HÜDA PAR’lı Yapıcıoğlu: Ekonomi kötü, ‘hırsızın hiç mi suçu yok’

HÜDA PAR’lı Yapıcıoğlu: Ekonomi kötü, ‘hırsızın hiç mi suçu yok’
Ekonomide gidişatın kötü olduğunu belirten HÜDA PAR Başkanvekili Zekeriya Yapıcıoğlu, "İktidar, vatandaş nezdinde güven kaybetmeye başladı, bu bir gerçektir. Allah sonumuzu hayır etsin. Ekonomi kötü, 'hırsızın hiç mi suç yok' dedi.

TİGRİS HABER - Ülkenin ekonomik gidişatının iyi olmadığını ifade den Yapıcıoğlu, sorunun iktidardan çok sistemle alakalı olduğunu ve bozuk sistemde kimin makinist olduğunun pek bir öneminin olmadığını ve insanların sistemi sorgulaması gerektiğini söyledi. Yapıcıoğlu, memlekette bir muhalefet sorunu olduğunu da dile getirdi.

İktidarın açıkladığı enflasyon oranı ile vatandaşın sokakta karşı karşıya kaldığı enflasyon oranının örtüşmediğini dile getiren Yapıcıoğlu, TÜİK rakamlarına da güven kalmadığını belirterek, “TÜİK’in açıkladığı rakamlara da bir güvensizlik var.  İktidar,  vatandaş nezdinde güven kaybetmeye başladı, bu bir gerçektir. Enflasyon benim kanaatime göre TÜİK’in açıkladığı rakamların daha üzerindedir. TÜİK Bunu nasıl hesaplıyor?” diye sordu.

HÜDA PAR’ın olası bir seçimde hangi ittifaktan yana tavır alacağını bugünden konuşmanın doğru olmadığını ifade eden Yapıcıoğlu, partisinin AK Parti ya da Cumhur İttifakı’na destek verdiği yönündeki algıların da gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ı destekledik

2018 seçimlerinde Cumhur İttifakı’na değil, CHP’nin adayı karşısında Erdoğan’a destek verdiklerini belirten Yapıcıoğlu, “Bizim bu konuda bir karar vermemiz gerekiyordu: Erdoğan mı İnce mi? Desteğimizi ikinci tura da saklayabilirdik ama seçimin ikinci tura kalması ve iki aday arasında bir tercih yapmamız ile birinci turda Erdoğan’ı desteklememiz arasında siyaseten memlekete ne getiri ne götürür biz bunun hesabını yaptık ve tavrımızı belirledik. Ve birinci turda Erdoğan’ı destekledik. Bugün de o kararımızdan bir pişmanlık duymuyoruz. Şimdi bu tavrımız AK Parti ya da Cumhur İttifakına bir destek olarak açıklanabilir mi? Eğer böyle ise zinhar Saadet Partisi ile İYİ Parti Millet İttifakı içerisinde yer almamış demektir. Bu mümkün mü peki? Elma ile armutları karıştırmamak lazım. Referandumda da Anayasa değişikliğine EVET dedik ama bu AK Parti’ye bir destek değildi. Ama biz Cumhurbaşkanı seçiminde de Sayın Erdoğan’ı destekledik” diye konuştu.

huda.jpg

Bir CHP’li ile Erdoğan karşı karşıya gelse ben Erdoğan’ı tercih ederim

Bireysel tercihin, bugün seçim olsa da Erdoğan’dan yana kullanacağını ifade eden Yapıcıoğlu, “Ben bir şahıs olarak söylüyorum; bugün de bir CHP’li ile Erdoğan karşı karşıya gelse ben Erdoğan’ı tercih ederim. Ben 2 tane koltuk için tek parti döneminde yapılan zulümleri bir kalemde unutmam” dedi.

Muhalefetin erken seçim çağrısına iktidar kapıları kapattı. Muhalefete göre, erken seçimi zorunlu kılan birçok neden var ve bunun da başında ekonominin iyi yönetilememesi var. Sizce erken bir seçim olasılığı var mı?

Siyasetten erken seçim olur mu olmaz mı?  Şu an AK Parti erken seçim istemiyor. AK Parti erken seçim isterse olur ya da Cumhurbaşkanı erken seçim isterse olur. Bu şartlarda ister mi, ben tam emin değilim. Yani daha doğrusu isteyeceğini ben zannetmiyorum. Niye istesin ki, şu anda evet, mecliste AK Parti tek başına çoğunluk sağlıyor ama MHP kendisine destek veriyor. Dolayısıyla mecliste istediği düzenlemeyi şuanda yapıyor. Beş yıllık süre var ve beş yıl sonra yeniden aday olabilir. Şimdi erken seçim yapılsa erken seçim kararı alınsa diyelim 6 ay sonra seçime gidiyoruz, birinci Dönemden 5 yıl,  ikinci dönemden de 3 yıl, toplam 8 yıl cumhurbaşkanlığı yapmış olacak.  Şimdi 2023 yılında yapmış olursa 5+5 Kendi süresini kısaltacak, neden böyle bir tasarrufta bulunsun. Şuan ihtimalde olup oda gerçekleşirse bu Türkiye için iyi olmaz. İnşallah o kadar kötü değildir. Eğer ki, hükümet dese ki ekonomik gidişatı çok iyi değil, şuanda biz erken seçim kararı alırsak ekonomi iyi değil ama 2023’te çok  daha kötü olacak. Ben o kadar kötü olmadan şimdiden bir seçim kararı alayım. O zaman vay halimize, niçin vay halimize demek ki durum bazı ekonomistlerin söylediğinden de kötüdür.  İnşallah öyle değildir.  Yani inşallah ekonomik durumu o kadar kötü değildir.  Ekonomi değil bu da olsa aynı zamanda hükümetin bir anlamda bunu kabul etmesi anlamına gelir. Türkiye batıyordu o yüzden hükümet kaçtı,  sorumluluktan kaçtı,  o yüzden erken seçim talebimizi kabul etti denirse o zaman vay halimize.  Muhalefetin erken seçim talebinin bu şartlarda çok sonuç alacağını düşünüyorum.

 Peki, anketlerde hükümetin desteğini kaybettiği yönünde sahadan veriler aktarılıyor. İktidar açısından gidişatın iyi olmadığı ve seçmen desteğini kaybettiği ve daha da kaybedeceği belirtiliyor. Yani geriye doğru bir gidiş varsa iktidarın da gidişatı tersine çevirmek için erken seçime gitmesi düşünülemez mi?

Şu anda diyelim son yapılan ankette puan kaybettiğini ve hatta şu anda erken seçime giderse Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilemeyeceği durumu ortaya çıksın. Çok sayıda anket var,  peki durum böyleyse niye erken seçime gitsin ki?  Ben cumhurbaşkanı olsam, fark etmez ki,  %49’la  %40 arasında pek bir fark yok.  Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yüzde 50’den fazla oy almanız gereken bir sistem.  Yüzde 50’yi alamayacağınız bir dönemde sizin seçime gitmeniz iktidardan düşünmeniz demektir.

