ANNELİK DUYGUSU

Nesrin Erdoğmuş

Sevgili Okuyucularım.

2018 yılını da uğurladık. Benim için 2018 yılı büyük bir kayıp yılı olarak geçti. Bana kadınlığımın en güçsüz halinde güç veren, o gücü hayata geçirmemi sağlayan ve yaşantımda büyük rolü olan sevgili Anacığımı kaybetmemle 2018 yılını hep kayıp yılı olarak hatırlayacağım.

1990 Yılında da Rahmetli Babacığımı toprağa verirken hep aklıma bu iki tarih, benim için kayıp yılları olarak hafızamda kalacaktır.

2019 yılının ilk günlerinde bu yazımı kaleme alırken; Bu yılın Ülkemize ve coğrafyamıza güzellikler getirmesini diliyorum. Barışın, refahın ve sağduyunun hakim olduğu bir yıl olmasını yürekten diliyorum.

Kar ince ince yağıyordu. ;

Bazen para, pul her şey bir yana küçük bir kalpte içten gülümsemeyi canı gönülden isteriz.

Eşsiz güzellikleri görür, özümser, kazanır ve belki de zaman zaman kaybederiz.

Gidenler gider, kalan sağlar bizimdir deyip yolumuza devam ederiz.

Ve severiz.

Derinden severiz.

Hani bizim Diyarbakır şivemiz de bir söz vardır ya;

Dinime, imanıma, kitabıma, Allah'ıma çok sevdim deriz.

İşte öyle derinden, yürekten, kalpten özümseyerek severiz.

Doğayı, insanları hata arının iğnesiyle parmağımızı sokuşunu bile acı hissederek sever acının bal damlasıyla besleniriz.

Bu güzel günde kimimiz sevdiklerimizden çok uzakken, kimimiz en yakınlardayız.

Kimi kahvaltı sofrasında çayını yudumlarken, kimi kışlanın en ürkütücü soğuğunda vatan nöbetini layıkıyla yapmaya çabalamaktadır.

Belki uzaklardan bir nağme o eşsiz tılsımıyla kulaklarımızın pasını silerken, bizleri yüreklerdeki derinliklere doğru birden savurabiliyor.

Kocaman bir yaşamın geçmişteki derin izlerini yürek acımızı anlatırken, iç çekişlerimizin kanayışı Dicle nehrine doğru akıp gide dursun.

Evet…

 

Kimimiz hayatın en acımasız, en vurgusuz donukluğuyla yaşam savaşının taa içinde nefes alırken bile dimdik ayaklarımızın üstünde durmaya çalışırız.

Dün durakta otobüs beklerken kalın paltomun, tabanı kalın çizmemin içinde kendimi buzullardaki soğuklukta zannediyordum.

Üşüyordum hatta çok üşüyordum.

Adeta dişlerime ve çeneme titreme düşmüştü.

Bacaklarım donuyor zannediyordum.

Ve gencecik bir kadın birden bire gözüme ilişivermişti.

Başında ince bir tülbendiyle, sırtında ince bir hırkayla oda bizler gibi, durakta toplu taşıma aracını bekliyordu.

Birden otobüs durağının metal oturma yerine doğru eğildiğini gördüm.

Dikkatlice baktığımda; İyice battaniyeye sarınmış ve bebek hurcu dediğimiz pembe bir hurca, küçücük bir bebeğin bırakıldığını gördüm.

Anladım ki; kadıncağız toplu taşıma aracını beklerken kolları yorulmuş ve bebeğini metal oturma yerine bırakmış ve iki de bir de bebeğinin yüzünü kontrol ediyordu.

Anne şefkatiyle bebeğin üşüyüp üşümediğini kendince kontrol ediyor, hem de anneliğin vermiş olduğu o muhteşem yüce duyguyu damarlarında hissediyordu.

Bebeğinin hurcu o kadar yeni ve bir o kadar güzeldi ki…

Yüzünü görmediğimiz bebeğin şıklığı ve genç kadının bu soğuk kışın ayazın da, ayağındaki terlikleri görünce adeta annelik işte budur dedim.

Ben kalın paltolar, çizmeler içinde donarken, genç annemiz bebeğini kalınca sarmış sarmalamıştı.

Ama kendini demek ki, imkânları da kısıtlı olduğu için kışın soğuğuna karşı koruyamamıştı.

Donuyorum diye üşürken, birden benliğim bir annenin bebeğine titreyişini görünce, vücuduma sanki odun sobası yanımda gümbür gümbür yanıyormuş gibi bir sıcaklığın girdiğini fark etmiştim.

Soğuğun bıçak gibi delici titreyişlerinden evde yakacak odun veya kömürleri olmayan anneleri hatırladım.

Çocukları üşümesin diye yaramazlık yapmalarını söylemelerini düşündüm.

Böylelikle hareket halinde vücut ısılarının yükselmesinden üşümeyeceklerini düşünen anneler çocuklarını bir nevi soğuktan da korumuş olacaklardı.

