Eskiden “söz” vermek yeterdi.
Bir cümlenin ağırlığı vardı, bir bakış bile anlaşmaya yeterdi.
Şimdi her şey “okudun ama cevap vermedin” düzeyinde ölçülüyor.
Güven, artık duygusal değil; dijital bir mesele haline geldi.
Birine güvenmek, risk almaktır.
Ama modern çağda risk almak yerine, “garanti” istiyoruz.
Mesajlara mavi tik gelmesini, son görülmenin açık kalmasını, konum paylaşılmasını…
Sanki güvenin yerini kontrol aldı.
Ve ironik biçimde, kontrol ettikçe daha da güvensiz oluyoruz.
Belki de mesele başkalarında değil; bizde.
Çünkü insan, kendine güvenmiyorsa başkasına da güvenemez.
Yorgun, kırılmış, hayal kırıklıklarıyla dolu bir kuşak olduk.
Kalplerimiz “şartlı” çalışıyor: “O bana güven verirse, ben de güvenirim.”
Oysa gerçek güven, koşulsuz bir kabuldür — teslimiyet değil ama iç huzuru.
Samimiyet de aynı şekilde kayboldu.
Artık “Nasılsın?” sorusu bile bir selamlaşma kalıbı, cevap beklenmeyen bir cümle.
İnsanlar birbirini tanımıyor, sadece birbirinin paylaşımlarını takip ediyor.
Dostluklar “hikâye” süresi kadar sürüyor.
Ama hâlâ umut var.
Çünkü güven, insanın doğasında var olan bir şey.
Bizi yeniden insana döndürecek olan, ne teknoloji ne de trendler;
birbirimize yeniden inanma cesaretimiz.
Belki de bu çağın en büyük devrimi,
“Yine de güveniyorum” diyebilmek olacak.