileyen bu açıklamaların, hayatın akışıyla tezat teşkil eden hurafelerin dinlerden ayıklanması, din adına barbarlık derecesinde insan katleden İŞİD (DEAŞ) benzeri oluşumların taraftar kazanmasını da önleyecektir. Hıristiyanlık cephesinde şimdiki Papa 1. Francis taşları yerinden oynatan bir açıklama yaptı; "Yıllarca ilahi güç adına Tanrı adına sizleri kandırdığımız için özür dilerim. Bununla birlikte, Tevazu, vicdan ve dini bütünlük sayesinde belirli dogmatik fikirlere ilişkin yeni anlayışlar kazandık. Kilise, artık insanların acı çektiği gerçek bir cehenneme inanmıyor. Bu doktrin tanrının affediciliğiyle uyuşmuyor. Tanrı yargıç değildir; o insanların dostu ve affedicisidir. Tanrı sizi dışlamaz; ancak ve ancak affeder. Âdem ve Havva masalında olduğu gibi, biz cehennemi gerçek bir araç gibi görüyoruz. Cehennem sadece yalnız kalmış bir ruhun yansımasıdır; bu ruh da diğer tüm ruhlar gibi sonunda Tanrı’nın affediciliğine sığınacaktır.’’ diyerek tartışmaya yepyeni bir boyut kazandırdı. Türkiye de Diyanet işleri başkanlığı yapmış Prof. Dr. Ali Bardakoğlu İslam anlayışı konusunda klasik ezberleri bozdu; "Biz Müslümanlığı sadece inanma, namaz, oruç ve hac gibi belli ritüelleri yerine getirme aracı olarak algıladığımız sürece bu mahcup edici durum devam edecektir."(İslam adına insan kesmek)  diyerek İslam içtihatlarında bir tartışma başlattı.

Sanat ve edebiyata mesafe nereden geliyor, kaynağı nedir?

 

 

 

 

 

 

‘Babam bütün kitaplarımı, köyde kazmış olduğu bir çukura gömmüştü’

İnsanların edebiyat ve sanat dallarına karşı olan mesafeli duruşlarının diğer nedenlerini de bir kaç somut örnekle açıklayalım. 12 Eylül askeri darbesinden sonra, "Anarşist, komünist, bölücü" diye gözaltına alınıp TV’ lerde sırtları dönük teşhir edilen insanların önlerindeki masalara suç unsuru olarak koydukları kitapların gösterilmesi,  küçük veya yetişkin insanların bilinçaltına kitapları "tehlikeli" konuma sokmuştu. O dönemde ben yirmili yaşlarda ateşli bir solcuydum. Sol içerikli kitapların yanında dünya klasikleri romanlar ve ders kitaplarım vardı. Darbenin hemen ertesinde babam bütün kitaplarımı, köyde kazmış olduğu bir çukura gömmüştü. Kitaplarımın nereye gittiğini sorduğumda; "Senin ve bizlerin başına bir iş gelmemesi için onları toprağa gömdüm" dediğinde kitapları gömdüğü yere koşmuş, kazıp onlara ulaştığımda, hepsinin ıslanıp çürüdüğünü görünce çok üzülmüştüm. Babama; romanları ve ders kitaplarını neden gömdüğünü sorduğumda; "Görmüyor musun? Kitap okuyanların hepsini içeri atıyorlar" dedi. Sadece Marks'ın sakallı posteri odada asılı duruyordu. Darbeden bir kaç gün önce bu posteri eve getirmiştim. Posteri gören babam; "Bu kimin fotoğrafı? Nurani bir sakalı var" diye sormuştu. Bu soruya nasıl bir cevap vereceğimi düşünürken, refleks olarak ağzımdan; "Ha o mu? Şeyh Maksi" dedim. Babam; "Nerenin Şeyhiymiş?" diye sordu.  "Almanların" dedim. Posteri misafir odasının başköşesine astı. Ben kaçak olarak saklanırken, evimize yapılan baskında, odada Marks'ın posterini gören jandarma subayı babama; "Kim astı bu posteri"  babam; "Ben astım" demesiyle dipçiklerle onu döverek gözaltına altına almış, "Komünizm propagandası yapmak ve Komünist liderleri övmek" gerekçesiyle iki ay içeride kalmıştı. İşte böyle de traji-komik yaşanmışlıklar sık rastlanıyor bu topraklarda.

Tekrar romana dönersek; ilk kitapta toplumda tabu olan konuları işlemiştiniz, ayrıca çok detaylı olarak erotizmi işlemiştiniz. İkinci kitapta da bunları işlediniz mi?

 

 

 

‘Toplum sevişmeyi de bilmiyor’

Erotizm ve aşk hayatın bir parçası. Olmazsa olmazlarından. Hepimiz bunun ürünü değil miyiz? Kitap okumakta gösterilen direnç, burada da kendisini gösteriyor. Toplumun en mahrem ve tabularından biri olan cinsellik her gün kuytu köşelerde ve özel sohbetlerde erkek ve kadınlar arasında çokça konuşulan ve pornografik bir şekilde anlatılan bir realite. Bunu bu şekilde konuşanlar, bu konuların daha doğru ve bilimsel bir şekilde topluma açık konuşulmasına karşı çıkıyorlar. Özellikle bizim gibi Müslüman toplumlarda, kadın ve erkek ilişkilerinin tabu olması, bastırılmış bir cinsel açlığı da beraberinde getirmiş. Bastırılmış bu cinsellik, bilinçaltı bastırılmışlıktan kurtulunca, toplumu şoka sokan sapkınlık derecesinde trajedileri beraberinde getiriyor. Son zamanlarda insanların saygın ve muteber olarak gördükleri kurum ve tek tek kişilerin özellikle çocuklara yönelik sapkın tecavüzleriyle yüzleşiyoruz. Toplum sevişmeyi de bilmiyor. Sevişme diye yaptıkları eylem, üremeye yönelik ilkel içgüdülerle yapılan çiftleşmedir. Ben erotizmin edebiyatını yazmaya çalıştım. Sorunuza şöyle kısa bir cevap ile bağlayayım: ikinci kitap ta erotizmin ateşi biraz daha düşmüş olacak. Ama okuyucu, çok akıcı yeni konularla karşılaşacak. Son olarak, kitabın adını değiştirmeyi düşünüyorum. En sık eleştirilerden biri de, kitabın adının romandan ziyade bilimsel bir incelemeyi çağrıştığı için okuyucuyu uzaklaştıran temel bir faktör olduğu söyleniyordu. Adını "TABU" olarak kısaltmayı düşünüyorum.”

Dilek Akin / Özel

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.