Cewerî: Hep yüreğimin sesini dinledim

Cewerî: Hep yüreğimin sesini dinledim
Yazar Metin Aydın’ın yazar Fırat Cewerî ile röportajı Tigris Haberde

İç dinamiklerden handiyse ümidini kesmiş ve dışarıdan (diasporadan) neşet edecek aydınlanmacı bir zihniyetin; hasbelkader yaşadığım şu taş gibi taşrada da (Mardin/Kızıltepe) hayat bulmasını yıllarca bekledim durdum. Sırf bu yüzden; edebiyat, sanat ve fikir kulvarında çabalayan/dertlenen insanların yolunu gözledim (kavlimce de uğraştım) durdum. Körler çarşısında ayna satan bu insanlardan biri olarak düşündüğüm/gördüğüm; şiddet dışında farklı bir sesin gıkını dahi kolay kolay çıkaramadığı o netameli demlerde, İsveç’te, Kürtçe yayınlanmaya başlayan NÛDEM Dergisi ve onun yaratıcısı (10 yıl sonraki katili!), yazarlık serencamını: “Önümüzdeki yıl yazarlığımın 40’ıncı yılı. Çıkardığım dergilerin dışında yazdığım ve çevirdiğim kitapların sayısı da 40. Ortalama yılda bir kitap ya yazmış, ya da çevirmişim.” diyerek özetleyen, hemşerim, Yazar, Çevirmen FIRAT CEWERÎ’ye, kırk bir kere maşallah diyerek, baş başa bırakıyorum sizleri. İyi okumalar.

Yazı serüveniniz ve eserlerinizden bahsedebilir misiniz?

Çok genç yaşlarımda yazı merakı uyandı bende. Çocuk yaşlarımda Melayê Batê’nin Mevlidini okumuştum. Mevlidi, Arap alfabesiyle okumuştum. Hz. Muhammed’in hayatını şiirsel ve kafiyeyle anlatan bir yapıt. Sanıyorum 12, 13 yaşlarımda okumuştum ve büyük bir bölümünü ezberlemiştim. Ondan birkaç yıl sonra, yani 16, 17 yaşlarımda da sol harekete yöneldim ve komünist oldum. Marksist literatürün yanı sıra sol yazarları da okumaya başladım. Mayakovski  sevdiğim şairlerin başından gelirdi. Federico García Lorca, Pablo Neruda, Nazım Hikmet ve Ahmed Arif’i durmaksızın okuyordum. Onları okurken kendimi bir anda yazma eylemi içerisinde buldum. Bütün bunları Türkçe okuyordum. O zamanlar Türkçem Kürtçemden daha iyi olmasına rağmen, Kürtçe yazdım. Kürtçe yazıp ünlü mü olacaktım? Para mı kazanacaktım? Ya da birileri mi bana Kürtçe yaz, dedi? Hayır, gayri ihtiyari bir eylemdi. Belki de, bir protestoydu. Bir başkaldırıydı. İnkar ve imha politikalarına karşı bir isyandı. Kürtçe yazıyordum, ama Kürt alfabesini tanımıyordum. Bizden önceki çalışmalar yasaklardan dolayı bize ulaşmamıştı. Yazmaya başladığımda Ehmedê Xanî’leri, Melayê Cizîrî’leri okumamıştım. Hawar’dan bihaberdik. Ona rağmen Kürtçe yazıyordum. Kürtçe uğruna yirmili yaşlarıma varmadan sürgün yolunu tuttum. Sürgünde bütün hayatım yazmakla geçti. Şiirle başladım, öyküye geçtim, romanda kaldım. Büyük kahramanların peşinde koşmadım. Sansüre karşı olduğum gibi otosansür de uygulamadım. Hep yüreğimin sesini dinledim. Zavallı insanların hayatlarını öykülendirdim. Unutulmuş insanları su yüzüne çıkarmaya çalıştım. Bedel verip, verdiği bedelin karşılığını alamayan insanların ruh hallerini yazdım. Travmalarıyla boğuşan insanlara dikkat çekmek istedim. Yazarken hissettim, yaşadım, karakterlerimle güldüm, onlarla ağladım. Bu durum hâlâ ilk günkü gibi devam etmektedir…

cewerî-hep-yuregimin-sesini-dinledim.jpg

Firat Cewerî’nin yazma gerekçeleri üzerine neler söylersiniz?