Bir kaç gün önce televizyon seyrederken, Diyarbakır'da devlet hastanesinde yatan, yedi aylık bebeğin ağladığı için annesi tarafından feci bir şekilde dövüldüğü görüntülerini izledim.

 

Birden içim titredi.

 

Adeta yerimde otururken televizyon ekranına doğru bağırdığımı fark ettim.

Bu genç anneye bebeğini dövüyor diye, lanetler edip beddualar ettim.

Ama biraz sakinleştikten sonra kendime gelebildiğim de sağlıklı bir şekilde düşünmeye başladım.

Bu genç annenin acaba ne sorunları vardı.

Acaba psikolojisi mi bozuktu.

Yoksa bu bebek istenmeyen bir bebek miydi?

Anne rahmine düşerken acaba şiddete, cinsel istismara maruz kalan bir kadının, biyolojik bir durumuyla mı hamile kalmıştı.

Daha nice nice sorular beynimde cevapsız kalarak soru işaretleriyle cevaplanmıyordu.

Bu soruları adeta kendi kendime sorup yeterli cevabı alamadığım için, o bebeğin artık sosyal hizmetler bünyesinde anneye tekrar verilip verilmeyeceğinin de mantıklı bir açıklamasını bulamıyordum?

Anneye verilse acaba anne tekrar o bir parçacık bebeğe hala şiddet uygulayacak mıydı?

Bebek anneye verilmezse anne bebeğini ondan aldılar diye yüreğinde o tarifi eşsiz acıyı kaldırabilecek miydi?

Biraz haberleri araştırdıktan sonra o küçücük bedeniyle şiddet gören bebeğin tekrar annesine verildiğinin haberlerini okumuştum.

Acaba o genç anne hatasını anlayıp bebeğine her ne olursa olsun şefkatini esirgemeyip bakımını tekrar üstlenecek miydi?

Bu sorularda beynimde tekrar tekrar sorulup cevaplanması zamana bırakılan sorular olmuştu.

Sevgili okuyucularım sizlere kadınlığın ve annelik duygusunun yüreklerdeki o tarifi imkânsız merhamet duygusunun varlığını iki küçük örnekle göstermeye çalıştım.

Çevremizde o kadar çok psikolojisi bozuk kadınlar var ki?

O kadar hayattan bıkmış genç anneler var ki?

Büyüyen ülkemizde lüksün, ihtişamın yanında çöpten ekmek çıkaran anneleri gördükçe yaşamın ne kadar acımasız olduğunu görüp adaletsiz bir yaşamı kabul ediyoruz.

Lüks bir mekânda bir kahve içince verilecek ücretin bir ailenin bir haftalık mutfak masrafları olduğunu görünce yaşamın ağır yükü sırtımızda kambur oluyor.

Televizyonlardaki dizilerde, sosyal medya paylaşımların da insanlarımız hep bir lüksün içinde yüzüyormuş gibi dışarıya mesajlar vermeye çalışıyorlar.

Yemekler, eğlenceler ve sonu nasıl bitecek aşklar hep bizlere eski Türk sinemalarındaki zengin erkek ve fakir kızın aşkı olarak gösterildi.

Hayal dünyasının yanlışlığı, bizlere gerçek yaşam öykülerinin içinde değil de, sanki reklam bölümlerinden bir kesit olarak gösterilip kendi öz benliklerin deki ruhlarının avutulmaya çalıştığı gösterildi

Bu hayal dünyası ve gerçeklik durumu artık insanlar da yaşantımız da nerelere kadar gidecek de onu bizler de bilemiyoruz.

Çalışmadan, üretmeden, düşünmeden, çabalamadan hazıra konarak güzel yaşamak yoktur diye düşünüyorum.

Emeğin olduğu yerde bilgi de olur.

Bilginin olduğu yerde sağduyu hakimdir.

Sağduyunun olduğu yerde hayata bakış açısı tüm gerçeklikleriyle apaçık ortaya çıkar.

İşte böyle sevgili okuyucularım.

Kışın soğuğu zemherisi yürekleri dağlarken, korkunç acımasızlığı da dar gelirli annelerin yüreklerini delip geçiyor.

Bu kısa yazım da kadınlığın, annelerin yüreklerindeki sessiz vurguları, can çekişmelerini dile getirmeye çalıştım.

Tesadüf eseri durakta rastladığım bir gencecik annenin üstündeki incecik kıyafetine rağmen bebeğini nasıl koruyup kolladığını gözlerimle gördüm.

Başka bir genç annenin yedi aylık bebeğini hastane odasında döverken ekranlarda seyrettim.

Anlatmak istediğim;

Soğuğu iliklerimiz de hissedebiliyorsak, dışarıdaki acımasızlığın, ölümün ve hatta zulmün bedelini kalplerimiz de hissedip özümseyebiliyorsak;

İşte o zaman biz insanız.

Kadınız.

Anneyiz ve sıcacık bir yüreğin sahibiyiz diye kendimizle övünebiliriz.

Sevgilerimle.