BAHAR UMUTLARI DA ÇİÇEKLENDİRİR-2

Mümin Ağcakaya

 Güneş önünde hiçbir engel olmadan bütün haşmetiyle dünyamızın tepesinden bize bakıyor. Sıcaklığıyla insanlara göz kırpıyor. İnsanın içini ısıtan sıcaklığıyla kendini göstermede artık tereddüt etmiyor. Bulutların ardından kendini bir gösteren, bir kaybolan, bütün kış boyunca ısısını göndermekte cimri davranan güneş artık bu inadından vaz geçerek sıcaklığını göndermeye başlıyor.

 Güneşin altında tatlı bir sıcaklık; bizi sarıp sarmalıyor. Sanki buzlarımız eriyor. İnsan mayışıp kalıyor, yerinden kıpırdamak dahi istemiyorsun. İnsanın içini ısıtan güneşin kanatları altından ayrılamıyorsun. Hiçbir iş yapmadan, biraz da tembelce, günlük yaşam kaygısına kapılmadan, kendini güneşe teslim etmek tarifsizdir. İnsana haz veren bir duygudur. Bahar yorgunluğunun seni teslim almasına karşı koymadan, bahar güneşine teslim olmak... İnsanın içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Yüzünü yalayarak geçen ılık bir esinti güneşin varlığını yeniden, yeniden hatırlatıyor.

 

Bahara duygu yüklü birçok anlam atfedilir. Bahar şairlerin, ressamların, müzisyenlerin, âşıkların, kısacası insanların ilham aldığı müthiş bir kaynaktır. Bahar aşkla başlayıp umutla devam eder. Bahar; doğanın renklere bürünmesinden kuşların sevinç çığlıklarına kadar içine, yaşama dair birçok şey sığdırılabilir.

 Her mevsimin kendine özgü güzellikleri vardır. Ama bahar her zaman bir başkadır. Çünkü uzun kış günlerinde doğanın bir nevi kendini sınırladığı, adeta tek renge büründüğü günlerden sonra; baharın çok renkliliği insanı duygusallaştırır. Tüm canlıların etkilendiği bir ortamda, beş duyuya sahip olan ve düşünebilen insanın tepki vermemesi normal olur muydu?

Kentler beton yığınına döndü. Sadece doğadan değil, doğal olan çok şeyden kopuldu. İnsanlar doğaya hasret kaldı. Gençlerin dışında kalanlar ancak geldikleri köyün anılarıyla yetinir oldular. Gençlerin böylesi anıları bile yok.   Köyden kopuş, insanları zamanla doğal yaşamdan da kopardı. Milyonluk şehirlerin eksoz dumanları, gürültüleri, soğuk beton duvarları ve insan yığınları arasında kaybolduk. Sadece soluduğumuz hava, içtiğimiz su değil; yediklerimiz de değişti. Kendi yöremize ait olan yemekleri dahi unuttuk. Yerelimize ait olmayan bir sürü aparat, yemek ve içecekler öğünlerimizi doldurdu.

Eğer fırsat bulup da kendimizi şehrin dışına atabilirsek kendimizi şanslı hissederiz. Bu fırsat ortamında, bir ağacın gölgesine kendimizi attığımızda; düşlere dalıp doğayı dinlemenin getirdiği mutluluğu tarif edemeyiz. Bunu fotoğraflara ve videolara kaydederek ölümsüzleştirmek isteriz. Geçmişte çok sıradan olan doğayla iç içe olma; şimdi hayatımızın unutulmaz anıları içinde yer almasını şaşkınlıkla kayıt altına alıyoruz. Yaşamımızın doğal akışını bozmasaydık, doğaya bu kadar yabancılaşmayacaktık.

 Çünkü insanın ruhunun ve bedeninin ihtiyacı olan renkleri, sesleri, tatları ve kokuların kaynağı olan doğada en saf haliyle bulunuyordu. Bir ressamın titizliğiyle kendini yaratan doğaya ters düştük. Onu terk ettik. Dedelerimizin doğup büyüdüğü topraklara ardımızı döndük. Şehirlere doluştuk.

Kentlerde böyle bir düş kurmak bile artık lükse kaçmaktadır. Ufuklara dalıp gitmek, hatta güneşin ufukta yavaş yavaş yitip gitmesini seyretmeye dalmak… İnsanların çoğu böyle bir düşü artık rüyasında bile göremiyor. Acılar, sıkıntılar, zorluklar onu özgürce düş kurmaktan alıkoyuyor. Nasıl yaşıyoruz? Düşlerinde bile özgür olamamak. Yaşam için ne kadar kasvetli bir durum.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.