Şeyhmus DİKEN

Şeyhmus DİKEN

Toza Sor !

Toza Sor !

“Toza Sor” Bukowski’nin önsöz yazdığı John Fante’nin muhteşem kitabıdır.

Yazar adayı Arturo Bandini ve garson sevgilisi Camilla’nın hikâyesidir. Finali vurucudur kitabın, kendisi de öyle!

Camilla uçsuz bucaksız çölün girişinde kaybolmuştur. Bandini kitabını yazıp bitirmiş ve basılmıştır. Bakar çöle Bandini ve artık kendisi için hiçbir anlamı olmayan çölün tozuna doğru fırlatıp atar kitabı. Ve hikayeye noktayı koyar.

Mıgırdiç Margosyan 1938 Diyarbakır doğumludur. İlk Türkçe kitabı ellisine merdiven dayadığı 1988 yılında Bebekus’un Kitaplarında “Gâvur Mahallesi” ismiyle yayınlandı. Sonra diğerleri geldi.

Gavur Mahallesi, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, Söyle Margos Nerelisen ve Tespih Taneleri kitaplarında öylesine bir Diyarbakır anlatısı vardır ki; 1953 yılında daha 15 yaşında orta mektep talebesi iken şehrinden ayrılmış bir çocuğun değil! Ömrü billâh o kadim surların içindeki mahallelerden ayrılmamış, hep oralarda yaşamış birinin anlatısı vardır.

Hafıza çok diridir. Karakterler gündelik hayata capcanlı olarak müdahil olmuştur. Kendisi aile efratları ile birlikte hayatın orta yerindedir. Sosyal yaşam da öyle! Demirci körüğünü çekerken, kasap et doğrarken, evde turşu kurulur, ya da şehriye kırılırken, rakı, şarap yapılırken hayat olanca canlılığıyla ben buradayım demededir.

Arada bir, siz buna sıkça arada bir deyin! Mesela son 15-20 yıldır yılda ortalama bir kez şehrine geldiğinde sokakları, mahalleleri, tanıdık bildik evleri bir bir kodlayarak elini kapısına, duvarına sürerek tavaf eder gibi dolaşan, hatta yanındakilere anlatarak belgeleten biridir Mıgırdiç Margosyan. Çoğunun tanığıyım.

Son üç yıldır; 2015 sonbaharından bu yana felakete kurban gitti o mekânlar. Artık yok. Mıgırdiç Margosyan’ın evi de, adı verilip girişine tabelası çakılan sokağı da yok. Ez cümle kitaba ad olan Gâvur Mahallesi de yok.

Bütün bunları yazdım, zaten biliyorsunuz.

Fakat şimdi yazacağım hariç!

Yakın günlerde izin alıp girdik hâla yasaklı Gavur Mahallesine! Taammüden cinayete kurban gitmişti. Evlerin, mahalle, sokakların yeri tarlaya dönüşmüştü.

Birbirimizin yüzüne baktık. Kurşun değse kan akmaz haldeydik. Öylece, orta yerde dolanıp durduk. Sonra mekânların, evlerin sokakların, artık olmayan yerlerini belirlemeye çalıştık. Pek de başarılı olamadık.

Sonra çıktık yasak alandan. Yürüdük Balıkçılarbaşından Suriçi Dörtyola doğru. Yolun ortasında Ulucaminin sol çaprazında boyacılar sıralanmıştı Hasan Paşa Hanının tam karşısında.

Mıgırdiç Margosyan “Hele gel şu boyacılara ayakkabılarımızı bir fırçalatalım. Tozu temizlensin” dedi. Dönüp baktım toza bulanmış rengini yitiredurmuş ayakkabılara. Sonra ustaya. “Bırak istersen, öylece, tozlu olarak kalsınlar. Mahalle gitti, evler gitti, insanlar yitti. Bari geride tozu kalsın…” dedim.

Mümkün olsaydı, yanımızda götürmüş olsaydık. Birimizin elinde “Gâvur Mahallesi”, diğerimizin elinde “Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir” kitaplarımızı toza savurup fırlatıp atsaydık yitik mekânlara…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Şeyhmus DİKEN Arşivi
SON YAZILAR