CHP'li Böke: Çözüm için sandığı beklemek zorunda değiliz

CHP'li Böke:  Çözüm için sandığı beklemek zorunda değiliz
CHP’nin ekonomi ve siyaset alanında yükselen ismi olarak bilinen parti sözcüsü Selin Sayek Böke, 16 Nisan tarihinde yapılacak olan Anayasa referandumuna sayılı günler kala Diyarbakır’dan önemli mesajlar verdi.

16 Nisan’da yapılacak olan tarihi Anayasa Referandumuna sayılı günler kaldı. Partilerin referandum çalışmaları tüm Türkiye’de olduğu gibi Diyarbakır’da da yoğunlaşmaya başladı. Referandum sonuçlarının en çok merak edildiği il olan Diyarbakır’da ise, CHP’nin bölgeye göstermiş olduğu ilgi ve alaka giderek artıyor. Bizde Tigris Haber Gazetesi olarak, referandum çalışması yürüten tüm partilerin yöneticilerine söz hakkı vermeye devam ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde geldiği Diyarbakır’da büyük coşku ve sevgi seliyle karşılanan CHP’nin yükselen yıldızı olan parti sözcüsü Selin Sayek Böke ile bir araya gelerek, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu, kayyumlar, referandum çalışmalarını, CHP’nin Kürt sorununa bakış açısını ve merak edilen birçok konu hakkında konuştuk.

 

Tigris Haber gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlyas Akengin’in, CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke ile yaptığı röportajın satırbaşları şöyle:

Partinizin seçim çalışmaları nasıl gidiyor? Bölgeye ve Diyarbakır’a ilişkin olarak OHAL’i ve Kayyumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakiki bir demokrasi için…

“ Esasen karşımıza konan sandık tam da sorunuzda da değinmiş olduğunuz koşullar bütününün değiştirilip değiştirilemeyeceğine dair bir sandıktır. Yani, keyfi bir yönetimin yerine hukukun geldiği, bu keyfilikten kaynaklı aşırı güç kullanımından ortaya çıkan otokratik bir düzen yerine hakiki bir demokrasinin gelip gelmeyeceği ve gerçek temsiliyetle vatandaşın kendi sözünü siyaset yoluyla konuşabildiği bir Türkiye’nin olup olmayacağı meselesidir bu sandık. Belediyelere Kayyum, OHAL, tutukluluklar bütün bunlar esasında bir siyasetin bütününün parçalarıdır. Biz bu sandıkta bu siyasetin devam edip etmeyeceğini oyluyoruz esasında.

‘Katılımcı bir düzen, toplumsal barış, demokrasi istiyorsak…’

Aslında bunu biz de söylemiyoruz, iktidar bu teklifi getirdiği zaman açıklıkla ifade etmişlerdi. Dediler ki, ‘fiili bir durum yarattık ve bu fiili duruma uygun bir hukuk oluşturmak üzere bu anayasa teklifini veriyoruz’. Yani, esasında her birimize şunu söylemiş oldu iktidar; bugün yaşanıyor olan fiili durumu kalıcı kılacak bir anayasa getiriyorum dedi. Kayyum atama yetkisini, OHAL’i, tutuklamaları, siyasi temsiliyete kısıtlama getirmeyi, katılımcılığın önünde engel olmayı, bu fiili durumda bizzat Türkiye yaşarken önümüze konan bu sandık bahsettiğimiz bu fiili durumun devam edip etmeyeceğine dair bir sandıktır. Biz, katılımcı bir düzen, toplumsal barış, demokrasi istiyorsak ve bütünün parçalarının hiç birinden memnun değilsek burada ortak bir ‘Hayır’ vermemiz gerekiyor ki, OHAL’in kalıcı olmadığı, demokrasinin yeşerdiği bir yarına uyanabilsin.

2 yıldır askıya alınan bir çözüm süreci var ve geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Elinde silah olmayan herkesle görüşürüz” vurgusu vardı, siz bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

‘Katılımcı demokrasiye ihtiyaç var’