Benim yazma serüvenim planı bir şey değildi. Yani bir gerekçe olmadan kendimi aniden yazma eylemi içerisinde buldum. Belki de içim doluydu, içimi dökmenin en iyi yöntemi edebiyattı. O genç yaşlarımda çok okuyordum. Belki bir gün ben de yazabilirim deyip yazmaya başlamış olabilirim. Yazmaya başladıktan sonra da zulme, inkâr politikalarına karşı yazdım. Yazma dünyasına tesadüfen ve aniden girdiysem de, Kürtçeyi bilinçli seçtim. Çok zengin Sözlü Kürt Edebiyatı ile yetişmiştim. Bu kadim dili yasaklayanlara karşı bu dilin modern edebiyata da ne kadar yakıştığını göstermek istemişimdir belki. Kendimi en çok bu dilde daha güzel ifade ettim; bu kadim dille evrenselliğe açılan bir edebiyat peşinde koştum.

Çok dilli bir yazarsınız… Bunun yazarlık kimliğinize katkıları nelerdir?

Ben edebiyata yönelmeden önce Türkçe bir makale yazdım. Sanıyorum 18 yaşındaydım. Yazdığım makale siyasi bir makaleydi. Toprak ağalarının pamuk işçilerine karşı zulmünü biraz abartarak yazmıştım. O makalem Türk sol hareketine bağlı günlük bir gazetede yayımlandı. Ondan sonra sadece edebiyat yazdım. Edebiyatı sadece Kürtçe yazdım. Şiir yazdım, öykü yazdım, roman yazdım; ama bütün bunları Kürtçe yazdım. Sonraları arada bir makale ve deneme de yazdığım oldu. Makale ve denemelerimi Türkçe ve İsveççe yazdım. İsveç’in Dagens Nyheter ve Svenska Dagbladet adlı en büyük iki gazetesinde denemelerim yayımlandı. Türkiye’de değişik gazete ve dergilere de yazdım. Ama edebiyatı asla Türkçe yazmadım. Edebiyatı asla İsveççe de yazmadım. Edebiyatı sadece Kürtçe yazdım. Bundan dolayı; eğer yazarın kimliğini dili belirliyorsa, Kürt yazar kategorisine girerim.

Haklı bir takdir kazanan dergicilik/yayıncılık (Nûdem) serüveniniz hakkında söyleyecekleriniz olacaktır muhakkak; mümkünse, günümüz Kürtçe dergileri/yayınevlerini de baz alarak anlatabilir misiniz?

