27 Dakika

Mustafa Nesim Sevinç

“1970'lerden önce saç kremi, sadece kadın kuaförlerinde kullanılan bir üründü. Kuaförler kremi saça uygularlar ve kremin etkisini göstermesi için müşteriyi duş başlığı içinde yarım saat bekletirlerdi. Daha sonra “Clairol” markası, ilk kez kişilerin evde uygulayabilecekleri bir saç kremini piyasaya sundu ve kutunun üstüne de kullanma talimatını yazdı:

1.⁠ ⁠Kremi saçınıza ovarak yayın.
2.⁠ ⁠Otuz dakika bekleyin.
3.⁠ ⁠Durulayın.
Fakat ikinci adımda yer alan “30 dakika bekle” önerisinin pratikte hiçbir faydası yoktu. Çünkü saç kremi zaten ilk 3 dakika içinde etkisini gösteriyordu.

“Bu saç kremi hikâyesi, tüketici psikolojisine dair çarpıcı bir ders sunar: İnsanlar, bir sonuca emek vermeden, hızla ulaştıklarında onun değerinden şüphe duyarlar. Clairol markasının eklediği “27 dakikalık gereksiz bekleme süresi”, ürünü kuaför deneyimiyle özdeşleştirerek güven inşa etmişti. Bu “hız tümseği”, sürece ciddiyet ve otantiklik kazandırmıştı.

Bugün siyaset, tıpkı o saç kremi kutusundaki talimat gibi, hayatımıza kasıtlı olarak friksiyonlar ekler. Vatandaşın iradesini sınamak, devlet otoritesini meşrulaştırmak, iktidarın ömrünü uzatmak için bu yapay pürüzler devreye sokulur. Çoğu zaman hiçbir faydası olmayan ama süreci “ağırbaşlı” gösteren bu gecikmeler, hem bireylerin sabrını test eder hem de iktidarın “bu iş öyle kolay değil” mesajını yaymasına hizmet eder.

Türkiye’de bürokrasi bunun en bilinen örneğidir. E-devlet çağında, nüfus müdürlüğünden tapu dairesine kadar pek çok işlemin hızla yapılabilmesi mümkünken, vatandaş hâlâ kuyruklarda, belgelerin peşinde, dilekçe sayfaları arasında süründürülür. Çünkü bu sürünceme, vatandaşa “devlet güçlüdür, ulaşması zaman alır” hissini verir. Tıpkı Clairol’un 30 dakikalık bekleme süresi gibi, işin özü ilk 3 dakikada hallolsa da geri kalan süre, sistemin ciddiyetini kanıtlamanın yolu haline gelir.

Seçim süreçlerinde de aynı friksiyon üretilir. Türkiye’de sandık güvenliği ve seçim sonuçlarının açıklanmasındaki gecikmeler, teknik nedenlerden çok politik tasarımların sonucudur. 2023 seçimlerinde Anadolu Ajansı’nın verileri yavaşlatması, seçmenlerde belirsizlik yaratarak iktidara manevra alanı açtı. Bu, tam anlamıyla Clairol’un 27 dakikasıdır: sonuç bellidir, ama süreç bilerek uzatılarak inandırıcılık sağlanır. Halk, ekrandaki rakamlarla, “gecikmiş açıklamalarla” ikna edilmeye çalışılır.

Kayyum atamaları da bir başka “politik friksiyon” biçimidir. Halk, belediye başkanını seçer ama devlet, “Sen seçtin ama biz karar vereceğiz” diyerek sürece zoraki bir pürüz ekler. Diyarbakır, Van, Mardin gibi kentlerde yıllardır tekrar eden bu durum, halkın demokratik iradesiyle devletin otoritesi arasına yerleştirilmiş yapay bir bekleme süresidir. Vatandaş, kendi iradesine ulaşmak için 27 dakika değil, yıllarca bekletilir.

Anayasa tartışmaları da aynı mantıkla işler. İktidar, her seçimden sonra “yeni sivil anayasa” söylemini gündeme getirir. Ama bu süreç hiçbir zaman gerçek bir katılıma açılmaz. Toplumun önüne, uzun tartışmalarla süslenmiş ama sonucu çoktan belirlenmiş bir metin konur. Buradaki friksiyon, halkın “söz hakkı varmış” illüzyonunu yaratmaktır. Tıpkı Clairol’un kutusundaki bekleme süresi gibi, burada da tartışma pratikte hiçbir şeyi değiştirmez ama çıkan sonucu “daha değerli” ve “meşru” gösterir.

