Gidenler gitti de kalanlar kalabildi mi bu topraklarda ?

Gidenler gitti de kalanlar kalabildi mi bu topraklarda ?
Hüzünlü Bir Hikayeydi Onların Öyküsü

Gidenler gitti… Üstelik de epeyi oldu. Önümüzdeki sene tamı tamına bir asır olacak gidenlerin bu göçü. Gidenler gitti de kalanlar kaldı mı sanki... Onlar da dağıldılar bir taraflara... Kendi doğdukları topraklarda muhacir oldular. Oradan oraya savruldular yıllar boyu... Çok sonraları unutuldular. İşte ancak unutuldukları bu noktada yeniden dönebildiler doğdukları topraklara. Giderken kendileriydiler ama dönerken kendileri olmaktan çıkmıştı çoğu. Gittiklerinde isimleri Ardanuş, Arpenig, Raqel, Silva, Vartan, Bayzar idi ama döndüklerinde adları Sıdık, Bedri, Recep, İkbal, Tarık olmuştu.

ÖZEL HABER/Gencer ARPACI

DİYARBAKIR -  Bazı kaynaklara göre 1915 Ermeni katliamından önce sadece Diyarbakır’daki nüfusları 60 binin üzerindeydi. O zamanlar kent nüfusunun 100-120 bin olduğu düşünülürse kentteki yoğunlukları daha iyi anlaşılır. Sanatkar insanlardı kuyumculuk, bakırcılık, taş ustalığı, mimarlık onlardan sorulurdu.

Ermeniler’in birçoğu ya katledildi ya da zorunlu göç sırasında yollarda çöllerde ölüme terk edildi. Gidenler gitti… Üstelik gidenler gideli de epey oldu. Önümüzdeki sene tamı tamına bir asır olacak gidenlerin bu göçü.

Gidenler gitti de kalanlar kaldı mı sanki. Onlar da dağıldılar bir taraflara. Kendi doğdukları topraklarda muhacir oldular. Oradan oraya savruldular yıllar boyu.

Geriye kalanlar ise Avrupa ve Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar. Ancak Sıdık Eken (84) ve Bayzo Alata (87) çifti, yaşanan tüm zorluklara rağmen, kendi topraklarında kalmakta ısrar etti. Şimdilerde son demlerini yaşayan Sıdık dede, asıl ismini ölümüne bir sır gibi saklıyor herkesten. Sadece rabbine dua ederken içinden kendi asıl ismiyle dua ettiğini anlatıyor onu tanıyanlar.

gencer-ermeni-cift-(1).jpg

Giderken kendileriydiler ama dönerken kendileri olmaktan çıkmıştı çoğu...

Çok sonraları unutuldular. İşte ancak unutuldukları bu noktada yeniden dönebildiler doğdukları topraklara. Giderken kendileriydiler ama dönerken kendileri olmaktan çıkmıştı çoğu. Gittiklerinde isimleri Ardanuş, Arpenig, Raqel, Silva, Vartan, Bayzar idi ama döndüklerinde adları Sıdık, Bedri, Recep, İkbal, Tarık olmuştu.

Katliamdan ve zorunlu göçten sonra bölgedeki tüm akrabalarının izlerini kaybeden, diğer akrabaları ise başka ülkelere göç etmek zorunda kalan Sıdık dede, 1930 yılında Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’nde dünyaya gelmiş. 1915’ten sonraki felaket yıllarında mallarını mülklerini her şeylerini yitirmişler. Birçoğunun hayatta kalabilmek için dinlerini değiştirmeleri de yetmemiş belli ki… Ellerinde avuçlarında ne varsa eşkıyalara dağıtmışlar ki hayatta kalabilsinler. Son bir gayretle kendilerini Silvan’dan Diyarbakır’a atmışlar zar zor. Gelip şehrin yakınındaki bir köye sığınmışlar. Diyarbakır merkeze bağlı Karabaş köyü yeni vatanları olmuş...