1980 yılında, İsveç’e yerleştikten kısa bir süre sonra Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu. Darbeden herkes nasibini aldı, dolayısıyla birçok edebiyat dergileri de kapandı. Cuntadan birkaç yıl sonra bazı edebiyat dergileri yayın hayatına başladılar ve bazı yeni dergiler çıktı. Bunlardan biri Türkiye Yazarlar Sendikasının Yazko adlı edebiyat dergisiydi. Yazko sadece bir edebiyat dergisi olarak değil de, Yazko Çeviri ve Yazko Felsefe yazıları adı altında aynı formatta üç ayrı dergi şeklinde çıkıyordu. Bu dergilere aboneydim. 1980 ile 1990 arasında Türkiye’de çıkan, hemen hemen bütün edebiyat dergilerine aboneydim. Aynı zamanda İsveç’te çıkan bütün edebiyat dergilerini de takip ediyordum. O sıralar, 1981 yılında İsveç’te, Kürdistan Dernekleri Federasyonu Berbang adında Kürtçe bir dergi çıkarmaya başladı. Ben o derginin ilk yazarlarından oldum ve derginin birçok sayısında yazdım. 1983 yılında Paris Kürt Enstitüsünün çıkarmış olduğu Hêvî adlı edebiyat dergisinin redaksiyonunda yer aldım. 1987 yılında modern Kürt edebiyatı tarihinde çok önemli bir yere sahip olan ve ilk Kürt edebiyat dergisi olan Hawar dergisinin bütün sayılarını edinip, yeniden baskısını sağlamak için İsveç’ten Suriye’ye gittim. Şam, Halep, Kamışlı ve Baniyas’ta iki ay kalarak derginin bütün sayılarıyla İsveç’e döndüm. Hawar’ın bütün sayılarını (57 sayı) titizlikle okudum. Okudukça büyülendim. Ta 1930’lı yıllarda böylesi kaliteli bir derginin yayımlanmış olduğuna çok sevindim. Kaliteli ve parti politikalarından bağımsız bir dergi. O yıllarda; yani 1980-90’lı yıllarda, Kürtlerin çıkardığı bazı dergiler vardı. Tamamıyla Türkçe ve siyasiydi, ama bazı dergilerde Kürtçe şiirler de yayımlanıyordu. O siyasi dergilerde çıkan bazı edebi yazılar da siyasi yazıların gölgesinde kayboluyordu. Daha önce okuduğum ve takip ettiğim edebiyat dergileri ve Hawar dergisi beni modern bir Kürt edebiyat dergisini çıkartmaya yöneltti. Tabii yıllarca düşündüm, planladım, çok politize olan bir toplumda, parti politikalarından bağımsız bir dergi çıkarmanın kolay olmayacağını biliyordum. Ama onu yapacaktım, kararlıydım. Dergiyi çıkarmadan önce, o zamanlar sayıları çok az olan Kürt yazarlarıyla irtibata geçtim. Türkiye, İran, Irak, Suriye ve diasporada bulunan bütün Kürt yazarlarla iletişime geçtim. Onlarla konuştum, fikirlerini aldım. Kimileri çok zor, olmaz, başaramazsın dediler; kimileri iyi bir fikir ama zor dediler. Kimileri bu işlerin örgütlerin işi olduğunu söylediler ve en iyisi böylesi bir işe girişmememi önerdiler. Hepsini dinledim. Hepsinin fikirlerini aldım. Ama kendi bildiğimi yaptım. Çıkaracağım dergi her ne kadar parti politikalarının dışında olacaksa da, herhangi bir partiyi tutup diğer partilere karşı bir çalışmanın içine de girmek gibi hiç bir niyetim yoktu. Onların arasında bağımsız, ama sayfaları herkese açık olacaktı. Siyaseti değil, edebiyatı temel alacaktım. Öyle de yaptım ve derginin ilk sayısı 1992’nin Nisan ayında çıktı. O ayda, o mevsimde çıkarmamın amacı ilk Kürt gazetesini anmak, Kürt gazeteciliğinin geleneğini devam ettirmekti. İlk Kürt gazetesi, Kurdistan, 1898 yılının Nisan ayında Kahire’de yayın hayatına başlamıştı. NÛDEM’in ilk sayısı içerik ve biçim olarak güzel çıkmıştı. Ama Kürtlerin güvenini hemen kazanamadım. Ancak derginin beşinci ve altıncı sayılarından itibaren güven kazanabildim. Başta şüpheli bakanlar, acaba bunun arkasında kimler, hangi parti var diye şüphelenenler artık NÛDEM’in bir edebiyat dergisi olduğuna kanaat getirdiler ve sıcak yaklaştılar. Dergi 10 yıl boyunca çıktı. Hep zamanında çıktı. Hiç kimseyi dışlamadı, hiç kimseye sansür uygulamadı. Onlarca yazar yetiştirdi. On verimli yılımı benden çaldı. NÛDEM yayın hayatına devam etmiş olsaydı şimdi 28 yaşında olacaktı. Ama 10 yaşına varınca; onun hayatına ben kıydım! Onu ben dünyaya getirmiştim, NÛDEM adını ben koymuştum, on yıl boyunca aşkla, sevgiyle büyütmüştüm ve onun hayatına ben kıymıştım… Oturup hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, bugün bir nesil Kürt kızının ismi NÛDEM. Bu beni oldukça mutlu ediyor. Kürtçe yayıncılığın zorluklarını bildiğim için şu anda bin bir güçlükle ayakta kalan Kürt yayınevlerini içten kutluyorum…

Gençlik dönemlerinde siyasetin içinde aktif bulunan bir kişi olarak; siyaset ile edebiyat ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz?