Tabii ki, bu durumu iktidarın siyaset anlayışı açısından şaşırtıcı bulmuyorum. Şunu ifade etmek gerekiyor, Türkiye herhangi bir sorununu çözecekse, Kürt meselesi de dahil olmak üzere, toplumsal barışa dair meselelerini çözecekse bunu katılımcı bir demokrasi ile yapmak zorunda. Herkesin temsiliyetinin olduğunun bilindiği, temsiliyet yoluyla farklı görüşlerin çözüm önerilerinin sunulabildiği ve tartışılabildiği hakiki bir demokrasiye ihtiyacımız var. Bundan birkaç yıl önce siyasi iktidar, siyasi geleceği adına ihtiyaç görüp adına çözüm süreci diye başlattığı süreci, o dönemde çözüme ihtiyaç olmadığını düşündüğümüz için değil, ihtiyaç olan çözümün şeffaf olmayan, kapalı kapılar ardında yürüyen, katılımcı olmayan süreçlerle işlemeyeceğini bildiğimiz için itiraz etmiştik. Yani, o zaman da bugünkü talebimizi söylemiştik. O zaman da Türkiye’de bütün sorunların çözümü için katılımcı bir demokrasiye ihtiyaç var demiştik. Bugün yine aynı şeyi görüyoruz.

‘Sorunları çözmek için sandığı beklemek zorunda değiliz’

 Sürecin çökmesine sebep olan sürecin kurgusunun demokratik ve katılımcı olmamış olmasıydı. Bugün yaşanan sorun da aynı. Katılımcı temsiliyete izin vermeyen, siyasi bir partinin soruna dair çözüm önerisi getirmesi gereken mecliste bunu konuşturmayan bir anlayış, yine kendi siyasi görüşü için bunu yapıyor. Yine, tekrar sanki bir lütufmuş gibi meseleyi ileride çözeriz diyen yaklaşım, bugün meseleleri çözmeyip bunları oy uğruna sürekli olarak kullanan bir yaklaşım gibi gözüküyor. Oysa biz bu sorunları çözmek için sandığı beklemek zorunda olmadığımızı çok iyi biliyoruz. Yani, seçim barajını kaldıralım, herkesin temsil edildiği bir Türkiye olsun ve herkesin temsil edildiği o mecliste bütün sorunların konuşulduğu, bütün sorunlar için şeffaf, ortak akılla üretilen çarelerin olduğu bir Türkiye demokrasisi inşa edelim. O zaman zaten Kürt meselesi çözülecek. Meselenin özünde yatıyor olan en temel sıkıntı zaten bizlerin demokratik bir biçimde bu konuyu tartışmıyor olmamız. Bunun ötesinde artık Türkiye’de birçok konu zaten demokrasi bunca yıkıldığı için katılımcı bir şekilde tartışılamıyor.

CHP Kürt sorununa nasıl yaklaşıyor ve partinizin Kürt sorununun çözümüne dair herhangi bir planı, projesi var mı?

 

 

‘Çözüm önerisi üç safhadan oluşuyor’

Biraz önce temel prensiplerimizi söyledim; daha çok demokrasi, katılımcı demokrasi, toplumsal barışı inşa etmek için ötekileştiren siyasete dur deme ihtiyacı var bence çözüm için. Cumhuriyet Halk Partisinin, hatırlarsınız 22 soru 22 cevap diye bir dosyası vardı, bundan birkaç yıl önce yayınlamış olduğu. Bu dosyada esasında Kürt meselesine dair derli toplu bir çözüm önerisi vardı. Bu çözüm önerisinin temel taşlarına olan ihtiyaç bugün dün kadar belirgindir. Çözüm önerisi üç safhadan oluşuyor. Bunlardan ilki bizim bu meseleyi mecliste çözmemiz gerektiğini tespit ediyor. Yani, biz bugün eğer Kürt meselesi de dahil olmak üzere toplumsal barışa dair meseleleri meclis dışında çözmeye çalışırsak, o zaman toplumu dahil etmediği için toplumsallaşamayacak ve kalıcı olmayacaktır. Oysa toplumu dahil edebilmenin ilk ve en temel adımı meseleyi mecliste, o milletin temsil edildiği yerde ve milleti temsil eden bütün aktörlerle beraber meclis içinde tartışmaktır. O yüzden de bugün daha güçlü bir parlamentoya ihtiyaç var diyoruz. Çünkü bu ve benzeri bütün sorunları, bizim mutlaka bizi temsil edenlerin bu meclis çatısı altında konuşarak çözmeleri gerekiyor. İkinci adım, bunu salt siyasi bir mesele gibi görüp, siyasi partilerin meclis içinde çözdüğü bir mesele dersek doğru olmaz. Meselenin toplumu dahil ederek çözümüne imkân vermek için ikinci halkada STK’ları, Bölgedeki kanaat önderlerini, mecliste temsil edilmeyen farklı görüşleri, ikinci halkada sivil toplum olarak çözümün ortağı yapmak gerekiyor. Siyaseten ortaya konulacak ortak akıl, siyaseten ortaya konulacak ortak çözüm, kendisine toplumsal bir zemin bulabilsin. Bununla beraber üçüncü bir ayak var, o da geçmişte yaşanmış olanların hepsinin hakkaniyetle değerlendirmesinin yapıldığı, gerçekliğin ortaya çıktığı ve böylece, tarihini yük olarak taşıyan değil, tarihiyle barışmış bir gelecek inşa eden bir süreç yaşanabilsin. Biz, bu üçayağın temel oluşturduğu ana çerçeve katılımcı, güçlü ve daha çok demokrasi, güçlü bir parlamento ve bu sandık tam da buna imkân veren bir sandıktır. Yani, biz parlamentoyu güçlendirmek istiyorsak ‘Hayır’ dememiz gerekiyor. Toplumsal barış istiyorsak ‘Hayır’ dememiz gerekiyor. OHAL kalksın istiyorsak ‘Hayır’ dememiz gerekiyor. Bütün bu sorunların çözümü için demek ki, ‘Hayır’ demek gerekiyor.

