Ahlak Nutukları, Çürüyen Zemin

Av. Güler Koçyiğit

Bir süredir susuyorum.

Bu suskunluk, olan biteni görmezden geldiğim ya da umursamadığım anlamına gelmesin. Bilerek sustum. Çünkü bu ülkede artık her şeye anında tepki vermek hakikati büyütmüyor; çoğu zaman yalnızca gürültüyü çoğaltıyor. Olanları izledim, okudum, düşündüm. Parçaları birleştirdim. Ve artık yazmak gerekiyor.

Türkiye bugün, rezaletlerin istisna olmaktan çıktığı, kepazeliğin sıradanlaştığı bir ülke. Her yeni skandal ilk anda şaşırtıyor, birkaç gün konuşuluyor ve sonra unutuluyor. Aslında şaşırmamamız gerekiyor. Çünkü biz, ahlaki çöküşe yavaş yavaş alıştırılan bir toplum haline geldik.

Bir yanda, Türkiye’nin en çok izlenen haber kanallarından birinin tepe yöneticisi hakkında kamuoyuna yansıyan iddialar var.

Uyuşturucu kullanımı, cinsel istismar, güç ilişkileriyle örülmüş bir çürüme…

Ama en sarsıcı olanı şu:

Kadınlara, özellikle genç kadınlara, açık ya da örtük biçimde “benimle birlikte olmazsan yükselmezsin” denildiği iddiası.

Burada durup net bir ayrım yapmak gerekiyor.

Bu yaşananlar, basit bir “ahlak” meselesi değil.

Bu, çıplak bir iktidar şiddeti meselesidir.

Psikolojik olarak bu tip erkekler, gücü yönetmek için değil, tahakküm kurmak için kullanır. Cinselliği bir arzu alanı olmaktan çıkarır, bir denetim aracına dönüştürür. Kadını bir birey olarak değil, kontrol edilmesi gereken bir alan olarak görür. İşini, geleceğini, geçim kaygısını kadının başının üstünde sallanan görünmez bir tehdide çevirir.

Bu noktada yaşanan şey rıza değildir.

Bu, çaresizliğin sessizliğidir.

Bazı kadınlar bu kirli düzene boyun eğmek zorunda kalır. Çünkü işsizliğin ne demek olduğunu bilirler. Yoksulluğun, dışlanmanın, sektörden silinmenin ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmişlerdir. Bazıları ise bunu reddeder. Ve bedelini öder. İstifa eder, işinden olur, kariyeri yarım kalır. Yani hangi yolu seçerse seçsin, kaybeden yine kadındır.

Ve bütün bunlar yaşanırken, yıllarca ekranlardan milliyetçilik, namus ve ahlak dersi veren figürlerin bu çürümenin merkezinde yer alması tesadüf değildir. Bu ülkenin acı tecrübesi bize şunu defalarca öğretti:

Namus kelimesini en çok kullananlar, çoğu zaman onu en çok kirletenlerdir.

Bu tabloya Meclis’te stajyer genç kızlara yönelik ortaya çıkan sistematik cinsel taciz iddiaları eklendiğinde ise mesele yalnızca bireysel suç olmaktan çıkar, kurumsal bir çöküşe dönüşür. İnsan burada durup sormak zorunda kalır:

O Meclis’te oturan yüzlerce milletvekili, özellikle kadın milletvekilleri, bugüne kadar orada çalışan genç kadınların hayatına gerçekten ne kadar temas etti? Kaçı, o binanın mutfağında, arka odalarında, görünmeyen koridorlarında neler yaşandığını merak etti? Kaçı, yalnızca kürsüden konuşmakla yetinmedi?

Görüntü her zaman kusursuzdur.

Fotoğraflar şıktır.

Basın açıklamaları düzgündür.

Ama kamera kapandığında, gerçek bambaşkadır.

Bu çürüme yalnızca medya ya da Meclis’le sınırlı değildir. Adliyelerde, devletin “emanet” diye koruması gereken altınların ve paraların kaybolduğu, çalındığı haberleri de aynı zeminin ürünüdür. Hukukun kalbi olması gereken yerde bile emanet korunamıyorsa, sıradan bir yurttaşın adalete güven duyması nasıl beklenecek?

Hukuken tablo artık ezberdir.

Açığa almalar olur.

Gözaltılar yapılır.

Sert cümleler kurulur.

Sonra zaman geçer.

Dosyalar ağırlaşır.

Kamuoyu başka bir skandala yönelir.

Bir–iki yıl sonra bir “yargı paketi” çıkar.

İndirimler gelir.

Ve bu insanlar, hayatlarına kaldıkları yerden devam eder.

Olan, gençliğinin en kırılgan döneminde travma yaşayanlara olur.

Olan, sesi duyulmayanlara olur.

Olan, bu ülkede hâlâ samimiyete, adalete, insan onuruna inanmak isteyenlere olur.

Asıl tehlike de burada başlar.

Hukukun işletilmemesi, ahlaki çöküşten bile daha yıkıcıdır. Çünkü hukuk işlemediğinde insanlar yalnızca devlete değil, birbirlerine de güvenmemeye başlar. Toplumun masum kesimi, “doğru olmanın bu ülkede bir karşılığı yok” duygusuna kapılır. Bu duygu yaygınlaştığında yalnızca bireysel umutsuzluk değil, toplumsal bir çözülme ortaya çıkar.

Bu çözülme derinleştikçe sınırlar daha pervasızca aşılır. Skandallar artar. Çünkü kötülük cezasız kaldıkça cesaretlenir. Bugün konuşulanlar, yarının çok daha karanlık tablolarının habercisi olur.

Çözüm nerede mi?

Çözüm, ahlak nutuklarında değil.

Çözüm, ahlaklı bir toplumun ancak hukukun üstünlüğüyle mümkün olduğunu kabul etmekte. Kuralın gücünün, gücü elinde tutanın keyfinin önüne geçtiği; hesap verebilirliğin istisna değil norm olduğu bir düzen kurulmadan bu çürüme durmaz.

Ve son olarak şunu söylemek gerekiyor:

Bu ülkede namus ve milliyetçilik kavramlarını en yüksek sesle kullanan, bu kavramlar üzerinden başkalarına ders vermeye kalkışan insanlardan özellikle uzak durmak gerekir. Çünkü bir şeyi en çok konuşanlar, çoğu zaman onu en derin biçimde ihlal edenlerdir.

Ve geriye şu cümle kalır:

Yazık bu ülkeye.

Yazık insana.

Yazık, bu çürümenin içinde hâlâ temiz kalmaya çalışanlara.

Sevgiyle …

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.