Siyasete çok genç yaşlarımda girdim ve yine çok genç yaşlarımdan siyasetten çekildim. Siyasetteki en aktif yıllarım 16-19 yaşlarımdır. O yaşlarda Marksist literatürün yanı sıra sol edebiyatın önde gelenlerini de okuyordum. Şehrin duvarlarını sloganlara boğduğum gibi, Mardin’in birçok kaza ve köylerini propaganda amaçlı gezdiğimi, halkı uyandırmaya çalışmanın çabası içerisindeydim. 1979 yılında artık kendimi tamamıyla edebiyata verdiğimi hissettim. Kendimi edebiyata verince de siyasetten soğuduğumu fark ettim. Belki de devrimin o kadar kolay bir şey olmadığının farkına vardım ve proletarya diktatörlüğünün de sonuçta dikta bir sistem olacağını fark ettim de siyasetten soğudum. Zaten askerlerin de ayak sesleri duyuluyordu. Cunta oldu olacaktı. Ben 40 yıldır ne Kürt, ne Türk, ne de bir İsveç siyasi partinin üyesi olmadım, aktif siyasi bir çalışmaya katılmadım. Güncel siyasi çekişmelerden bağımsız bir edebiyatın daha uzun ömürlü bir edebiyat olduğuna inanıyorum. Edebiyat parti politikalarından bağımsız olmalı. Bunu söyleyince, yazarlar siyasi görüşlere sahip olmasın demiyorum. Ama güncel siyasi görüşleri edebi eserlerine ne kadar az yansısa o kadar iyi olur diye düşünüyorum.

Günümüzde Kürt diline olan ilgiyi nasıl görüyorsunuz?

Düne nazaran bugünkü Kürt diline ilgi hayli fazladır. Ama günümüzde asimilasyon mekanizmaları da bir hayli fazla ve etkileyici… Bu konuda biraz Kürtleri, Kürt aydınlarını, Kürt bürokratlarını, Kürt politikacılarını eleştirsem de, suçlusu, sorumlusu devlettir; devletin yürütmüş olduğu anti demokratik politikalardır. Kürt dili resmi olmasa, Kürtçe de anadilde eğitim olmasa, Kürtçe pazar dili olmasa, Kürtçenin bir statüsü olmasa bu durum böyle devam edecektir ve gitgide Kürtçeye ilgi de azalacaktır.

Kürtçe yazmadaki ısrarınız nereden geliyor?

Kürtçedeki ısrarım ilk inkâr politikalarına bir başkaldırı, bir isyandı. Sonraları da artık Kürtçe edebiyat dilim olunca, kendimi edebiyatta en iyi ifade ettiğim dil oldu. Bundan dolayı benim için en doğal olanı Kürtçe yazmaktır…

Kürt olup da başka dillerde eserler veren yazarların aidiyet ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir yazar kendini hangi dilde rahat hissediyorsa, hangi dilde yazıyorsa yazabilmeli, o özgürlüğü olmalı. Edebiyat edebiyattır bence. Ama bir edebiyatın kimliğini dil belirler. Kim hangi dilde yazıyorsa, edebiyatı o dilin edebiyatı olur. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde İngilizce yazan birçok İsveç kökenli yazar var, bu yazarlar hiçbir zaman İsveçli yazarlar olarak değil, Amerikalı yazarlar olarak bilinmektedirler. Aynı zamanda İsveç’te yaşayan; en çok bilinen Yunanlı Theodor Kallifatides Yunanca değil de İsveççe yazıyor, Kallifatides İsveç yazar olarak bilinmekte. Yaşar Kemal, Cemal Süreya ve onlarca Kürdün Türkçe yazdıkları gibi. Yaşar Kemal’in edebiyatı Kürt edebiyatı mı, Türk edebiyatı mı? Tabii ki Türk edebiyatı. Yaşar Kemal Kürt mü, Türk mü? Yaşar Kemal tabii ki Kürt. Yazarın kökeni ile edebiyata seçtiği dili birbirine karıştırmamak gerek.