Referandumun Kürtler açısından sizce önemi nedir?

‘Türkiye’nin yaşadığı en büyük tehlike sosyal ayrışmadır’

Bugün Türkiye’nin yaşadığı en büyük tehlike sosyal ayrışmadır. Bu sosyal ayrışmayı da salt bu bölgeye ait bir değerlendirme olarak yapıyorum. Anımsayalım, biz son 2 buçuk yıldır çok hırçın bir siyasi dille karşı karşıyayız. Herkese baktığında insan görmeyip o insanın içindeki kimlik değerlerini gören bir siyasi anlayış var. Bu siyasi anlayış bize baktığında ya yaşımızı görüyor ya cinsiyetimizi görüyor ya inancımızı, mezhebimizi görüyor ya etnik kimliğimizi görüyor ya da bu coğrafyanın neresinde doğduğumuzu görüyor. Hep bir ayrıştırma üzerine kurulmuş bir siyasi anlayış var. Bu ayrıştırma kendisini bu bölgede başka bir boyutta yansıtıyor, inanın İzmir’de de aynı ayrıştırmanın, ötekileştirmenin sonuçları gözüküyor. Bugün Türkiye’de bir toplumsal barışa ihtiyaç var derken, bunu sadece Kürtler için veya sadece bir inanç grubu için söylemiyorum,  bütün Türkiye’nin bir toplumsal barışa ihtiyacı var ve toplumsal barışa bu ihtiyaç bütün Türkiye’nin bunca ayrışmış olmasından kaynaklanıyor. Bu ayrışmaya engel olmak için de 16 Nisan bir fırsattır. Hem bu bölgede etnik kimliği yüzünden ayrışmış hisseden, başka bir yerde inancı üzerinden kendini ayrışmış gibi hisseden başka bir bölgede cinsiyeti üzerinden ayrışmış gibi hisseden, yok sayılan kadınların burada belki bir ‘Hayır’la bir dakika, biz bunca ayrıştıran bunca ötekileştiren, bunca nefrete dönüştürülmüş bir kutuplaşmayı istemiyoruz demesi için bu sandık bir fırsattır. Ben yaratılan bu algıların hiç birine kulak kabartmıyorum. Çünkü Diyarbakır’dan önce yaklaşık 15 il’e gitme fırsatım oldu ve her il’de her dilde hangi bölgede olduğumdan bağımsız aynı dinamik gözüküyor. İnsanlarla birebir konuştuğunuzda bu sağduyu, ötekileştirmeyen anlayış, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi bunca farklı kültürün bir arada yaşamasından çıkmış. Şimdi bu kültürleri birbirinden ayrıştırmak için kullanılan siyasete bir dur deme imkânı var ve millet bunu fark etmiş vaziyettedir. Millet, bunu durdurabilirim diye düşünüyor.

Peki, bu siyasi dile neden ihtiyaç duyuluyor?

 

 

‘Saldırarak, tehdit ederek, korkuyla siyaset yapıyorlar’