Peki, muhalefetin erken seçimi dillendirirken işte ekonomi kötü gidiyor, ülke yönetilemiyor, böyle böyle sorunlar var; siz buna katılıyor musunuz ekonomide durum nedir?

 Şu anda ekonomi tablosu iyi değil. İşsizlik yüksek, döviz patladı, Yani şuan dolar kaç oldu bakmadım ama hemen hemen her saat yüksek bir artış var.  Günde yüzde 1 artış demek bir ayda yüzde 30 artış demektir.  Son 2 buçuk yılda, seçimlerden bu yana dolar ciddi şekilde arttı. 2023 hedefleri konmuştu; kişi başına 25 bin dolar.  Milli gelir şu anda ne durumda? 500 milyar dolar bir ihracat hedefi çok uzakta kaldı. Bunun sorumluluğunu kendilerinde görmüyorlar da pandemi’yi bahane ediyorlar.  Dışarıda ekonomik saldırı var diyorlar. Şimdi Nasrettin Hoca’nın tabiriyle, yani hırsızın hiç mi suçu yok? Ekonomi niye bu kadar kırılgan? Niye i Amerika’nın tehditleri ya da Amerika’nın parmak sallamasıyla dışarıdan birilerinin ekonomiye olumsuz bir etki yapmak istemesi, niye bu kadar etkiliyor bizi? Ekonomi söylendiği gibi çok düştü, peki, niye çok güçlü değil; çünkü kapitalist sistemde eğer siz bu sisteme entegre olduysanız siz bu sisteme bir şeyler aktardığınız müddetçe, yani tüketici olduğumuz müddetçe siz ona para kazandırdığınız müddetçe kapitalizm makbulsünüz.  Peki, para satılır mı evet kapitalizme göre satılır. Bizim İnancımızda, bizim düşüncemiz de para metal değildir, satılmaz. Para, alım satımda bir değişim aracıdır. Ama kapitalizmin asıl yaptığı şey para satmaktır. Çünkü kapitalist sistemde en karlı şey paradan para kazanmaktır. Şimdi en karlı şey kapitalizmde para kazanmak olunca, öyleyse bütün şirketlerde, bütün ülkelerde, ülke idarelerinde bir sistemde bu çark işliyor. Diyor ki, açık finansman. Açık finansman diyor ki, senin bütçen açık verecek. Senin gelirin 1000 TL mi, sen 1200 TL harcayacaksın, 200 TL borçlanacaksın.  Ama mutlaka kendi gelirinden fazla alacaksın.  Senin gelirin bir sonraki sene 1500 TL’ye mi çıktı, ben artık borçtan kurtuldum 1500 TL gelirim var; 1400’ünü harcarım, 100 TL köşeye atarım olmaz.  1500 TL gelirin varsa, sen 2 bin TL harcayacaksın. Dünya’nın en büyük ekonomisi Amerika’dır. Geliri 30 trilyona dayanıyor. Bu sene Amerika’nın ekonomisi bile borçlu, peki kim alacak bu parayı, işte o para babaları alacak.  Bu sistemi kuranlar, kapitalist sistemi kuranlar, şimdi sen bu sistemin içerisinde o sistemin dışına kendini çektiğinde adam senin pimini çeker. Seni çekince boynuna ilmeği takmış zaten, borç ilmeği,  ayağının altındaki sandalyeyi çeker.  Seni öldürmeyecek ama bütün emeğini, bütün vatandaşların emeğini  sömürecek kadar seni borçlandırır ama batmaz.  Sonra buraya adamını gönderiyor diyor ki, sen bu borcu ödeyeceksin. Şimdi kemer sıkma zamanı, kemeri kim sıkıyor dar gelirli vatandaş.  Şimdi ekonomi mi bu, ne oldu 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde dedi ki biz İMF ile anlaşmalara devam edeceğiz. Sonra ne oldu; İMF’nin borçlarını kapattınız ve bunu sık sık dile getirdiniz. İMF’ye 25 bin dolar borç vardı, biz bu borçları sıfırladık. Evet, yaklaşık 26 bin lira borç vardı biz o borçları kapattık Şuan kimlere borçlu? Şimdi kaç tane alacaklı var?  Türkiye’deki ekonomi idaresi, ekonomik sorunlara finansman sorunu gibi bakıyor. Diyor ki,  benim borcum var ve borcum gittikçe de artıyor. Bundan dolayı sırtımdaki faiz yükü artıyor, fakat ben gidip borç bulduğum müddetçe sorun değil, bütün dünya böyle zaten diyor. Gidip borcunu borçla kapatıyorlar, borç artıyor borç arttıkça faize giden para arttıkça senin kredi notun, senin vatandaşının refah seviyesi düşüyor.  Vatandaşının gelirini o para babalarına aktarıyorsun. Asıl büyük hortum onların cebine bağlanmış durumda hepimizin cebinden oraya küçük küçük hortumlarla hazineye akıyor.  Hazineden de kocaman devasa hortumlarla o paralar dışarıyı gidiyor.  Yani o para babalarına gidiyor. Seninle konumun böyle olduğu için gidip yüksek faizle para alıyorsun. Ekonomi iyi olmadığı için dışarıdan biri saldırıya geçiyor, Amerika işte ben senin ekonomini çökertirim diye tehditler savuruyor.  Amerika diyor ki, gel kafa kafaya tokuşalım bakalım kimin kafası kırılacak. Çin’in de dışarıya borcu var.  Amerika’nın Çin’in dışarıya olan borcu daha fazla. Dışarıya En çok borcu olan ülke Çin’dir ama Çin için bu çok önemli bir şey değil o yüzden diyor problem değil istersen ben sana zaten iki günde veririm ekonomik gücüm var. Ekonomi göstergeleri iyi değil, o yüzden dışarıdan gelecek saldırılara karşı bu kadar güçsüz.  Dışarıdan gelecek saldırılardan bu kadar etkilenmemek için tedbirler almak, ekonomiyi yönetmenin en iyi yoludur.  Bütün önlemler alınıyor mu? Hayır, alınmıyor. Sadece hükümet mi, Türkiye’de seçime katılma yetkisine sahip partilerden herhangi bir tanesinin, HÜDA PAR hariç kapitalist ekonomi sistemine itiraz ettiğini siz gördünüz?  Sadece sistem partileri değil diğerleri de itiraz etmiyor.  Bakın şimdi mesela Türkiye’de iktidara şiddetli muhalefet eden bazı kesimler mesela diyorlar ki,  ya arkadaş işte 14 milyar bütçe ayrıldı, bu kadar parayı niye sen Diyanete veriyorsun?  Kardeşim işte bunu eğitime ayırsaydın, falan filan…  Ama bunlar bir de yalnız sen niye o diyanete ayırdığın paranın 12-13 katını faize veriyorsun diye sormuyorlar. Müslümansın, Allah’tan korkmuyor musun demiyorlar? Şimdi Türkiye’yi kasıp kavuran, milletin iliğini sömüren, milletin kanını emen bütün emeğini silip süpüren, çiftçisinden işçisine hepsinin emeğini alıp götüren bu kapitalist para babalarına giden faize itiraz etmiyorlar? Türkiye’deki Sosyalistler bile ona değil Diyanete ayrılan bütçeye itiraz ediyorlar tuhaf değil mi?

