Anayasa halkın kılıcıdır, iktidarın kalkanı değil!

Mustafa Nesim Sevinç


Patrick Henry’nin o unutulmaz sözü, anayasanın gerçek amacını özetler: “Anayasa iktidarların halkı kısıtlama aracı değildir, tam tersine, hayatlarımıza ve yönelimlerimize hükmetmesinler diye, halkın iktidarları kısıtlaması için kullanılacak bir araçtır.” Peki, bugün dünyaya baktığımızda bu ilke ne kadar hayatta? Gerçekler bazı yerlerde umut verici, bazı yerlerde ise ürkütücü.

Tarih, gücün kontrolsüz kaldığında nasıl yozlaştığınısayısız kez kanıtlamıştır. Amerikan Devrimi’nin ardından yazılan ABD Anayasası, bu yüzden kuşkuculuk üzerine kuruldu. Thomas Jefferson’ın dediği gibi: “Hükümete güvenmek, bebekleri çocuk bakıcısına teslim etmek gibidir—denetlenmezse, sonu kötü biter.” Nitekim Amerikan sisteminde denge ve denetim mekanizmaları (checks and balances), iktidarın tek elde toplanmasını engellemek için tasarlandı. Yüksek Mahkeme’nin Brown v. Board of Education (1954) kararıyla okullarda ırk ayrımcılığını yasaklaması, anayasanın halkı nasıl koruyabileceğinin parlak bir örneğidir.

Ancak bu kılıcın iki ucu da keskindir. Mahkemenin Roe v. Wade (1973) kararıyla ülke çapında tanıdığı kürtaj hakkını, 2022'de Dobbs v. Jackson kararıyla geri alması, anayasal güvencelerin dahi kalıcı olmadığını ve siyasi rüzgârlarla kolayca erozyona uğrayabileceğinigöstermiştir. Bu durum, anayasanın sürekli bir mücadele alanı olduğunun en net kanıtıdır.

Ne yazık ki, bugün pek çok ülkede anayasa, iktidarın gücünü pekiştirmek için bir kalkan olarak kullanılıyor. Bu tür adımlar genellikle ulusal güvenlik, istikrarı sağlama veya bürokratik engelleri aşma gibi gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışılsa da, sonuçları çoğunlukla demokratik denetim mekanizmalarının zayıflaması ve temel hakların geri plana itilmesi oluyor. Rusya’da Putin, anayasa değişikliğiyle 2024’ten sonra da iktidarda kalma yolunu açtı. 2020 referandumu, aslında bir “ölçüsüz güç” meşrulaştırma operasyonuydu.

Türkiye’de 2017’deki anayasa değişikliğiyle getirilen başkanlık sistemi, kuvvetler ayrımını zayıflattı. Yargı bağımsızlığının aşınması, gazetecilerin tutuklanması ve muhalefetin maruz kaldığı baskılar, anayasal hakların geri plana atıldığını gösteriyor. AİHM kararlarının uygulanmaması, anayasanın bir denetim mekanizmasıolmaktan çıkıp iktidarın dayanağı haline geldiği eleştirilerini besliyor. Macaristan’da Orbán anayasayı değiştirerek yargıyı ve medyayı kontrol altına aldı. Polonya’da ise hükümet, Anayasa Mahkemesi’ni fiilen devre dışı bıraktı. AB’nin bu ülkelere yaptırım uygulama çabaları, anayasanın nasıl içi boşaltıldığını gösteriyor.

Buna karşılık bazı ülkelerde anayasa hâlâ işlevini koruyor. İsviçre’de doğrudan demokrasi mekanizmaları sayesinde halk, vergi artışlarından enerji politikalarına kadar pek çok konuda son sözü söylüyor. 2021’deki CO2 Yasası referandumu, halkın iktidarın keyfi kararlarının önüne geçebildiğini gösterdi. Tayvan, anayasal demokrasinin başarılı örneklerinden biri. 2014’teki Ayçiçek Hareketi, hükümetin anayasal olmayan uygulamalarına karşı gençlerin direnişiydi. Bugün Tayvan, hem Çin baskısına rağmen hem de içerideki siyasi çekişmelere karşın anayasal düzenini koruyor. ABD’de Başkan Trump’ın 2020 seçimlerini çalmaya yönelik girişimleri, anayasal kurumların direnci sayesinde engellendi. Yargı ve eyalet yönetimleri, seçim sonuçlarını tanıyarak otoriter bir dönüşümün önüne geçti.

Kısaca Patrick Henry haklıydı: Anayasa, iktidara “dur”diyebilmek içindir. Bugün dünyada demokrasilerin gerilediği, otoriter rejimlerin yükseldiği bir dönemde, bu ilke daha da önem kazanıyor. Anayasayı korumak, sadece hukukçuların değil, her vatandaşın görevidir. Çünkü tarih gösterdi ki, “Anayasanın sessiz kaldığı yerde, zulüm konuşur.”

Peki, sizce ülkenizde anayasa halkın kılıcı mı, yoksa iktidarın kalkanı mı?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.