Bence iki sebebi var, kendi anlatacak gelecek hayali kalmayanlar Türkiye’de 80 milyona Türkiye hayali anlatma imkânı olmayanlar, saldırarak, tehdit ederek, korkuyla siyaset yapıyorlar. Bir diğeri de esasında bunca baskı bunca tehdit iktidar çok güçlü olduğu için değil, bilakis çok zayıf olduğu için yaşanıyor. Zayıf ve kendisini yeniden üretebilecek, yeniden Türkiye’ye bir hikâye anlatabilecek kapasitesi, hayali bir anlatısı kalmadığı için ancak hırçınlıkla kendi siyasetini üretebiliyor. Bize düşen görev, bu hırçınlığa karşı hırçınlık yapmak değil. Bu hırçınlığa karşı, toplumsal barışı toplumdan gelen bir taleple inşa etmektir. Bu sandık o yüzden Türkiye için çok kıymetlidir. Bir siyasi partinin iktidar sandığı değildir bu. Burada ortaya çıkacak olan sonuç, toplumun birlikte yaşama talebine dair bir sonuç olacaktır. Buradaki sandıktan çıkan sonuç, toplumun kendisinin demokrasi talebine dair olacaktır. Bir siyasi partinin iktidarına dair olmayacak. Bundan tedirgin olanlar, anlatacak bir gelecek hikâyesi kalmamış olanlardır. Bizim, anlatacak bir geleceğimiz var, istediğimiz daha aydınlık günler var. Onun için de biz bu hırçınlıkları hiç duymadan ve kendi hayal ettiğimiz o demokratik Türkiye’yi anlatıyoruz.

Türkiye’nin ekonomik açıdan gidişatını nasıl görüyorsunuz?

‘Huzur yoksa yatırım ortamı olamaz’

Türkiye’nin güllük gülistanlık olmadığını vatandaş çok iyi biliyor. Bu fiili başkanlık döneminde en sert sonuçlar ekonomide yaşandı. Toplumsal barışı yıktığınız zaman, eğer keyfilik inşa ederseniz eğer insanları dahil etmeyip ayrıştırırsanız orada yatırım ortamı çıkmaz. Yani, sosyal istikrarsızlık olduğu zaman, siyasi istikrarsızlık olduğu zaman toplum dinamikleri yatırım yapılmasına imkân vermez. Eğer huzur yoksa yatırım ortamı olamaz. Karalar o kadar keyfi veriliyor ki, bugün Türkiye’de, hukuk o kadar yok edilmiş ki bugün Türkiye’de, insanlar o kadar ayrıştırılıyor ki bugün Türkiye’de ne huzurdan bahsetmek mümkün ne sosyal istikrardan ne de siyasi istikrardan. Böyle bir ortamda ekonominin iyi gitmesi mümkün değil.

‘Yatırım ortamını ortaya çıkartan bir siyasete ihtiyacımız var’

Tek kişi yönettiği zaman, yani kurumlarla, kurallarla işleyen değil, keyfi ve şahsileşmiş işleyen düzenlerde yatırım olmaz, gelir azalır, işsizlik olur, iflaslar olur. Bunların en sert şeklini de esasında bu bölge yaşıyor. Dolayısıyla geleceğe umut besletecek ortamın çıkmasının tek yolu var, keyfi karar verilen değil hukukla karar verilen, şahsi karar verilen değil kurumlarla karar verilen ve yatırım ortamını ortaya çıkartan bir siyasete ihtiyacımız var. Bugünkü siyaset bunu yapmıyor. Dolayısıyla buna itiraz etmek için bugün bir fırsatımız var ve bu sandıkta itiraz edebiliriz.

Balyoz ve Ergenekon davalarında beraat kararı çıktı. KCK ana davasında ise mahkeme sanıklara ceza verdi, nasıl değerlendirirsiniz?

 ‘Yargı yok Türkiye’de’

Bugünkü basın toplantısında da dile getirildi. Türkiye’de bugün yargının verdiği karaları yargı perspektifinden değerlendirmek mümkün değildir. Onun için bu kararı hiç değerlendirmeyelim bile. Ya bir yargı yok Türkiye’de. 21 gazeteci mesela tahliye ediliyorlar ve tahliyeden birkaç saat sonra yeniden gözaltı kararı çıkıyor. Burada bir yargıdan, hukuktan bahsetmek mümkün mü; dolayısıyla Türkiye’de yargıya dair bir değerlendirme yapmak gerekli değil.

Bölgede kırsal yerleşim alanlarında vatandaşların tercihine yönelik tehdit iddialarına ilişkin olarak neler söylemek istersiniz?

‘Hiçbir baskı, hiçbir tehdit kabul edilemez’

Hiçbir baskı, hiçbir tehdit kabul edilemez. Terör ve terörün ortaya çıkardığı baskı da kabul edilemez, kamu kaynakları kullanılarak yapılan baskılar da kabul edilemez. Bizim, her bireyin özgür iradesi ile karar verebildiği her bireyin katılabildiği bir siyaset ve bu siyasette yeşermiş bir demokrasi istiyoruz. Böyle bir demokrasinin çıkması için de hiçbir tehdidin, hiç bir baskının olmaması gerekiyor.”

Ali ABBAS YILMAZ

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.