Dolar yükseldiğinde Maliye Bakanı, dolarla mı maaş alıyorsunuz siz diyordu. Peki,  açıklanan enflasyon rakamları gerçekten sokaktaki gerçekliği yansıtıyor mu?

Yani özellikle gıda enflasyonu açıklananın üzerinde, bu bir gerçek. TÜİK rakamları da aslında bunu söylüyor, gıda enflasyonu enflasyon hesaplamasında kullanılan kalemlerden daha fazla. Tamam enflasyonun daha üzerinde olduğunu TÜİK rakamlarında gördük, fakat TÜİK’in açıkladığı rakamlara da bir güvensizlik var.  İktidar,  vatandaş nezdinde güven kaybetmeye başladı, bu bir gerçektir. Enflasyonda benim kanaatime göre TÜİK’in açıkladığı rakamların daha üzerindedir. TÜİK Bunu nasıl  hesaplıyor? Bazı marketlerin mesela siz şunu da yapabilirsiniz bazı marketlerin halk günü var indirimli günleri o güne göre biraz daha fiyatlar aşağı çekiliyor. Siz gidip o fiyatlara alırsanız enflasyon zaten düşmüş oluyor, sadece bunu bile yaparsanız enflasyon düşük çıkar. Neticede Türkiye,  açlık sınırının altında asgari ücretin olduğu bir memleket. Yani asgari ücret, dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamalarına gider.  Nedir açlık sınırı, tarifi şudur; dört kişilik bir ailenin sadece gıda ayırması gereken ücret.  Peki,  bu kişiler sadece gıda harcaması yapıyor elektrik harcaması yok mu faturası yok mu? Peki, asgari ücretin tanımı nedir?  Asgari ücretin tanımı şudur;  bir işçinin beslenme, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım gibi zorunlu olduğu ihtiyaçları karşılamak için aldığı paradır. Açlık sınırını hesaplarken dört kişilik aileye göre hesaplıyorlar. Peki, bu kişinin bakmakla hükümlü olduğu çocukları yok mu? Çocukların çalışması yasak ve hükümet asgari geçim indirimi yapıyor.  130 TL yeter mi çocuğa, yetmez.  Bizim teklifimiz var;  parti kurduğumuz zamandan itibaren söyledik, parti programımızı da yazdık.  2012 yılında parti programımızı özellikle asgari ücretin değişmesi gerektiğini söyledik. Peki neden sadece gıdaya yetecek ücret veriliyor işçiye de bakmakla yükümlü olduklarının ihtiyaçları yok sayılıyor?  Bunu verseniz o zaman belki bu önemli sorunların bir kısmı çözülecek.  Halen asgari ücretle ilgili yönetmelikte tarif budur, işçinin zorunlu ihtiyaçları…

huda-par-001.jpg

Peki, yönetmelik değiştiğinde bu düzelir mi?

İşçilere, bakmakla yükümlü olduğu kişilere verilecek diye sen kendin tarifi yapmışsın, resmi gazetede yayınlamışsın. Sen bir de resmi olarak diyorsun, açlık sınırı bu.  Sen bunun üzerine barınma, beslenme, eğitim, kültür, ulaşım ilave etmek zorundasın.  O zaman değişmek zorunda kalacak. Kayda girmeden önce bir şey söyledim; dedim ki, mesela bir trafik kazası olursa o trafik kazasında kim kusurlu, kaza nasıl geçirildi, sebebi nedir,  bunu tespit etmek mümkündür değil mi? Niye çünkü trafiğin nasıl akacağına dair yerine oturmuş kurallar var.  Trafik sağdan akar, işte kırmızı ışıkta durulur, arkadan gelen aracın geçiş kuralı vardır vs. Trafikte bir kargaşa yaşanıyor mu, hayır çünkü bir kuralı vardır, hiç kaza olmuyor mu oluyor. Birileri kuralları ihlal ettiğinde oluyor ama herkes her gün kaza konuşmuyor, bir düzen var.  Hani dedik ya yönetmelik değişse düzelir mi, evet değişmesi çok şey ifade eder, kurallar belliyse herkes o kurala göre konuşacak o kurala göre tedbir alır ama başta siz kural yanlış kurarsanız olmaz. Hiç kimsenin de bunu değiştirmek gibi bir niyeti yok. En azından ben duymadım. Sorun ne, sorun öncelikle siyasilerde. Siyasiler diyor ki, ‘Ben bu trenin çok iyi makinisti olurum’. Her seçimde makinisti değiştiriyoruz. Ama tren bu tren olduğu müddetçe, raylar bu şekle olduğu müddetçe ve gidilen yön belli olduktan sonra o trenin makinisti kim olursa olsun. İşte siyasetçinin makas değiştirmesi lazım. Yeni ray döşemsi lazım. Türkiye’de iktidardan çok bir muhalefet sorunu var.

Siz de muhalefettesiniz?

Bunu bir muhalefet partisinin Genel Başkanvekili olarak söylüyorum. Türkiye’de muhalefet sorunu var. Biz muhalefeti sisteme yaptığımızda millet diyor ki, siz iktidarın yandaşısınız. Ne alakası var? Ben diyorum ki, bu iktidar gitse başka iktidarlar gelse o zaman da durum değişmeyecek. Sistemin değişmesi lazım. Ama sistem partileri ya da sisteme muhalefet ediyormuş gibi yapan partiler, yani sistemin subap partileri vatandaşın gazını almaya çalışıyor. Maksat sistem yürüsün, devam etsin. Sitemin kendisine değil, sistem içi muhalefet ediyorlar. Bunlar bu toplumu bir yere götürmez. Mesela şimdi diyorlar ki, yargı bağımsız değil. Bunu söyleyenlerin zamanında da yargı bağımsız değildi. Üstelik onlar bunu açık söylüyorlardı. En fazla şikayet edenlerden bir tanesi CHP değil mi? CHP’nin Adalet Bakanı Mehmet Moğoltay, zamanında 5 bin tane hakim alındı. Moğoltay, ne dedi: Tabii CHP’lileri alacağım, MHP’lileri mi alacaktım. Şimdi en azından hükümet bunu açıktan söylemiyor. Ben AK Parti’nin avukatlığını yapmıyorum. Yanlış anlaşılmasın. Muhalefetin samimiyetsizliğini dile getiriyorum.