Ekonomi yönetiminde de aynı strateji işler. Türkiye’de yıllardır tekrarlanan “reform paketi” vaatleri, “yeni ekonomi modeli” söylemleri, aslında toplumun bekleme süresini uzatmanın araçlarıdır. İktidar, vatandaşın cebine dokunan krizleri çözmek yerine sürekli bir “biraz daha sabredin” friksiyonu üretir. Enflasyonla mücadelede alınacak temel tedbirler bellidir ama süreç uzatılır, ertelenir, belirsizlik sürdürülür. Çünkü bu friksiyon, iktidarın kontrolü elden bırakmadığına dair bir gösteridir.

Dünyada da aynı mantığı görmek mümkündür. Avrupa Birliği’nin göçmenlere ve mültecilere yönelik prosedürleri kasıtlı olarak karmaşık ve uzun tutulur. İsviçre’de vatandaşlık almak için yıllarca süren topluluk oylamaları, ABD’nin vize randevularını 1-2 yıla kadar uzatması hep aynı mesajı verir: “Buraya kolay ulaşmadın, o yüzden değerini bil.” Bu, tam anlamıyla Clairol’un saç kremi kutusundaki 27 dakikanın politik versiyonudur.

Rusya’da da parlamentonun muhalefete verdiği sembolik konuşma hakları, demokratik bir sürecin yaşandığı izlenimi yaratır ama sonuç baştan bellidir. Bu, dış dünyaya “işleyen bir demokrasi” imajı sunar, içeride ise vatandaşın ikna edilmesine hizmet eder. Türkiye’de de Meclis’te saatlerce süren muhalefet konuşmaları çoğu zaman torba yasaların kaderini değiştirmez. Ama bu “işlevsiz friksiyon”, sürecin meşru görünmesini sağlar.

Uluslararası ilişkilerde ise friksiyon, neredeyse bir sanat dalına dönüşmüştür. İran ile Batı arasındaki JCPOA nükleer müzakereleri, yıllarca süren görüşmeler, restleşmeler, ertelemeler… Hepsi tarafların kendi kamuoylarına “Biz taviz vermedik, zor elde ettik” mesajı göndermesini sağlamıştır. Bugün Ukrayna-Rusya savaşı etrafında süren yaptırımlar, ateşkes görüşmeleri, enerji krizinde AB’nin geciktirdiği kararlar da aynı işlevi görür: süreci ağırlaştırarak tarafların hamlelerini daha değerli ve “zor kazanılmış” göstermeye çalışırlar.

Pürüzlü Mükemmellik kitabının yazarlarının dediği gibi: “Sonucu değerli hâle getiren süreç içindeki ekstra adımlar, görünmez engeller, bizlerin durup düşünmesini sağlayan küçük detaylardır. Amaç bütün pürüzleri ortadan kaldırmak değil, kötü olanları yok edip, iyi olanları bile bile sürece dâhil etmek; yani pürüzlü mükemmellik yaratmaktır.”

Ama siyasette çoğu zaman bu ayrım bilinçli biçimde ters yüz edilir. Kötü friksiyon; yolsuzluk, keyfi bürokrasi, sansür, seçim hileleri, kayyum uygulamaları, ekonomik belirsizliklerdir. Bunlar toplumsal enerjiyi tüketir, halkın iradesini boğar. İyi friksiyon ise; bağımsız yargının titiz incelemesi, şeffaf kamu istişareleri, özgür basının eleştirel tavrı, yasaların derinlemesine tartışıldığı çoğulcu bir parlamento sürecidir. Bunlar, aceleci ve yanlış kararların önüne geçer, sonucu değerli kılar.

Clairol’un 27 dakikası, bir saç kremine güven katmış olabilir; ama siyasetteki yapay gecikmeler, çoğu zaman sadece iktidarın ömrünü uzatır. Vatandaş için geriye kalan ise, beklemekten yorulmuş, hakkı sürekli ertelenmiş, ama hâlâ ikna edilmesi gereken bir toplumsal sabırdır.

Asıl mesele, bu friksiyonların hangisinin demokrasiyi besleyen bir pürüz, hangisinin iktidarı tahkim eden bir engel olduğunu ayırt edebilmektir. Çünkü bazen 27 dakikalık bekleme, bir ürünü cazip hale getirir; ama aynı 27 dakika, siyasette bir halkın iradesini yok etmeye de yarayabilir.”

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.