2400 yıldır çözülemeyen bu dava, Antik Yunan’ın en ünlü sofist düşünürlerinden Protagoras (MÖ 481 - MÖ 420) ile öğrencisi Euathlos arasında geçer. Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözünün sahibi olarak, mutlak ve herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını savunurdu. Ona göre bilgi, nesnelerin değişimine ve duyumlarımıza bağlıydı; yani göreceliydi. İronik olan, onun en kalıcı mirasının, tam da bu görelilik anlayışını aşan, kesin bir çözüme ulaştırılamayan bir mantık paradoksu olmasıdır.
Hikâye, Protagoras’ın genç ve hırslı öğrencisi Euathlos ile yaptığı bir sözleşmeye dayanır. Euathlos, üstadından hukuk ve hitabet dersleri alacak, ücretin yarısını peşin ödeyecek, kalan yarısını ise avukat olarak kazandığı ilk davanın ardından verecektir. Fakat Euathlos bir süre sonra avukatlık yapmaz ve böylece borcun ödenmesini gerektiren koşul gerçekleşmez. Sabrı tükenen Protagoras, öğrencisini mahkemeye verir. Tam da bu noktada, felsefe ve mantık tarihine kazınacak bir ikilem ortaya çıkar.
Protagoras mahkemede şöyle der: “Saygıdeğer hâkim, bu davayı ben kazanırsam, mahkemenizin kararı Euathlos’un bana borcunu ödemesini emredecektir. Eğer Euathlos kazanırsa, bu onun ‘avukat olarak kazandığı ilk dava’ olacak ve yaptığımız sözleşme gereği bana borcunu ödemek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla her iki durumda da hakkımı alırım.”
Buna karşılık Euathlos en az hocası kadar keskin bir mantıkla cevap verir: “Tam aksine, saygıdeğer hâkim. Eğer ben davayı kazanırsam, mahkeme benim lehime karar verecek ve hiçbir ödeme yapmam gerekmez. Eğer kaybedersem, bu benim ‘kaybettiğim ilk dava’ olur. Sözleşmemiz ise ödemeyi ‘kazandığım ilk dava’ya bağlamıştır. Kaybettiğim için koşul gerçekleşmemiştir, dolayısıyla yine ödeme yapmam gerekmez.”
Her iki argüman da kendi içinde tutarlı, birbirini çürütmez ve mantıksal bir çıkmaz yaratır. Bu paradoks yalnızca hukukun değil, dilin ve mantığın da sınırlarını gösterir. Protagoras’ın bilgi anlayışında olduğu gibi, burada da kesinlik arayışı sonuçsuz kalır. "Aradan 2400 yıl geçmesine rağmen, bu paradoks hâlâ kesin bir çözüme ulaştırılamamıştır." Asıl mesele, mahkemenin ne karar vereceği değil, böyle bir ikilemi çözebilmek için hangi yöntemi izlemesi gerektiğidir.
"Bu paradoks, sadece felsefe ve hukuk tarihinde bir dipnot olmaktan öte, toplumların yaşadığı benzer çıkmazlara da ışık tutar."
Tarih boyunca benzer çıkmazlar yalnızca mahkemelerde değil, toplumların içinde de yaşanmıştır. Toplumsal sözleşmeler, siyasi anlaşmazlıklar ve kimlik talepleri, nesiller boyunca çözüm bekleyen birer paradoksa dönüşebilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun “Kürdistan” olarak adlandırdığı coğrafyada yaşayan Kürt halkının statüsüne ilişkin tartışmalar, modern Türkiye’nin en köklü ve çok katmanlı meselelerinden biridir. Tarafların kendi içinde tutarlı ama birbiriyle çelişen argümanlara sahip olduğu bu sorun, yüz yılı aşkın süredir devam etmektedir. "Bu sorun çözülür mü bilinmez, ancak paradoks bize çözüm için diyalog ve yaratıcı yaklaşımların şart olduğunu hatırlatıyor."
Bu tür derin meselelerin çözümü, 2400 yıl sürmese de, ancak diyalog, karşılıklı tanıma ve yaratıcı hukuki-politik yollarla mümkün olabilir. Tarihin bize öğrettiği en önemli ders şudur: Çıkmazlar, ancak dogmalardan arınmış bir akıl ve adalet arayışıyla aşılabilir.