Ekonomiyi konuşuyorduk, konuyu bağlayalım. Sokaktaki insanın alım gücü her geçen gün daha da düşüyor. Vatandaşın bu hali ne olacak?

Allah sonumuzu hayır etsin. Vatandaş bir müddet sonra bugünleri de arayacak. Gidişat iyi değil. Genel anlamda ülkenin ekonomisi kötüye gidiyor ama en kötü durumda da ülkenin en karlı kurumları yine bankalar oluyor. Neden? Ekonomi normal gider bankalar kar eder, kriz olur bankalar daha çok kar eder. Memleketin çok kazananlarına hiçbir dönem bir şey olmuyor. Millete yastık altından dolarınızı çıkarın diyorlar hatta bazıları dolar yaktı ama ne oldu? Doları 3.70’ten sattılar. Dolar şimdi ne oldu: 8.50 TL. Peki, bankalardaki dolar mevduatı ne oldu? Bankadaki dolar arttı. Yani, Türkiye’deki bankalardan dolar hesabı açıp oraya para atanların sayısı da arttı, hesabındaki miktarı da arttı. Türkiye zenginlerde birikti, şimdi bu adam dolara geçti zarar etti mi, yok. Dolar 8.5, dolar 16,5 bile olsa adam bayram edecek. Bakma kameranın karşısına geçtiğinde üzülmüş gibi yaptığına bu yüzden yönetimde siyasette, iktisatta her şeyden önce bir samimiyet yani insan birinci öncelikli olarak samimiyet hatta bir hadisi şerifinde efendimiz şöyle buyurmuştu, din nasihattir, nasihatin manası samimiyettir. Ama pek çok kişi, pek çok alim din adamları bu hadisi şerifi hani din nasihattir gel biraz ben sana nasihat vereyim bu değil din samimiyettir. Sen Allaha karşı samimi olacaksın, vatandaşa karşı samimi olacaksın, ailene karşı samimi olacaksın, çocuğuna karşı samimi olacaksın, işine karşı samimi olacaksın. Niyetin samimi olacak için dışın bir olacak. Mevlana’nın dediği gibi ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün bir olacaksın. Din budur dinin % 90ı güzel ahlaktır. Şimdi nerden geldin buraya kemer sıkman gerekecek kim sıkacak, hani derler ya alavere, dalavere hadi asgari ücretli vergi öde. Kemer sıkman ya da dar gelirli çiftçi bundan etkilenecek, asgari ücretli dar gelirli ücretli bundan etkilenecek çünkü vergi yükü onun sırtında. Türkiye’de parayı ücretliler mi kazanıyor, verginin çoğunu ondan alıyorlar bide kazanırken değil harcarken de veriyorlar.  Türkiye’de toplanan her 100 TL verginin 63 64 lirası 67 ye çıkıyor dolarlı vergiler. KDV, ÖTV, özel iletişim gibi. Harcarken vergi veriyorsun farkında bile değilsin. Türkiye’de kâğıt üzerinde çok kazanana çok az kazanana az veriyorlar. Çok kazanan az vergi veriyor bu nedenle böyle giderse durum biraz daha kötü olacak çünkü bu sene geçen seneden daha kötüydü önümüzdeki sene bu seneden daha kötü olmayacağının garantisi yok. Pandeminin ne kadar süreceğini kimse bilemiyor, bak ikinci dalga geldi. İkinci dalgayı yaşıyoruz ama neyse birinci dalga ikinci dalga şuanda biz birkaç yıl önceki seviyelerdeyiz.

Ülkedeki ekonomik tabloyu çizdiniz; peki, kentte durum nedir.  İşsizlik, yoksulluk, vatandaşın geçim derdi…

İşsizlik yükseliyor, ama enflasyon daha çok yükseliyor işsizlik rakamları açıklandığında %10 küsur, bölgedeki rakamlar açıklandığının iki katı yani işte Diyarbakır, Urfa, Mardin, Şırnak, Batman bölge Türkiye ortalamasının yaklaşık 2 katı işsizlik rakamları genç işsizlik böyle yani % 13’ü ikiyle çarp yuvarlak hesap % 26 falan genç işsizlik yüzlerin üzerinde. Bölgedeki her 3 gençten biri işsiz. Peki, böyle olmak zorunda mı bakın bir GAP projesi var. 30 küsur yıllık GAP projesi bitmiyor, santrallerin çoğu bitti niye onlar elektrik üretiyor para kazanıyorlar. Ama önemli projelerin bir kısmı daha bitmedi niye bitmiyor. Para yok, niye para yok, para faize giriyor, niye faize giriyor çok borçluyuz. Niye çok borçluyuz, çok israf ediyoruz. Şimdi harcadıkları proje raporlara göre önemli dediği projelerle çivi bile çakılmamış hiç başlanmamış buhar oldu gitti. Şimdi GAP idaresinin açıkladığı ifadelere göre GAP biterse 3 milyondan fazla insan 3.8 milyon insan iş sahibi olacak. Bölgede tek bir tane işsiz kalmaz. Buradan mevsimlik işe batıya gidiyorlar değil mi? GAP biterse buradaki mevsimlik işçiler batıya gitmek zorunda kalmaz. Batı’da tarımda çalışanlar geçici olarak buraya gelir çalışır ondan sonra gider.

Bu kadar fark yaratacaksa bu niye bitmiyor proje?

Para yok.

Para her yere var da proje için mi yok?

