Ağır Cezalık Anılar ve İktidar Tiyatrosu

Mustafa Nesim Sevinç

Bu yazıyı, Ömer Dedeoğlu’nun Ağır Cezalık Anılar adlı eserinden esinlenerek kaleme aldım.

Dedeoğlu’nun anlattıkları yalnızca bir cezaevi hatıratı değildir; adaletin kılıcını kuşananların nasıl olup da iktidarın sadık hizmetkârına, hatta bir infaz aracına dönüşebildiğini gözler önüne seren sarsıcı bir yüzleşmedir. Onun yaşadığı “ağır cezalık” sahnelerden yola çıkarak, günümüzün iktidar tiyatrosunun perdesini aralamak istiyorum. Çünkü bugün karşı karşıya olduğumuz siyasi ve hukuki yozlaşma, bu anlatıların bir devamı, adeta güncellenmiş bir prototipidir. Bu mesele yalnızca geçmişe ait bir karanlık değil; bugünün de en çıplak gerçeğidir.

Dünyanın gözleri önünde, “demokrasinin beşiği” diye pazarlanan ABD’de Donald Trump’ın “Büyük Yalan” (Big Lie) söylemiyle Kongre baskınını meşrulaştırmaya çalışması ve hukuku adeta bir propaganda aparatına dönüştürmesi, Dedeoğlu’nun şu sözlerini hatırlatıyor: “Adalet terazisinin kefesi, iktidarın çıkarına göre kurşunla ağırlaştırılmıştı.” Bugün bu cümle yalnızca Türkiye’ye değil; Washington’dan Moskova’ya, Ankara’dan Budapeşte’ye kadar uzanan geniş bir coğrafyaya aittir. Rusya’da Putin’in muhalifleri “yargı” eliyle cezaevi kültürüne dâhil etmesi, Navalny örneğinde olduğu gibi fiziksel tasfiyeye varan süreçler, hukukun artık koruma değil, sindirme aracı hâline geldiğini açıkça göstermektedir.

Türkiye’de ise tablo daha da ironiktir. Yargı, “tarafsız ve bağımsız” olduğu iddiasıyla sahneye çıkar, ama metni iktidar yazar, replikleri de saray onaylar. Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayılması, üst mahkemelerin adeta “hoşuna gitmeyen kararı tanımama” lüksü geliştirmesi, hukukun artık bağlayıcı değil, dekoratif bir aksesuar gibi kullanıldığını gösteriyor. Hukuk devleti yerini vitrin hukukuna bıraktı; adalet ise sadece broşürlerde kaldı.

Bu noktada mizah devreye girmezse insanın akıl sağlığını koruması neredeyse imkânsız. Enflasyon almış başını gitmiş, asgari ücret “geçim ücreti” değil adeta bir “hayatta kalma bileti”ne dönüşmüşken, ekranlardan hâlâ “ekonomimiz şahlanıyor” cümleleri uçuşuyor. Bu tablo, Titanik batarken kaptanın megafondan “Panik yok, müzik devam ediyor” anonsu yapmasına benziyor. Dedeoğlu’nun ifadesiyle: “İktidar koltuğu, oturanı kör ve sağır eden sihirli bir sandalyedir.” O sandalyeye oturanlar, halkın feryadını değil, yalnızca kendi methiyelerini duyar; gerçekliği değil, kendi yazdıkları senaryoyu izler.

Ve bu trajikomedi, seçim zamanı geldiğinde bir drama ya dönüşür. Sandık, halkın iradesinden çok, iktidarın meşruiyetini yenilediği bir ATM işlevi görmeye başlar. Halkın açlığı değil, alkışın desibeli ölçülür; gerçek sorunlar değil, parlatılmış manşetler konuşulur.

Ancak mesele yalnızca iktidar değildir. Muhalefeti kutsallaştırmak da en az iktidarı kutsamak kadar tehlikelidir. Dün en sert eleştirileri yapanlar, bugün koltuk ihtimali belirince birdenbire “daha yumuşak tonlar” keşfedebiliyor. Makam aracı, protokol, koruma ordusu ve “ben artık devlet ciddiyetindeyim” pozları, eleştirdiği düzenin bir kopyasına dönüşmenin en kestirme yolu oluyor. Dedeoğlu’nun şu tespiti tam da bu noktaya oturur: “Muhalefet, iktidarın en sert eleştirisi olarak başlar, bazen onun en vefalı öğrencisi olarak biter.”
Bu yüzden sormaktan vazgeçmemeliyiz: Sıra size geldiğinde gerçekten farklı mı olacaksınız, yoksa sadece koltuk değişip zihniyet aynı mı kalacak?

Bugün Türkiye’de ve dünyada, demokrasiler sandık metaforu üzerinden kutsanırken, sandık giderek halkın iradesini değil, iktidarın sürekliliğini onaylayan bir prosedüre indirgeniyor. Seçim, hesap sorma değil; makyaj yenileme seansına dönüşüyor. Ve bu sahnede hem iktidar hem muhalefet, çoğu zaman aynı oyunun farklı kostümlerini giyiyor.

Ağır Cezalık Anılar bize yalnızca geçmişin karanlığını değil, bugünün sürdürülen utancını da gösterir. Çünkü “Güç, yozlaşmanın en kestirme yoludur ve mutlak güç, mutlak bir yozlaşmadır.” Bu gerçek, ne parti rozetiyle ne ideolojik sloganla ne de “ama biz iyiyiz” cümlesiyle değişir. İktidarın rengi değişse de, iktidarların zehri çoğu zaman aynıdır.

Bu nedenle susmamak, sorgulamak, itiraz etmek ve güce mesafe koymak, yalnızca bir hak değil; bir yurttaşlık sorumluluğudur. Bugünün iktidarı dünün muhalefetiydi; yarının iktidarı da bugünün muhalefeti olmaya adaydır. Ve bu döngü, biz eleştirmeyi bıraktığımız an yalnızca karanlığı değil, körlüğü de normalleştirir. Çünkü eleştirilmeyen iktidar yalnızca hükmetmez; zihni de ilhak eder.

Ağır Cezalık Anılar, Ömer Dedeoğlu” Legal Yayıncılık 2006

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.