22 Ekim 1993. Günlerden Cuma…

Av. Güler Koçyiğit

Sabahın erken saatleri. Güzel bir sonbahar günü. Normal bir gün gibiydi. Nerden bilebilirdik, o günün Lice için kıyamet günlerinden biri olacağını.

Silah sesleri geliyor . Tuhaf gelmiyor, alışmışız ya artık, biraz sonra geçer diyoruz .
Geçmiyor…
Üstelik her zaman alıştığımız silah sesleri de değil bu… Gitgide artıyor… Ve şiddetleniyor…
Evimiz çarşıya yakın, insanların evlerine kaçıştıklarını ve dükkânların hızla kapatıldığını fark ediyorum. Elini çabuk tutanlar kendilerini evlerine atmak için koşuşturuyor… 
Deprem konutu olarak yapılan baraka evlerin daha iyi koruyacaklarını düşünüyorlar herhâlde… 
Ve kıyamet kopuyor… Kimse ne olduğunu anlamıyor… Tanrım bu ne ?
Babam çarşıda mahsur kalıyor, eniştem çalıştığı 6 Eylül İlk Okulu’ n da …
Kim nerede yakalanıyorsa orada kalıyor…
Oy havar, oy havar, oy havar ….
Top, tüfek, roket, helikopterden atılan silah ve nereye denk geleceği düşünülmeden atılan bomba sesleri karışıyor bir birine … 
Ben ve annem yalnızız evde. Evin en korunaklı yeri yatak odasında gardıropla duvarın arası. Sığınıyoruz oraya… Evimizde nasibini alıyor kurşunlardan ama hiç biri bize isabet etmiyor Allahtan… Biliyor musunuz; zaman aşımı olmadı, silemedim o sesleri hala kulağımdan… 
Aralıksız 24 saat sürüyor bu çatışma…
Ertesi gün (23 Ekim 1993) ise evler ve dükkânlar yakılıyor… İnsanlar yalvarıyor askerlere, evlerini yakmasınlar diye ama fayda etmiyor… Onlar insan değil asker. Sadece aldıkları emirleri uyguluyorlar… Lice’ yi haritadan silin mi demiş birileri ?.. Söylenileni en iyi şekilde yapmak için ziyadesiyle gayret sarf ediyorlar çünkü… Suç – günah – vebal akıllarına bile gelmiyor…
Evler rastgele seçiliyor, bizim ev de dahil olmak üzere yüzlerce ev ve onlarca dükkan yakılıyor… Ağıt ve çığlıklarla birlikte kara duman da kaplıyor gökyüzünü… Gündüz olmasına rağmen hava kararıyor…
Bir yandan da halk Adliye Lojmanları önündeki alana toplanıyor… 24 saat sonra Babamı alanda buluyorum, eniştemin akıbetinden haberimiz yok… ‘‘ Baba askerler evimizi yaktı ’’ diye ağlayarak sarılıyorum Babama…

‘‘Siz sağsınız ya, o yeter ’’ diyor…

Alanda niye toplatıldığımızı anlamlandıramıyorum… Herkes çok endişeli, kaygılı, üzüntü ve acı ise had safhada…

Biraz sonra birileri konuşma yapmaya başlıyor… Kalbim yanıyor, ağlama sesleri dışında bir şey duymasam da, konuşmacının ‘‘Siz hak ettiniz, biz de yaktık ’’ sözü balyoz gibi iniyor beynime ve 22 yıldır kulağımdan gitmiyor… Sonra dağılın, evlerinize gidin diyorlar… Ama artık bizim gidecek bir evimiz yok…  Sokağa çıkma yasağının yanısıra, üç gün boyunca ilçeye giriş – çıkışlar da olmuyor. Evi yakılmaktan tesadüfen kurtulan bir komşumuzun evine sığınıyoruz biz de …

Olayın 4. , 5. günü, eşi hamile olan batılı bir öğretmenin aldığı izin ve onun arabasıyla Diyarbakır ’a geliyoruz. Ve ancak gelince öğreniyorum Lice ’ de ki o kıyametin sebebini. Meğer Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar AYDIN, Lice de Tugay Komutanlığı ’ nın içinde uğradığı bir suikast sonucu öldürülüyor.
1993 de yaşanan - yaşatılan olay, burada yazdığım birkaç satırla özetleyemeyeceğim kadar büyük bir olaydır.
Günün birinde bu olayı yaşayan biri olarak tüm detaylarıyla yazacağıma dair söz vermiştim.
Hem kendime, hem o olayda evinde eşinin ve çocuğunun gözü önünde, evine isabet eden bir roket sonucu ölen çocukluk arkadaşım Ali’ ye hem de babamı hastaneye götürürken yerde gördüğüm, ( Babam o olay sırasında evde değildi. Çarşıda bir dükkânda mahsur kalmıştı. Gece sabaha kadar beni ve annemi merak ettiği için üzüntüden kısmi felç geçirmişti ) bedeninden büyük kurşunla ölen iki tane serçe kuşuna… 
Şairin de dediği gibi “ Kuş konacak dal kalmamıştı Lice ’ de ” … Ölümden nasibini almıştı kuşlarda… 
Verdiğim sözü yerine getiremedim hala ama bir 23 Ekim Günü yaşananlar, bir 23 Ekim günü düştü yine aklıma, sanki onca yıl geçmemiş gibi…
Babamı ilçenin doktoru ambulansla gönderiyor önceden…
Ben, annem ve eniştem, eşi hamile olan batılı bir öğretmenin aldığı izin ve yine onun arabasıyla 28 Ekim 1993 ’ de anca ayrılabiliyoruz ilçeden… 
Tekrar gidebilme cesaretini ise 17 yıl sonra göstere biliyorum…
Davacıyım sebep olanlardan. Hem bu hem de öteki dünyada… Bu dünyadaki mahkeme olaydan 18 yıl sonra sonuçlanıyor, devlet bize 2011 yılında evimizi yaktığı için 4000 tl tazminat ödüyor… 
İnsan olmanın milliyeti yoktur… Hiç birimiz seçmedik tenimizi, milliyetimizi, dilimizi, dinimizi… Dolayısıyla üstünlük taslamak, ezmek niye anlamadan - anlamlandıramadan gideceğim sanırım bu dünyadan…
Her şeye rağmen diyorum ki ; “ Yarının çocukları ve gülleri için, Muhammed İsa aşkına ; İLLA BARIŞ diyorum, acıları birlikte sarmak ve unutabilmek adına … Sevgiyle ...

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.