İşte onu diyorum öncelikler farklı. Para babalarına var faizcilere var onu ödemek zorundasın onu ödemesen. Şimdi biz faizsiz sistem olmak zorunda bir gün olacak yoksa bütün insanlık açlığa mahkûm olacak, bütün insanlık şuanda bütün dünya para babalarına borçlu. Amerika’sı, İngiltere’si, Rusya’sı hepsi Japonya’sı herkes borçlu. Biraz önce söylediğim sebeplerden dolayı adam bir sistem kurmuş para satıyor. Senin ihtiyacın olsa da satıyor olmasa da satıyor. Pazarlama tekniği gibi hani pazarlamacı gelirse hiçbir ihtiyacın yoktur. Gelir sen çocuğun yoktur sana çocuk beşiği satar yani öyle. Tamam diyor senin ihtiyacın yok sen zenginsin ama sen şu şu yatırımları, şunları yap sen işte gelirini artıracaksın bilmem işte işsizliği sıfır edecek % 2 3 işsizliğin var bunlar bitecek bunları bitirmek için ekonomiyi daha fazla büyütmek için senin borç alman lazım uluslar arası bir toplantı var, bir sempozyum vardır. Bir sürü ekonomik profesörü tartışıyorlar. Ben birine sordum dedim ki yani ekonominin büyümesi mi büyümeyi durdurmak mı yoksa borçlanmak mı hangisi? Dedim ki niye biz bu ikilemi yaşamak zorunda mıyız? Ekonominin büyümesi için illa borç almak zorunda mıyız ama şimdi ekonomi profesörleri bunu anlatıyor. Şimdi eğer ben borç alıp onunla büyüyecek sen ben mesela 1000 TL gelirim var ben borç alıp gelir mi 1200 TL’ye çıkartabilirim ama bu arada ben 250 TL ya da 200 TL’nin tamamla ben borç aldığım kişiye vereceksen o zaman büyümeden ne anladım niye büyüğüm ki yani Türkiye önce şuna karar vermesi lazım. Ne olursa olsun büyümek mi yoksa ürettiğimiz değerleri bölüşmek mi işte biz buna cevap verirken şunu unutuyoruz ne olursa olsun bilmek diye ürettiğimiz değerleri adilce ve kardeşçe bölüşelim. Sizce bir üretim ekonomisi var mı ülkede? Yok, beton fabrikaları olsa ne güzel yani üretim ekonomisi değil İthal ikameci ekonomi ve inşaatla oluyor büyüme bu ikisi ile olur ama biz diyoruz ki olması gereken üreterek ve İtal üretim. Üretecek kapasitemiz var ama neden üretemiyoruz bir tarım ülkesi olarak tanımamız planlı değil bir sene bir şeyin fiyatı biraz yüksek az üretildiği için ertesi yıl herkes ona yükleniyor bu sefer onun fiyatı düşüyor onun fiyatı düştüğü zaman Çiftçi zarar ediyor bir dahaki sene diyor ben bunu etmeyeceğim ertesi sene ekmekten vazgeçiyor bu sefer talep yetmediği için fiyat yükseliyor böyle bir kısır döngü var. Bir planlama yok, artı böyle olunca çiftçi zarar ediyor. Çiftçi zarar edince bazen toprağını boş bırakmayı tercih ediyor. Adam yaptığı masrafı alamıyor. Fiyat yükseldi çare ne, abi bizim gümrükleri sıfırlayalım dışarıdan ithal edelim. Sen üreticiyi öldürüyorsun. Vatandaşın karnı doyuyor ama sen ithalata vereceğin parayı çiftçiye destek olup daha ucuza üretmesini sağlayabilirsin. Teşvik politikaları doğru mu? Diyor ki, senin bu kadar toprağın var işte ÇKS sisteme kayıtlı çiftçiysen, sen getir işte ürününü. Bir de bizim öyle bir ahlaki problemimiz var. Gidiyor mesela bir tane fabrikaya teslim ediyor makbuzunu ve alıyor gidiyor teşvikini. Adam toprak ağasıdır, toprağı var ama ekemediği toprağın, kiraya verdiği toprağın teşvikini alıyor. Hem kira alıyor o topraktan hem de teşvikini alıyor. Ama o toprağı işleyen o teşvikten istifade edemiyor.

Nereye dokunsak bir sorun nereye baksak bir kaçak var, nasıl olacak bu iş?

Düzeniniz sağlam olursa kusur nereden kaynaklanıyor kolayca bulabilirsiniz. Kim hatalı ortaya çıkarırsınız. Düzeniniz bozuk olursa kimin hatalı olduğunun tespitini nasıl yapacaksınız?

Bozuk düzende sağlam çark olmaz mı diyorsunuz?

Evet, öyle. Bozuk rayların üzerinde yüksek hızlı treni götüremezsiniz, onun hızına ulaşamazsınız. Sistemde ciddi sorunlar var. Sadece işsizlik değil. Bakın bölgemizdeki, Fırat ve Dicle havzasındaki 9 ilde sulanabilir tarım arazilerinin dörtte biri yer alıyor. Türkiye’deki kırmızı mercimek üretiminin yüzde 93’ü bu bölgede. Türkiye’deki fıstığın yüzde 97’si bu bölgede. Pamuğun yüzde 56’sı bu bölgede yetişiyor. Sulama altyapısı bitmeden böyle, siz bir de bunun bittiğini ve bölgenin sulanabildiğini düşünün. Bölgenin en uzun pisti olan hava limanı nerede Urfa’da. GAP Havalimanı’nın pist uzunluğu 4 kilometre, niye kargo uçakları rahat bir şekilde inip kalksın diye. Bugüne kadar bir tek kargo uçağı inip kalktı mı? Hak getire. Malabadi’deki Batman barajı, onun sulama projesi bitmeyen bir yılan hikâyesi. Uzun yıllar Diyarbakırlı bir tarım bakanımız vardı, bu projeleri bitirebildi mi? Muhalefet anlayışımızda yandaşlık yok. Ben yanlışları görürsem söylerim, doğruyu gösteririm. Dedik ki, bitirin artık şu projeleri. Bitirin ki, üretim artsın. Bitirin ki işsizlik azalsın. Bitirin ki, gıda maddelerinin fiyatı düşsün, fakir fukaranın karnı doysun. Israrla tarımın stratejik bir sektör olduğunu söylüyoruz. Dışarıdan ambargo uygulansa kimse sana mal satmazsa; uçak almayabilirsin, otobüs almayabilirsin ama sen eldeki gıdayla ne kadar idare edebilirsin, sen kendi kendine yetmezsen, idare etmezsen?

Pandemi süreci bunu net bir şekilde gösterdi…

Evet, doğru pandemi bunu net bir şekilde gösterdi.  Gıda çok stratejik bir sektör. Kendi kendinize yetmezseniz sizi açlıkla terbiye ederler. Siz ihtiyaç duyduğunuz gıdayı üretirseniz, tarımınız bunu karşılarsa paranız olmasa da sorun değil. Pamuğunuz, keteniniz varsa olmadı çuval yapar onu giyersiniz ama kendinize yetersiniz. Sonuçta karnınızı doyurursunuz, ne yetiştirirseniz onu yersiniz. Dar zamanlarda, kıtlık zamanlarında millet bunu yaşadı. Yine pandemi döneminde millet dayanışmayı, yardımlaşmayı bildi. Kepenk kapatan esnafa, gündelik yevmiye ile çalışan insanımıza yardım eli uzandı. Sosyal devletin yapması gereken işlemi vatandaşlar arasında dayanışma ile yapamaya çalıştı.

Kentte korona vakaları da son süreçte arttı. Sizce alınan tedbirler yeterli mi?