Uzun yıllardır diasporada yaşıyorsunuz… Diaspora ile yazar ilişkisi hakkında düşüncelerinizi anlatır mısınız?

Diaspora, ya da sürgün birçok yazar için ateşten bir gömlektir. Ülkelerinde tanınan, bilinen yazarlar bazen diasporada tükenirler, yazamaz olurlar. Bu, kendi dillerinde yazmakta direnen yazarlar için geçerli. Bazı yazarlar dil değiştirip kendilerine yurt edindikleri yeni ülkelerin dilinde yazmaya başlarlar. Örneğin Samuel Beckett Godot’yu Beklerken’i Fransızca, Nabokov Lolita’yı İngilizce yazdı ve Theodor Kallifatides’in bütün yazıları İsveççe. Benim durumum biraz farklı. Ben kendi dilimde yazabilmek için ülkemi terk etmek zorunda kaldım ve hâlâ o dilde yazmakta diretiyorum. Ülkemden binlerce kilometre uzakta, ülkemin dilinde yazıyor, ülkemin insanlarını, coğrafyasını konu alıyor ve yazdıklarım orada basılıyor, oradaki okurlar okuyor.

Kürtçe denince ilk akla gelen ülkelerin başında gelen İsveç’te yaşıyorsunuz; bu ülkeyi diğer Kürt diasporalarından ayıran özellik nedir?

Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerine ta yetmişli yıllarda göç eden Kürtler daha çok iş gücü için göç etmiş Kürtlerdir. İsveç’e göç etmiş Kürtlerin durumu, konumu farklıydı. Daha çok okumuş, politik bilince sahip, politik ya da kültürel amaçla gitmiş Kürtlerdir. 12 Eylül darbesinden sonra İsveç’e göç etmiş Kürtlerin siyasi ve entelektüel birikimi bir ülkeyi yönetecek kapasitedeydi. 12 Eylül darbesinin uzantısı uzun sürünce ve bu Kürtler planladıkları gibi kısa bir dönem sonra ülkelerine dönme imkânları olmayınca, birçoğu dile ve edebiyata yöneldiler. Dernek kurdular, dergi çıkardılar, şiir yazdılar, öykü yazdılar, roman yazdılar, İsveç ve dünya edebiyatından onlarca edebi eserleri çevirdiler. Kürtçenin İsveç okullarında eğitim dili olmasını sağladılar. İsveç Kürtlerinin konumu belki de sadece dil ve edebiyat konusunda değil, siyasi ve toplumsal konularda da biraz farklı. Bugün İsveç parlamentosunda, değişik partilerden beş Kürt milletvekili var. İsveç’in birçok belediyesinde Kürt yöneticiler var. İsveç Yazarlar Birliği ile İsveç PEN kulübünün yönetim kurulunda Kürtler yer aldı, İsveç’in en yüksek makamlarından ödüllere layık görüldü.

Türkçeye kitaplarınız çevriliyor… Türk edebiyatını takip ediyor musunuz?

Önceleri Türk edebiyatını çok yakından takip ediyordum. Şimdi de elimden geldikçe takip etmeye çalışıyorum. Tabii bunu yanında İsveç ve Kürt edebiyatını da takip ediyorum. Zamanla üç dilli oldum. Üç dilde okuyor, üç dilde yazıyor, ama konu edebiyat olunca sadece Kürtçe yazıyorum.

Kürtçeye birçok yazar/metin kazandırdınız… Çeviri -edebiyat ilişkisi üzerine ne düşünüyorsunuz?