Sıdık dede o zamanlar çok küçük olduğu için ailesinin tam olarak kaç kişiden oluştuğunu bilmiyor. Sadece “Çok kalabalıkmışız” demekle yetiniyor. Nüfus kalabalık olunca çalışmak eve ekmek getirmek gerek. Karabaş başta olmak üzere, Darağlı, Telgoz ve Sıti köylerinde hamallık yaparak, ailenin geçimini sağlamaya çalışmışlar… 1960 yılında babası da vefat edince bir başlarına kalmışlar. Ailenin en büyüğü de o zamanlar 30 yaşında olan Sıdık dede olunca; “Yürüyün gidiyoruz deyip” ailesiyle birlikte Diyarbakır merkeze taşınmışlar.

ermeni-cift3.jpg

Kendisi gibi kılıç artığı bir Ermeni

Sıdık dede Diyarbakır’a taşındıktan sonra hayatının kadını ile tanışmış. Bayzo nene ile tanıştıktan sonra hayat daha bir güzel görünmeye başlamış gözlerine. Kendisi gibi kılıç artığı bir Ermeni olan ve katliamda akrabalarının çoğunu kaybeden Bayzo nene tam da aradığı, hayalindeki kadındı. Biraz rahmetli anasına, biraz da dedesini her gün sinirlendiren nenesine benziyordu Bayzo… Gülüşü tıpkı annesi gibiydi. Güldüğünde yanaklarında belli belirsiz minik bir gamze oluşuyordu. “Bak hayatta bir başımıza kaldık gel hayata karşı beraber yürüyelim bana varır mısın Bayzo” diye sorduğu günü şüphesiz dün gibi hatırlıyor Sıdık dede.

 

“Evet” cevabını aldıktan sonra delikanlı Sıdık’ın ayakları yerden kesilmiş adeta. Yerden aldığı bir çakıl parçasını avuçlarına almış sıkmış, sıkmış, sıkmış. Biraz zorlasa taşın içindeki suyu çıkartacakmış nerdeyse. Hayatlarını birleştirdikten sonra çocuk sahibi olmayı çok istemişler ama “Yüce tanrı bize nasip etmedi” diyor, hüzünlü bir sesle tatlı ihtiyarlar. Tabi evlendikten sonra yaşamları öyle pek de kolay olmamış şüphesiz… 38 sene çeltik tarlalarında birlikte ırgatlık etmişler. Sevgileriyle suladıkları Karacadağ pirincinin en iri danelileri onların baktığı tarlalarda yetişmiş yıllarca.  Bayzo ile Sıdık’ın pirinci lezzeti ve iriliği ile dillere destan olmuş. Ama hiç kimseler bilememiş o pirinçleri bu kadar büyütüp bu kadar lezzetlendiren şeyin birbirini sevgiye boğan bu iki Ermeni’nin aşkı olduğunu.

“1984 yılında Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde bulunan tarihi Meryem Ana Süryani Kilisesi'nin avlusundaki bir odaya yerleştik. 30 yıldır da yaşamımızı bu kilisede sürdürüyoruz” diyor. Bayzo nene ile Sıdık dede.

ermeni-cift6-003.jpg

“Sen yaşlandın artık hatırlamıyorsun”

Her gün güneşlenmek için çıktıkları kilisenin avlusunda ellerindeki siyah beyaz eski fotoğraflara bakıp bakıp iç geçiriyor bu tatlı iki ihtiyar.

Zaman zaman Suriye’den gelen akrabalarla çekilen hatıra fotoğraflar içlerindeki hasret ateşini tam olarak söndürmese de onlara avuntu oluyor. Bu hatıra fotoğraflara bakıp çekildiği gün yaşananları hatırlamaya çalışmak günlerini güzelleştiriyor. Zaman zaman aralarında tatlı tartışmalar da olmuyor değil hani. Bayzo nene Hayat ortağı Sıdık dedeyi, “Sen yaşlandın artık hatırlamıyorsun” diyerek tahrik etse de Sıdık dede bir ömrü birlikte paylaştığı bu sevdiceğine hala kıyamıyor. Bayzo’su ile tartışmamak için “Ne diyeyim hanım” deyip geçiştiriyor. Birileri onların halini hatırını sorduğunda çok mu çok mutlu oluyor bu tonton ihtiyarlar. Bu yüzden kiliseyi ziyarete gelenlerden onları soran olursa oturup iki lafın belini de onlarla kırıyorlar.