Yeni normale geçildiği dönemde, yani Temmuz-Ağustos döneminde vakalar yine hızla yükselmişti. Biz o dönem açıklanan sayıların gerçeği yansıtmadığını söyledik ama hükümet itiraz etti. O dönem Sağlık Bakanlığı günlük vefat eden vatandaşın sayısını 20-25 olarak açıklıyordu. Bu doğru değildi çünkü sadece Diyarbakır’da 10 insanımız yaşamını yitiriyordu. Yine, Urfa’da bir o kadar. Yani 2 ilin toplamı o kadar oluyordu. Bizi ve bizim gibi konuşanları yalancılıkla, şom ağızlılıkla, felaket telalığı ile itham ettiler. Sonra tablo yükselmeye başladı ve Sağlık Bakanı buraya geldi. Burada toplantılar yaptı. Peki, bu toplantılarda kimler vardı: Hastane Başhekimleri. Hastane Başhekimleri, hastanedeki vakaları görür, sokağı görür mü? Göremez. Sokağı kim görür? Filyasyon ekipleri. Sağlık Bakanı buraya geldiğinde taşrayı geçtim, merkezdeki 4 ilçenin Sağlık Müdürleri ile bir araya geldi mi? Yok. Tedbirler biraz arttı ve vaka sayıları ciddi oranda düştü. Günde 600 olan vaka sayısı 100’ün altına düştü. Fakat sonrasında tedbirler yine gevşedi ve maalesef vakalar yine yükseldi. Okullar açıldığında vakalar daha da artacak, çünkü çocuklar süper taşıyıcı. Diyarbakır’da vakalar şuan yine patladı.

hudapar-001.jpg

Diyarbakır’daki vakalara ilişkin elinizde bir veri var mı?

Şuan Diyarbakır merkezde günlük vaka sayısı Kasım ayının başı itibariyle günlük 200’ün üzerindedir.

Diyarbakır Tabip Odası’nın açıkladığı tabloya göre Diyarbakır’da bin 84 sağlık çalışanı enfekte olmuş durumda. Pandemi sürecinde sağlık çalışanları üstün fedakârlık gösteriyor ama çalışma koşulları ve hakları konusunda problemler yaşıyorlar. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bir savaş döneminde bir askerin ya da bir iç karışıklık döneminde bir polisin ben izne ayrılacağım demesi çok hoş karşılanmaz. Hastalıkla mücadele döneminde sağlık çalışanlarına izinlerinizi şimdi kullanmayın diyebilirsiniz. Kabul ama bir insanın çalışma koşullarını ve onun psikolojisini de gözetmek durumundasınız. Siz bir sağlık çalışanının günde 15-16 saat tulum içerisinde maske ile çalıştırırsanız, ondan maksimum verim alamazsınız. İnsandır neticede ve onun da bir dayanma gücü var. Dolayısıyla kuralların çok katı olmaması lazım. Sağlık çalışanlarının fedakârlığı her türlü takdirin üzerindedir. Onlardan daha fazla fedakârlık isteniyor ama vaka sayılarının düştüğü dönemlerde çalışma zamanının ve koşullarının hafifletilmesi gerekir. Onlara da bir nefes aldırmak gerekir. Bunun yanında devlet hastanelerinden istifa edip özele giden hekimlerin durumunu dile getirdik. Bu açıklamanın üzerine istifaların, izin taleplerinin kabul edilmeyeceği kararı geldi. Ama hekimler niye gidiyor diye sebepler üzerine kafa yorulmuyor. Sonuçlar üzerinden yasak getirmek sorunu çözmez. Bir hekimin devlet hastanesinden neden istifa ettiğini sorup nedenlerini öğreneceksin. Nedenlerini açığa çıkarmak gerek, yasaklamakla olmaz. Diyelim kazlar arttı ve siz kaza yapmanın yasak olduğunu söylüyorsunuz ama kazanın neden kaynaklandığına bakmıyorsunuz. Trafiğe çıkmayı yasaklamak çözüm mü? Önce sorunu öğren ve ona göre bir çözüm geliştir.

Bağlar Kaynartepe’de kentsel dönüşüm olacak ve vatandaşın da bu konuda Sur örneği üzerinden kaygıları var. Kentsel dönüşüme ilişkin sizin değerlendirmeniz nedir?

TOKİ oraya girerse onun yaptığı için bir maliyeti bir rayici var. Bir de vatandaşın sahip olduğu evin bir değeri var. Eğer o vatandaş evini TOKİ’ye teslim ettiğinde alacağı ev için yüklü bir borç ödeyecekse Kaynartpe’de çok az insan bu farkı ödeyebilecek güçtedir. Vatandaşın ekonomik gücü olsa zaten Kaynartepe’de oturmaz. Kentsel dönüşümde amaç ticari bir gelir elde etmek değil, vatandaşı sağlıklı konut sahibi yapmak olmalıdır. Bakın bin 400 sene önce peygamber efendimiz (s.a.v) döneminde Medine’de bir şehir planı var. O dönemde insanlar ev yaparken, yüklü 2 Devenin karşılıklı geçerken birbirlerine yol vermek zorunda kalmadan rahat bir şekilde geçebilecekleri kadar sokakların geniş olması lazım dediği bilinir. Şuanda Kaynartepe’nin sokakları o ölçüde değil. 2020 yılındayız. Bilirim Kaynartepe’nin sokaklarını, dolaştım o sokaklarda. Kentsel dönüşüme mutlaka ihtiyaç var.  Fakat Kaynartepe aynı zamanda şehrin göbeğine çok yakın bir yer. Karşısında Koşuyolu Parkı var, yani değerli bir arazi orası. Şehrin merkezi konumunda bir yer. Kentsel dönüşümde söz konusu alanda 80 metrekare bir evin bugünkü değeri ne kadar, 70-80 bin TL. Piyasadaki fiyatı bu ama bu fiyat üzerinden vatandaştan alındıktan sonra oradaki dairelerin tanesini diyelim 1 milyona satacaklar. O mülkün sahibi o evi nasıl alacak? Şehrin merkezindeki mahalle bütün olarak kentsel dönüşüme girerse, geniş yolları ve çevre düzenlemesiyle birlikte orada işyeri olarak kullanılacak zemin katlardaki ticari alanlar çok iyi para edecek. Öyleyse vatandaşın mağduriyetine sebebiyet vermeyecek şekilde bu yapılmalı. O bölge kamulaştırıldı, bugünkü ederi nedir 80 bin TL, al sana paran dendi mi olmaz. Çünkü oranın arsası çok kıymetli. Bugünkü rayiç fiyat o olabilir. Şuan diyelim ki, kentsel dönüşüm yapılacak alanı komple temizlediniz. Orada arsanın metrekaresi ne olacak? Yıkım ve enkaz kaldırma maliyetlerinin hepsini düştükten sonra oradaki arsanın değeri neye çıkacak? Diyelim o alanı ben komple aldım. Diyelim 40 milyar para ödedim. 10 milyar da masraf ettim. Toplam maliyetim nedir 50 milyar. Peki, o arsanın bundan sonraki değeri ne olacak 150 milyar. Ne oldu 50 milyara vatandaştan aldığım alanın değeri 150 milyara çıktı. Demek ki, vatandaştan aldığında da bugünkü rayiç değerin 3 katını vereceksin. Vatandaşı mağdur etmemek istiyorsanız formül çok, yeter ki, niyet bu olsun.

