“Sanatın Küyerellikten Beslenerek Evrenselleşeceğine İnanıyorum”

 “Sanatın Küyerellikten Beslenerek Evrenselleşeceğine İnanıyorum”
Sanatçı Gökhan Aslan ile röportaj

Tigris Haber - Hemen herkesin her şeyi üstünkörü bildiği ve kavramların ise hoyratça içinin boşaltılıp tu kaka edildiği bir kültürel ve sanatsal cangılda; sanattan membasını alan ve sanatın küyerellikten (hem küresel hem de yerel bir boyutu) beslenerek evrenselleşeceğine inanan Diyarbakırlı Sanatçı Gökhan ASLAN, üzerine basa basa, “Ben kendi adıma halen bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.” diyor. Sanatçı Gökhan ASLAN ile sanatsal çalışmalarını; sanat eğitimi ve hayat üzerine renkli bir söyleşi yaptık… İyi okumalar...

g.jpg

-Ressam Gökhan ASLAN kimdir?

Diyarbakır’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimini Diyarbakır da tamamlayıp, üniversite eğitimini Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde aldım. 2005 yılında kurmuş olduğum Germ Sanat Atölyesi’nde çalışmalarımı yürütüyorum. 2010’dan itibaren Bismil’de kurmuş olduğum Bismilgerm Sanat Atölyesi’nden sonra çalışmalarımı 2018’den itibaren Diyarbakır’da Germ Sanat Atölyesi’nde sürdürmekteyim.

-Sizce ressam kimdir?

Basit olarak düşünürsek; resmedendir, fakat içsel dünyasını izleyiciyle paylaşandır diyebiliriz. Yaşamı yorumlayan, herkesin göremediğini farklı bakış açılarından bakarak gören kişidir ressam.

-Ressam olma serüveniniz nasıl başladı? Ve niçin resim yapıyorsunuz?

Resimle ilişkim çocukluğuma dayanıyor desem yeridir. Tabii o yıllarda farkında değilsiniz, yönlendiren yoksa yetenekli olmanız çokta bir şey ifade etmez. Öğretmenlerimizin keşfetmesi çok önemli lakin onlar dışında birilerinin bu yeteneğimi keşfetmesi; belki de bu serüvene girmemde etkili oldu.

-Sanat ve sanatçıyı nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanat bir ritüeldir. Her ne kadar görece bir kavram olarak baksak bile herkes farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor; kimine göre ekmek yoksa pasta ye muhabbetinden öteye geçmez fakat öyle olmadığını içine girdikçe daha iyi kavrıyorsunuz. Bizde ise hem sanatın hem de sanatçı kavramlarının içeriği boşaltılıyor tabii. Günümüzde eline her fırçayı alan sanatçı değildir; üretmiyorsa eğer. Hatta zaman zaman şunlarla karşılaşıyoruz; hani derler ya alfabeyi öğrenmeden roman yazmalar gibi, kimi akımın öncüleri bile kendilerini halen o kategoriye koymazken, bizde üç fırça sallayan sanatçı geçiniyor. Üzücü fakat yapacak bir şey yok. Ben kendi adıma halen bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, diyorum.

-Eserlerinizde yaşamı sorguluyorsunuz ve renkler de size hizmet ediyor…

Elbette, zaman zaman, yaşamı sorgulamak gerekiyor; hele ki yaşadığınız coğrafya Mezopotamya gibi bir coğrafyaysa durup tekrardan her şeyi gözden geçirmeniz gerekir. Çıkış noktamıza gelince; zaten birbiriyle bağlantılı o kadar malzeme var ki; her yeni gün bir şey üretip insanlara sunabilirsiniz. Acısıyla tatlısıyla bunlar da renklerinize yansıyor; bazen bu kırmızının en koyu tonu olabiliyor, bazen de siyahlara büründürebiliyor sizi...

-Tablolarınızda öne çıkan temalar nelerdir?

Tablolarımda öne çıkan temalar değişebiliyor. Eserlerimde dönemsel olarak Kübist, Süprematist, Sürrealist ve Toplumsal Gerçekçi akımların etkisi görülebilir. Fırça ve spatula darbelerindeki keskin ve kaotik vuruşlar sanatımın iç dünyamdaki melankoliyi yansıttığına inanıyorum. Resim ve heykel çalışmalarımda farklı malzemeler kullanarak, kavramsal bakış açısıyla oluşturduğum figüratif soyutlamanın yanı sıra, renk ve biçimsellikte toplumsal gerçekçiliği iğneleyici bir dille işlemeye çalışıyorum. Yerel izlenimlere dayanan bakış açısıyla yorumladığım modernizmi, deformasyona uğratarak figür ve objelerde ifade etmeye çalışıyorum. Sanatın küyerellikten beslenerek evrenselleşeceğine inanıyorum.

-İlk kişisel serginiz hakkında neler söylemek istersiniz?

