AŞKIN İKİNCİ PERDESİ

Ferat Özpamuk

 I.

Aşkın Tanımı Var Mı?

Aşk, tanımlanması güç bir kavramdır, bu zorluk aşkın öznelliğinden kaynaklanmaktadır. Yine de genel anlamda aşk, belli bir kişiye yönelik hissedilen kuvvetli tutku ve sevgi duygusudur diyebiliriz. Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plana düşmüştür. İhtirasla seven kişilere “delicesine âşık” denilmesinin sebebi budur. Âşık, sevdiği için kendi görünen çıkarlarını terk eden kişi gibi görünür.

Aşk, bireylerin cinsel etkinlikleri ile de ilişkili bir kavramdır, çünkü kişinin arzuladığı birine duyduğu duygusal  bir bağlanma söz konusudur. Bu durum akıllara başka bir sorunsalı getirmektedir.

 Arzuladığımız için mi duygusal bir bağlanma gelişiyor, yoksa duygusal bağlanma sonrasında mı o kişiye cinsel arzu artıyor?

May, aşk kavramınının libido (cinsellik/şehvet), eros (üretme/yaratma dürtüsü), filia (dostluk/kardeş sevgisi) ve agape/caritas (ötekinin refahı için adanmış sevgi) olarak dört türde olabileceğini ve gerçek bir aşk deneyimi için bu dördünün karışımından oluşabileceğini vurgulamıştır. (May R. Aşk ve İrade. İstanbul.2008). Psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud ise “aşk yoktur, libido vardır” der. Freud’a göre aşk, cinsel içgüdünün bir türevi, dönüşmüş bir biçimidir.Aşkta saf cinsellikte olmayan bir sevgi ve şefkat boyutu vardır. Bu da bebeklik ve çocukluk yaşantılarına dayanmaktadır. Freud’a göre bu iki duygusal akımdan (cinsellik ve şefkat) daha temelli olan cinsel istektir. Cinsel istek biyolojik bir dürtüdür ve doğumdan başlayarak çok ileri yaşlara kadar devam eden, irade dışı bir enerjidir. Sevgi ya da şefkat bağları ise biyolojik bir dürtü değil toplumsal bir gereksinimdir. Bir başka deyişle, cinsellik her zaman kendiliğinden vardır fakat sevgi insanlararası ilişkilerden doğar. Birçok düşünür kendi yaşadıkları dönemde, kendi inanışlarına göre tanımlamışlar aşkı;

 Arthur Schopenhauer’e göre “Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir” der. Duclos, “Bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ... hayır”. Platonaşkı “ciddi bir akıl hastalığı” olarak tanımlar.Aristoteles "Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur" demiş aşk için.  Francis Bacon "Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz" diyerek aşkı küçümsemiş, Bailey, "Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır" demiştir

 II.

Tüm bu bağlamda  fikirlerimizde şu okumayı yapmak sağlıklı olacaktır.Haz ilkesiyle  oluşmuş en ulvi aşk bile dürtüsel enerjiyle oluşacağı için kutsanacak hiç bir tarafı yoktur. Peki bu durumda değerli olan nedir ? destansı bir romantizmle oluşan  , tarihe damgasını vuran nice aşk destanlarını ve onların kahramanlarını nereye koymamız lazım ?

Mecnunun Leyla  için çöllere düşmesi ,

Ferhat’ın Şirin için dağları delmesi

Mem in zin için delirmesini

En basit tabiriyle haz ilkesinden doğan enerjinin bastırılması  ile yorumlamak size gaddarca bir yorum  gibi  görünsede, bu yorumu kahramanların sevgiliye ulaşmadıklarında göstermiş oldukları acının ve insanüstü kavuşma çabalarında görmek mümkündür , zira dürtüsellikle hareket  eden insanın mantık ve muhakeme gücü azalır söz ve söze dayalı anlam oluşturma çabası ortadan kalkar, bastırılan ve biriken libidinal enerji kendini imkansız olanın kollarına atar , yukarıda adını zikr ettiğim üç erkek kahramanın da bu bastırılan ya da biriken enerjiyle hareket ettiği açıktır . Zira eğer bu kahramanlarımız sevgiliyle tinsel ve tensel bir birleşim sağlamış olsalardı bize destansı bir aşk gibi görünen hikayelerle karşılaşmış olmazdık. Veysel’in dediği gibi

“Seversin kavuşamasın , aşk olur “

Mem ü zin destanından örnek verecek olursak Mem  : libidinal enerjisi yüksek  erkek kahramanınızdır  hayatının çoğu at sırtında kılıçla savaşarak geçen biridir ,ölmeyi ve öldürmeyi göz almış kahramanınızın arzuladığı ve elde edemediği durum karşısında  bizlere göstermiş olduğu tüm davranışlar Mem’in narsist bir yapıda olduğu aşikardır zira bu kişilikler arzu ettiklerine  sahip olmayınca bölünme savunma mekanizmasını oluşturulur. Hikayenin diğer  ana kahramanları olan Zin ve Beko’da da bu bölünme ve narsist kişilik yapısını görmek mümkündür .Yazının fazlasıyla karamsar olduğunun farkındayım , ama bu yazının psikanalitik saiklerle yorumlandığını hatırlatmak isterim ...

Sanatın , Edebiyatın oluşturduğu her insani kahramanın bizler gibi doğal travmatik süreçlerinden geçtiğini unutmayalım . Parlatılışmış , kutsallaştırılmış her duygunuzun altındaki neden , haset ve kıskançlık dürtüsünün  , toplumsallığı bozmamak adına bir maske olduğunu bilmek acı da olsa sanırım bu doğamızı bilmemiz açısında gayet faydalı ve özgürleşmeye açılan kapı olacaktır .

Yine de burdan “aşk “ enerjisini naifleştiren tüm destansı kahramanlara selam olsun...

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.