Bugüne kadarki uygulamalar vatandaşın mağdur edilmeyeceğini mi gösteriyor, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bundan çok emin değilim. Bilmiyorum. Vatandaş endişeli.

Parti olarak kentsel dönüşümün yapılacağı alanda bir incelemede bulundunuz mu?

İl teşkilatımız bu konuda mutlaka çalışıyordur. Yalnız vatandaşımıza söyleyeceğim şu; bu konuda mutlaka hukuki yardım alsınlar ve hukukçular ile temasa geçsinler. Genel Başkanımızın da üyesi olduğu Diyarbakır Barosu’na müracaat edilmesi durumunda Baronun bu konuda vatandaşa destek sağlayacağını düşünüyorum.

Hüdapar’ın olası bir erken seçimdeki tavrı ne olacak?

Erken seçim olası mı, bilmiyorum. Ama farazi diyelim ki oldu. Erken seçim kararı alınırsa o anki şartlara göre, partinin yetkili kurullarında otururuz; ne getirir ne götürür tartışırız ve ona göre bir karar veririz. Kararlarımızda da şuna hep dikkat etmişizdir; şu ya da bu konuda aldığımız kararlarda HÜDA PAR’a ne getirir ne götürürden ziyade memlekete ne getireceğidir. Öncelikle bunu masaya yatırırız. Milletin menfaatine olan şey nedir? Eğer o şey HÜDA PAR’a zarar da verse biz yine de milletin menfaatinden yana irademizi koyarız. Eğer milletin zararına HÜDA PAR’ın menfaatine olacaksa da biz o işe girmeyiz. Tabii bugünden seçim olursa biz şöyle davranırız, böyle davranırız gibi bir tutumumuz olmaz. Ama şunu söyleyebilirim; partiler koydukları çıtanın altına düşmek istemezler. Biz geçen seçimde 81 ilde aday çıkardık. İnşallah bundan sonra o çıtanın altına düşmemeye çalışacağız. İttifaklar olur mu olmaz mı, var olan 2 ittifak devam eder mi etmez mi daha seçimlere var. Seçimin ne zaman olacağı da belli değil. Seçim kararı alındığında şuandaki 2 ittifak üzerinden mi yürür yoksa üçüncü bir ittifak mı çıkar bu da belli değil. Bizim bugünden şu ya da bu ittifakla birlikte hareket etme ya da etmeme noktasında alınmış bir kararımız yok. O günkü şartlarda memleketin menfaatinin neyi gerektirdiğini ölçerek tavrımızı belirleriz.

Bir siyasetçi olarak ülkenin siyasal gidişatını değerlendirdiğinizde ve iktidarın icraatların da göz önüne aldığınızda hükümetten işleri yoluna koyacağına dair bir beklentiniz var mı? Bugüne kadar genel itibariyle HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı ile birlikte hareket ettiğini görüyoruz…

Hayır, maalesef yanlış biliyorsunuz ama sadece siz değil hemen herkes yanlış biliyor. Neden: Çünkü birileri böyle bilinsin istiyor. Biz Haziran 2018 seçimlerinde çıtayı yükselttik ve 81 ilde seçime girdik ve hiçbir blok içinde de yer alamdık. Biz parti olarak kendi logomuzla seçime girdik.

Cumhur Başkanlığı seçimlerini kast ettim, onda kimi desteklediniz?

Peki, Millet ittifakı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimi destekledi? Meral Akşener aday oldu. Temel Karamollaoğlu adaydı. Selahattin Demirtaş aday oldu. Muharrem İnce CHP’nin adayıydı. Hepsi de kendi adayını destekledi. İki blok var Cumhur ittifakı ve millet ittifakı. Bu iki blok seçimlere girdi ve Millet İttifakı’nda olan partiler, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi vardı. Öbür tarafta da Cumhur İttifakı’nda da AK Parti ve MHP vardı. BBP vardı ve ittifaka dahil olduğu halde logosu ittifakta yer almıyordu. Pusulada başka hangi partiler vardı: HÜDA PAR, HDP ve Vatan Partisi. Bu partiler de ittifaklarda yer almayan ve kendi logoları ile seçime giren partilerdi. 2018 seçim pusulasında da görüldüğü gibi biz herhangi bir ittifakta yer alamdık. Batman ve Diyarbakır’da bağısız adaylarla diğer tüm illerde de kendi adaylarımızla seçime girdik. Ve biz hiç kimseye destek vermedik. Örtülü bir destek de vermedik. Nerede bir oyumuz varsa kendimize verdik. Yıllardır, Edirne’de de Kırklareli’nde de Hakkâri’de de Iğdır’da da, Sinop’ta da Trabzon’da da biz bunu yaptık. Öncelikle bu yanlışı düzeltelim.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de mevcut altı adaydan (Erdoğan, İnce, Demirtaş, Karamollaoğlu, Akşener ve Perinçek) biri arasında seçim yaptık. Bizim Cumhurbaşkanı adayımız yoktu. Seçimin birinci turda bitme ihtimali de var, ikinci tura kalma ihtimali de var. Birinci turda kaç adayın seçilme ihtimali vardı, tek adayın o da Erdoğan’dı. Ya Erdoğan birinci turda seçilecekti ya da seçim ikinci tura kalacaktı. Peki, seçimler ikinci tura kalmış olsaydı ikinci turda adaylar kim olacaktı? Bir tanesi kesin olarak Erdoğan’dı diğeri de kuvvetle muhtemel İnce’ydi.  Bir ihtimal de Akşener ya da çok çok zayıf bir ihtimal Demirtaş olabilirdi. Bizim bu konuda bir karar vermemiz gerekiyordu: Erdoğan mı İnce mi? Desteğimizi ikinci tura da saklayabilirdik ama seçimin ikinci tura kalması ve iki aday arasında bir tercih yapmamız ile birinci turda Erdoğan’ı desteklememiz arasında siyaseten memlekete ne getiri ne götürür biz bunun hesabını yaptık ve tavrımızı belirledik. Ve birinci turda Erdoğan’ı destekledik. Bugün de o kararımızdan bir pişmanlık duymuyoruz. Şimdi bu tavrımız AK Parti ya da Cumhur İttifakına bir destek olarak açıklanabilir mi? Eğer böyle ise zinhar Saadet Partisi ile İYİ Parti Millet İttifakı içerisinde yer almamış demektir. Bu mümkün mü peki? Elma ile armutları karıştırmamak lazım. Referandumda da Anayasa değişikliğine EVET dedik ama bu AK Parti’ye bir destek değildi. Ama biz Cumhurbaşkanı seçiminde de Sayın Erdoğan’ı destekledik.