İlk kişisel sergimi kendi imkânlarımla Diyarbakır Keçiburcu’nda açtım. Ondan önce karmalar vs vardı… Halen ilk günün heyecanıyla sergilerime hazırlanıyor, o coşkuyla izleyicilere sunmaya çalışıyorum. 2000 yılından beridir gerek kişisel gerek karma birçok sergiye çalışmalarımla katılıyorum.

-Diyarbakır’da yaşayan bir sanatçısınız; dünden bugüne bu kadim kentin bir resmini çizmenizi istesem neler söylerdiniz?

Diyarbakır veya başka bir yerin resimlerini mutlaka çizen vardır ama ben peyzaj manzara resimleri pek yapmıyorum. İçsel resimler daha çok yoruma dayalı… Diyarbakır’ın tarihsel dokusu gibi sembolik kimi resimlerim var; “Akrep Terbiyecisi” bunlardan bir tanesi mesela.

-Politikanın olmazsa olmaz bir kader gibi yaşandığı bir coğrafyada yaşıyorsunuz… Sanatı, özel olarak resmi, size sevdiren neydi?

Aslında bizlerde politika yapıyoruz bir nevi, sadece araç gereçlerimiz farklı. Kaldı ki politikacıların söylemleri bir yere kadardır ama bizler gibi sanatla uğraşanların eserleri çok uzun erimlidir; kalıcı olandır, sanatı resmi sevdiren içinde bulunduğumuz koşullar olmadı… Yukarıda ifade etmiştim; içinizde varsa zaten çıkıyor ortaya… Elbette ki coğrafyadaki sorunlar feyz almanızı sağlıyor ama yine de salt beslenme kaynağınız değil.

-Resim sanatında kendinizi nasıl bir yerde görüyorsunuz?

Hayat birazda karınca telaşıdır; bir yerlere gitmek, bir yerlerde durmak, bir şeyler yapmak, bir yerlere bir şeyler taşımak, yığmak, taşmak, dağıtmak, hazırlamak; özcesi iğneyle kuyu kazmak gibi bir şeydir. Çaba, emek, sabır ve inat… Çağdaş sanatı (kendi sanatımı da) bu şekilde ele almak gerekiyor; mağara duvarlarındaki resimlerden bu günlere gelmek, belirtmek istediğim tüm söylemleri tamamıyla “emek” kavramıyla içselleştirmek isterim.

-Eserlerinizi insanlara ulaştırma sürecini; yaşadığınız olumlu olumsuz deneyimlerinden yola çıkarak anlatabilir misiniz?

Bir şeyler yaratıp ortaya atarsınız; hayat bulur veya bulmaz, ama şöyle bir kaygınız hep vardır: Depolarda küflensin mi yoksa ürettiğiniz güzellikleri insanlarla paylaşayım mı? Biz bu nesil insanları geçmişe göre daha şanslıyız. Sanırım internet çağı bizleri dünyanın her yerine ulaştırıyor. Elbette ki esere dokunacak kadar yakın olmak ayrı bir tattır. Avrupa’da gezdiğim müze ve sergilerde özellikle dünyaca ünlü kimi sanatçıların eserlerini yakından incelediğimde; o sanatçıların eserlere dokunma olasılıkları bile sizi heyecanlandırıyor, onu yaşayıp tatmak gerekiyor.

-Eğitimci kimliğinizi baz alıp; sanat eğitimi hakkındaki fikirlerinizi sormak istiyorum: Çocuk ve sanat eğitimi nasıl olmalıdır?

Çocuğu kendisiyle, doğayla yani, baş başa bıraktığınızda onun neler üretebileceğini, nelerin üstesinden gelebileceğine şahit olursunuz… Biz hep onları bir çerçeve içine koymaya çalışıyoruz; en büyük hatamız bu.

-Sanatsal çalışmalarınızda gelecek planlarınız nelerdir?

Her zaman bir takım planlarımız var tabii. Önümüzdeki günlerde bir performans çalışmam olacak; onun dışında yurt içi ve yurt dışında kimi sergilere katılma planlarım var, ama özellikle Basel art sergilerine katılmak isterim… Türkiye’de işimiz çok zor; hani derler ya, ya paran ya da dayın olacak!., Ne yazık ki sanatta da bunun zorluklarını yaşıyoruz; birilerinin boyunduruğu altında olmak bir sanatçıyı sanatçı yapmaz; yapsa yapsa “satıcı” yapar. Üzülerek belirtmek isterim ki etrafımızda da buna bir hayli örnek var.

-Son sözü size bırakıyorum... Teşekkürler...

Son olarak Karl Marx’ın bir sözüyle bitirelim: “Eğer yüreğiniz sevgi üretmiyorsa; iyi bir üretici değilsiniz.” Bana yer verdiğiniz için ben de teşekkür ediyorum.

 

Hazırlayan: Metin AYDIN ([email protected])

Formun Altı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.