“Ahlaksızlığın Kurumsallaşması, Vicdanın Yitirilmesi”

Murat Araz

Murat ARAZ

Bir toplum düşünün; yıllar içinde ahlaki değerleri birer birer aşınmış, öyle derin bir erozyon yaşanmış ki artık ayakta duracak bir zemin bile kalmamış. Yolsuzluk alenileşmiş, liyakatsizlik kanıksanmış, hak yemek marifet sayılmış; yalan ise “siyasi strateji” adıyla meşrulaştırılmış. Öyle bir noktadayız ki, insanlar artık yanlışa değil, yanlışın gizlenemeyişine öfkeleniyor. Görünmeseydi, mesele olmayacaktı. Çünkü çürüme artık sadece dipte değil; en tepedeki vitrinlerde, tüm çıplaklığıyla dolaşıyor.

Bugün Türkiye’de yaşanan şey yalnızca bireysel yozlaşmalar değil; ahlaksızlığın sistematikleşmesi, kurumsallaşması ve hatta meşruiyet kazanmasıdır. Öyle ki, bir ahlaki değer savunulduğunda insanlar bunu yadırgıyor. Dürüstlük aptallıkla, erdem ise saflıkla eş tutuluyor. “Adam gibi adam” denildiğinde herkesin aklına artık aynı kişi gelmiyor; çünkü toplumsal referanslarımız kökten değişti. Ahlakın pusulası kırıldı.

Daha acı olanı ise şu: Bu durum artık sadece sokakta değil, akademi çevrelerinde de açık açık konuşuluyor. Etik erozyonun derinliği üzerine onlarca analiz yapılıyor, raporlar yazılıyor, sempozyumlarda tartışılıyor. Ama bu uyarılar havada kalıyor. Çünkü bu toplumun en stratejik aktörleri — siyasetçiler, hukukçular, eğitimciler, kanaat önderleri — ya bu düzenin bir parçası hâline gelmiş ya da olup bitene gözlerini kapamış durumdalar.

Siyaset, ahlaki zeminini yitirmiş bir faydacılıkla yol alıyor. Hukuk, adalet terazisini değil, talimat listesini okuyor. Akademi, düşünce üretmekten çok kariyer planlamaya odaklanmış. Medya ise olup bitenin sadece reklam panosu. Geriye halk kalıyor; o da çoktan ya yorgun düşmüş, ya umudunu yitirmiş, ya da bu çarpık düzenden bir pay kapmanın peşine düşmüş durumda.

Artık bir çocuğun gözlerinin içine bakıp “dürüst ol” diyemiyoruz. Çünkü çocuklar her şeyin farkında. Ne izlediklerinden, ne duyduklarından bihaber değiller. Siyasetçinin torpille atandığını, haklı olanın değil güçlü olanın kazandığını, adaletin ekranlarda şova dönüştüğünü çoktan öğrenmiş durumdalar. Ve biz bu düzene sessiz kaldıkça, aslında geleceğe ortak oluyoruz. Sessiz ve suç ortakları gibi…

Kimse bu yozlaşmadan muaf değil. Susmak, kabullenmektir. “Ben karışmıyorum” demek, kirli düzenin ortağı olmaktır. Çünkü artık ortada masum bir cehalet yok; göz göre göre yaşanan bir çürüme var.

Peki, bu toplumu yeniden ahlaki bir zemin üzerine inşa etmek mümkün mü? Evet, mümkün. Ama bu, ancak yeni bir vicdan diliyle olabilir. Yalanla değil, hakikatle. Çıkarla değil, değerle. Susturarak değil, yüzleşerek. Herkesin aynaya baktığında utanacağı değil; sorumluluk hissedeceği bir toplum hayal değil, mümkün. Ama önce şu gerçeği kabul etmeliyiz:

Ahlak çöktü. Ve biz hâlâ çöküşün sesini bastırmak için susuyoruz.

Yarın için değil, bugün için konuşmanın vaktidir.

Çünkü susmak artık bir erdem değil, suça iştirak etmenin bir şeklidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.