Önümüzdeki dönemde yapılacak bir seçimde Cumhurbaşkanı adayları aşağı yukarı önceki dönemdeki gibi aynı profilde adaylar. Diyelim Cumhur İttifakı’nın adayı yine Erdoğan ve Millet İttifak’ı da Ekrem İmamoğlu’nu aday çıkardı. HÜDA PAR bu durumda kimi destekler?

Şuan adaylar belli değilken şu adayı destekleyecek bir pozisyonumuz olamaz. Adaylar belli olsa bile bunu benim tek başıma şu adayı destekleriz deme pozisyonum yok. Partinin Genel Başkanı da olsam bunu diyemem. Partinin yetkili kurulları vardır. Seçim karı alınır, adaylar netleşir. İcabında adaylarla görüşmeler olur. Ondan sonra da kararımız açıklanır. Peşin peşin HÜDA PAR’ın ya da HÜDA PAR kitlesinin desteği kimsenin çantasında keklik değildir. Diyelim ki, bugün seçim kararı alındı. Ne zaman seçim olacak en erken 3 yıl sonra. Ama 3-5 ay sonrası için karar vermek kime düşer, o zamana kim öle kim kala. Şimdiden ihtimaller üzerine konuşmanın bir anlamı yok.

HÜDA PAR’ın iktidarın yanında olduğu sürekli onu desteklediği konusunda bir algı var.  Yani, partinizin örtülü ya da açık iktidara böyle bir desteği var mı?

Böyle söyleyenler ya bilmedikleri için öyle söylüyorlar ya da bilerek söylüyorlarsa o zaman da HÜDA PAR’a iftira ediyorlar.  HÜDA PAR’ı HÜDA PAR’dan dinlesinler, ne yaptığını, nasıl yaptığını takip etsinler. Televizyoncular, gazeteciler, Sivil toplum; birileri böyle anlaşılsın diye yoğun bir propaganda yapıldığı için çok kişi böyle anlıyor. Ondan sonra da diyorlar ki, siz AK Partiyi desteklediniz. Böyle bir algı var ve biz bütün çabalarımıza rağmen bu algıyı yıkamıyoruz. HÜDA PAR 2018 seçimlerinde kendi adaylarıyla seçime girdi. 2019 belediye seçimlerinde deseniz doğru. 2019 yerel seçimlerinde aday çıkarmadık.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı zamanda AK Parti genel Başkanı olmasından kaynaklı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı desteklemeniz Cumhur İttifakı’na bir destek olarak algılanmış olabilir mi?

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalmış olsaydı İYİ Partililer CHP’ye oy verdi. HDP’liler CHP’ye oy verdi. Saadet Partililer CHP’ye oy verdi denilecek miydi? Diyelim ki, Meral Akşener ikinci tura kalsaydı HDP de Akşener’e destek verseydi, -ülkücülerin asıl yuvası İYİ Parti’dir diyen Akşener’e-  ne olacaktı; HDP’liler ülkücülerin asıl yuvasını mı desteklemiş olacaktı? Yok, böyle denmeyecekti.  Siyasette ittifaklar vardır. Bu ittifaklar seçim ittifakı ise de bu gayet doğaldır.

Bunun yanında CHP eski CHP’dir, hiçbir şey değişmemiş. Kürtlerin belki destek vereceği en son parti CHP’dir, olmalıdır. Ama ideolojik yakınlıktan dolayı ben Kürtler adına siyaset yapıyorum diyenlerin CHP’ye destek vermeleri tuhaf iken, o tuhaflığı bastırmak için koro halinde diyorlar ki, HÜDA PAR AK Partiye destek veriyor. Hayır, HÜDA PAR AK Partiye destek vermiyor. Bizim muhalefet anlayışımız farklı. Biz bize küfredene dahi küfretmiyoruz. Bizim tarzımız bu değil. Birileri AK Partiye muhalefet edeceğim derken diyor ki, ‘AK Partiye bak Diyanete şu kadar bütçe ayırıyor’.  Bu AK Partiye muhalefet değil. Bu AK Parti şahsında İslam’a muhalefettir. Onu söyleyeceğinize AK Parti faize şu kadar para verdi desenize. Fakir fukaranın parasını kapitalistlere verdi desene. Bunu demiyor, dili varmıyor. Niye, çünkü onun derdi başka. Ama ben diyorum ki, Ey hükümet, en büyük payı eğitime ayıracağına en çok parayı faize ayırıyorsun. Bunu ben söylüyorum ama ben AK Partinin destekçisi oluyorum.

Ben bir şahıs olarak söylüyorum; bugün de bir CHP’li ile Erdoğan karşı karşıya gelse ben Erdoğan’ı tercih ederim. Ben 2 tane koltuk için tek parti döneminde yapılan zulümleri bir kalemde unutmam. Siyasetimi bunun üzerine inşa etmem ama bu gerçeği de asla unutmam. Hiç kimse de unutmasın. Unutursan tekrar eder. Dil yasaklarının olduğu dönemde, tek eklime Kürtçe konuşana yıldırım telgraf ile para cezasının kesildiği dönem hep o dönemdi. Kıyımların yapıldığı dönem o dönemdi. Bugün hala Türkiye o zihniyetle, o sistemle yönetiliyor. CHP bugün de o sistemi şiddetle muhafaza ediyor. Sistem değişmesin diye uğraşıyor. Ben ben olduğum müddetçe, bendeki bu bilinç olduğu müddetçe CHP’nin değirmenine su taşımam. Kim taşırsa da onun yanlış yaptığını düşünürüm.

AK Parti iktidarının ekonomi alanında ve birçok alanda ülkeyi iyi yönetmediği yönünde eleştirileriniz oldu ama dönüp yine Cumhurbaşkanı’nı destekliyorsunuz. Sonuçta ülke yönetiminin başında Cumhurbaşkanı var ve her şey ona bağlı. Eleştirdiğinizi niye destekliyorsunuz?

Türkiye’yi siz mi yönetmek istiyorsunuz AK Parti mi yönetmek istiyor diye sorsanız o zaman cevabım değişir. Ama sen ölmek mi istiyorsun yoksa hastalanmak mı istiyorsun derseniz, hastalanmak isterim derim. Hastalığı ölüme tercih ederim. İyi ile kötüyü herkes ayırır. Bir delinin önüne bile elma ile kor ateşi koyun elini elmaya atar ateşe atmaz. İki iyi arasında ya da iki kötü arasında bir tercih yapmak maharettir. İki iyiden hangisi daha yararlı ya da 2 kötüden hangisi daha zararlı bunu ayırmaktır mesele. Yani, ehveni şer ya da 2 iyinin daha iyisi. Ben şuan hükümet olma pozisyonunda değilim ama eğer önüme 2 seçenek gelse toplumsal fayda üzerinden bir tercih yaparım. Takım tutar gibi siyaset yapılıyor memlekette. Bunu her parti taraftarı için söylüyorum. Toplum olarak bu siyasi olgunluğa eriştikçe siyaset tarzı da buna göre değişecektir.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.