Biz de böyle bir güne denk geldik. Onlarla birlikte eski Diyarbakır kültürünün ve tarihinin içinde onlar sayesinde bir tur attık. Korkuları her ne kadar her hatıralarını açık açık anlatmalarına müsaade etmese de, zaman zaman buğulanan gözleri bizden gizlediklerini itiraf ediyordu.

ermeni-cift9-003.jpg

“Biliyor musunuz ben aslında bekarım Bayzo’ya resmi nikah yapmadım”

Sorularımızla onları bunalttığımız anlarda Sıdık dede derhal konuyu değiştirme yoluna gidiyordu. Sıkıştığı anlardan birinde “Biliyor musunuz ben aslında bekarım Bayzo’ya resmi nikah yapmadım” deyiveriyor. Tam da Bayzo nenenin bam teline basarak. Tonton nene bu itirafın ardından derhal somurtuyor. Belli ki hayat ortağına hem sitem ediyor hem de naz yapıyor. Biz biraz teselli ettikten sonra lafı döndürüp dolaştırıp yine 1915’teki katliam günlerine getiriyoruz. Birileri etmese de biz o günlerde neler olduğunu merak ediyoruz.

Bayzo neneyi kırdığını fark eden Sıdık dede hem hayat arkadaşının üzüntüsünü dağıtmak hem de özlediği geçmişini yad etmek için başlıyor anlatmaya. Sesi titriyor anlatırken. Belli ki duygulanıyor. Babasının vefatından sonra hem Ermeni milletinden uzaklaştığını hem de maddi, manevi anlamda çok zorluklar çektiklerini anlatıyor. Ve devam ediyor; "1960'a kadar köyde kaldım, babam vefat ettikten sonra biz de Diyarbakır'a yerleştik. Bu süre içerisinde çeltik tarlalarında hamallık yaparak yaşamımızı sürdürdüm. 38 sene çeltik tarlasında çalıştım. İnsanın yaşadığı topraklarda akrabaları ve ailesi olmayınca çok sıkıntı yaşıyor. Ben bu sıkıntılara rağmen bu toprakları bırakıp gidemedim. Bu topraklarda, atalarımın topraklarında ölmek istiyorum. Ömrümüzün son deminde Meryem Ana Kilisesi'ne yerleştik. Sağ olsunlar buraya sığınmamıza müsaade ettiler. Kilisenin içerisinde yaşamak bizim için çok anlamlı. Hem ibadetimizi yapıyoruz. Hem de yaşamımızı sürdürüyoruz...”

ermeni-cift10-002.jpg

“Gidesi bir daha da geri gelmiyecesi günler”

Sıdık dede geçmiş günlere dönünce o ana kadar geçmişinden söz etmeyen Bayzo nene de konuşmaya hevesleniyor. Aslen Liceli olduğunu annesini ve babasını kaybettikten sonra akrabaları ile bir süre yaşadığını anlatıyor. “Gidesi bir daha da geri gelmiyecesi günler” diye anlatıyor o meşum günleri.  Ermeni katliamında babası ve annesini kaybetmiş.  Sahipsiz kalınca uzun bir süre akrabaları ile yaşamış.  

"Aslen Liceliyim” diyerek hep Liceliliğiyle övünüyor Bayzo nine ve şöyle devam ediyor konuşmasına; “Ermeni katliamından önce ailemle beraber Lice'de yaşıyorduk. Ermeni katliamında ailemi katlettiler. 30 yıldır kilisenin avlusundaki odada kalıyoruz. Hayatımızdan memnunuz gelenleri karşılıyoruz. Gelenlerin bazıları ile sohbet ediyoruz. Böyle olunca hayat bizim için daha renkli hale geliyor.”

Biz merakımıza yenilerek konuyu yine 1915’e getiriyoruz ama her iki ihtiyar da o günleri anmak istemiyor. Kim bilir belki hatırlamak istemedikleri çok şey yaşadı ataları. Veya öylesine korkutuldular ki bir daha konuşmamak için yemin ettiler. Biz de daha fazla ısrar etmiyoruz zaten. Oradan ayrılırken arkamızdan sesleniyorlar; “Gençler bir daha gelin, bekliyoruz...”

ermeni-cift1-003.jpg

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.