Ben öteden beri çeviriye çok önem veriyorum. Kürtçe durumundaki bir dilin gelişmesi ancak çeviriyle olabilir. Çeviri, diller ve kültürler arasındaki sınırları kaldırıyor, birleşici bir rol oynuyor. Edebi bir eseri okuduğumuz zaman, iyi çevrilmişse, çeviri olduğunu zaten unutuyoruz, kendi dilimizde yazılmış bir eser gibi okuyoruz. O nedenle, dünya edebiyatından okuyup beğendiğim bir eseri, ‘bu niye Kürtçede de yok,’ deyip hemen çevirmeye başlıyordum. Bunu hâlâ da yapıyorum. Kırk yıllık yazarlık yaşamımda yirmi kitap yazmışsam, yirmi kitabı da Kürtçeye çevirmişim. Bütün bunları kişisel çabalarımla yaptım. Hep keşke daha çok çevirseydim dediğim oluyor.

Kırk yıla yaklaşan bir yazarlık deneyiminiz var… Bunca yıldır okuyup yazmanızın sizde ve toplumdaki karşılığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Önümüzdeki yıl yazarlığımın 40’ıncı yılı. Çıkardığım dergilerin dışında yazdığım ve çevirdiğim kitapların sayısı da 40. Ortalama yılda bir kitap ya yazmış, ya da çevirmişim. Ben zaten edebiyat uğruna yirmili yaşlara varmadan ülkemi ve sevdiklerimi terk ettim ve sürgünü seçtim. Belki de kırk yıldır beni sürgünde ayakta tutan, hayatıma anlam veren edebiyattır. Kırk yılda kırk kitap yazıp çeviren birinin ilk etapta profesyonel ve işinden para kazandığı düşünülebilir. Ama şu ana kadar Kürtçe kitaplarımdan, Kürtlerden beş kuruş kazanmadığımı hemen belirteyim. Bunu Kürtleri eleştirmek için demiyorum. Çünkü Kürtler veya birileri bana şu kitabı yaz veya şu kitabı çevir demiş değildir. Bütün çalışmalarımı severek yaptım ve geri kalan hayatımı da bu yolda devam ettireceğim kesin. Yaptığım işin toplumdaki karşılığını sizler benden daha iyi biliyorsunuz.

Hayal ettiğiniz bir okur profiline ulaştığınızı düşünüyor musunuz? Ya da geniş ve farklı bir okur kitlesine ulaşmak için ne yapmalı?

Yazarken, yazma sürecinde okur profilini hiç düşünmüş değilim, hiç düşünmüyorum. Ancak kitap elimden çıkıp okura ulaştıktan sonra bazı şeyleri fark ediyorum. Okur profilimin her kategoriden, her yaştan olduğunu okuyuculardan aldığım reaksiyonlardan fark ediyorum. Kendim geniş ve farklı bir okur kitlesine ulaşmak için yaptığım hiçbir şeyin olmadığını kolaylıkla söyleyebilirim. Bir yazarın geniş bir okur kitlesine ulaşmasının iyi yazmaktan geçtiğinin yanı sıra, yayınevinin, edebiyat ajansının yazar için yapacağı reklamın büyük bir rolü var. Söz konusu Kürt edebiyatıysa, Kürtçe yazılan edebiyatsa, belki yapılacak reklamın da fazla bir etkisi olamaz.

İleriye dönük projeleriniz nelerdir?

Her yılbaşında, gelecek yıl içerisinde ne gibi projeler gerçekleştireceğime dair kendi kendime verdiğim sözler oluyor. Yıl bitmeden önce verdiğim sözleri yerine getirmeye çalışıyorum. Önümüzdeki yıl yazarlığımın 40. yılı, hiç ölmeyecekmişim gibi kendime ilerde gerçekleştireceğim projelerin sözünü veriyorum. Tabii, romanlarım ilk sırada olacak. Beni hep sabırsızlıkla bekleyen roman karakterlerim var, ilk etapta onları harekete geçireceğim. Onun dışında da yapmak istediğim, gerçekleştirmek istediğim birçok şey var. Ama izninizle onları açıklamayayım.

Röportaj: Metin Aydın

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.