BARIŞ VE HOŞGÖRÜNÜN KADİM KENTİ, SEN NE BÜYÜKSÜN!

Meltem Gönüllü

Tarih öncesine dayanan geçmişiyle her zaman her devirde dimdik ayakta kalan ve birçok medeniyetin gözbebeği olmayı daima başarmış ve de en önemlisi tarihin tozlu sayfalarına gömülmeden geçmişle gelecek arasında daima bir köprü olmuş bu kadim kentimiz; dün olduğu gibi bugün de hem kendi coğrafyasının hem de tüm dünyanın en önemli kültürel miraslarının başında yer almaktadır.

   Sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Diyarbakır’ımız (ki bu medeniyetleri tek tek saymaya kalkışırsak M.Ö. 3000 yıllarından itibaren Hititler, Hurri-Mittaniler ve sonrasında sırasıyla 27 kadar uygarlığın egemenliği altında varlığını sürdürmüştür. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin en önemli kentlerinden biridir.)

   Geçmişten günümüze uzanan zengin tarihi ve bunun doğal sonucu olarak oluşan kültürel çeşitliliği ile de her zaman gündemde olan bir kenttir Diyarbakır. Bir gün bir şekilde yolu Diyarbakır’dan geçmiş olanların hafızalarında mutlak yer edinen, acı tatlı anılarla dillerden düşmeyen Diyarbakır’ımız…

   Tabi ki benim Diyarbakır’a ait bilgilerim, bu kente gönül veren ve bilgi ve birikimini kitaplara aktaran değerli üstatlar kadar olamaz elbette. Ben onların affına sığınarak, birkaç satır yazı yazmaya çalışıyorum. Benimkisi bu kente olan sevgimdendir, yoksa haddimi bilirim.

   Zamanında sayısız uygarlığa ev sahipliği yapmış olan bu kadim kentimizin bir başka özelliği de Müslüman ya da Hristiyan ayırt etmeyip tüm herkesi bağrına basmasıdır. Düşünebiliyor musunuz; bir zamanlar bu kentte Müslüman, Ermeni, Süryani, Yahudi, Keldani (ve hatta Yezidiler’in olduğu da söylenir) iç içe bir arada barış ve hoşgörü çerçevesinde yaşamlarını sürdürürlermiş.

   Geçtiğimiz hafta içinde Diyarbakır’da yaşayan Ermeni Cemaatinin temsilcilerinden olan Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Giragos Kiliseleri Vakfı’nın Başkanı Ohannes Gafur Türkay ile bir sohbet gerçekleştirdim. Kendileri benim bu isteğimi kabul etme nezaketini gösterdiler. Ayrıca teşekkür ederim.

   Amacım geçmişi kurcalamak ya da geçmişte yaşanan acılar üzerinden polemik yapmak değil asla… Öyle bir niyetim de olamaz çünkü sonuçta ben de bir Mübadele çocuğuyum. Benim de dedelerim Selanik’ten Türkiye’ye mübadeleyle göç ettirilmiş insanlar. Ama şimdi vatanımız TÜRKİYE …Zaten öz vatanımıza dönmüşüz ya da döndürülmüşüz. “Söz konusu Vatansa, gerisi Teferruat”!

   Diyarbakır’ın özellikle Sur İçinin eskiden bir Ermeni yerleşim merkezi olduğunu anlatan Sayın TÜRKAY; bu kentte yaşayan Ermenilerin hepsinin birer zanaatkar olduğunu ve bu nedenle hali vakti yerinde insanlar olarak Diyarbakır’da rahat bir yaşam sürdürdüklerini anlattı. Bu kentte yaşayan Ermeniler, son derecede bilgili ve kültürlü kişilermiş. Her biri birkaç yabancı dil bilir, geleneklerini sürdürerek yaşayıp giderlermiş. Sayın Türkay’a göre 1900’lü yılların başındaki Devlet kayıtlarına göre nüfusunun neredeyse yüzde 60’ı Hristiyan bunların da yüzde 97’si Ermeni yurttaşlardan oluşuyormuş. Diyarbakır’da toplam 12 Ermeni Kilisesi mevcutmuş. Ermeni Okulları ile de Ermenilere kendi okullarında okuma imkânı tanınmış. (Bu noktada bir kaynağa başvuracağım: 1913-1914 yıllarında Diyarbakır Sancağında okul sayısı 122, öğrenci sayısı 9.660 kişidir.

1870 Yılı başında Diyarbakır merkezinde 3 Ermeni,1 Protestan,1 Rum,1 Rum Katolik,1 Keldani,1Süryani ve 1 Yahudi Okulu, 1873 ve 1874’te Siverek’te 3 azınlık okulu, Hazro’da bir Ermeni Okulu bulunmakta idi.  Kaynak:Garod Sasunian

21 Mart 2019 Dikranagerd.)

1915’te yaşanan ve benim gözümde tarihimizin tarafsız bir şekilde aydınlatılması gereken dönemindeki olaylarla, Diyarbakır’daki Ermeni nüfusu neredeyse tamamen yok olmuş.  Ben bu konulara değinmeden Diyarbakır Ermenilerinin günlük yaşamlarına tekrar döneyim. 1925-1927’li yıllarda yani Cumhuriyetimizin İlanından sonra Diyarbakır’da tekrar bir Ermeni Nüfusu oluşmuş. 400-450 aile kadar olan bu nüfus, günümüzde yine azalmış. Diyarbakır’da yaşayan Ermeni vatandaşlarımız, çalışmaktan arta kalan zamanlarında Hevsel Bahçelerinde Dicle nehri kenarında kurdukları Tahtlarda hafta sonlarında hem dinlenirler hem de kentin sıcağından bir nebze olsun kurtulurlarmış. Bir de Bağlar’ın hikayesi var ki burası çok ilgimi çekti. Sur’da yaşayan varlıklı Ermeni ailelerin bağları ve buradaki bağ evlerinde kendilerince tatil yaptıkları yermiş Bağlar… Diyarbakır’da yaşayan Ermenilerin kendi kültürleriyle bu kenti etkilemiş olması da kaçınılmaz bir sonuçtur elbette. Zaten Diyarbakır bir medeniyetler kenti değil mi? Bu da onun zenginliklerinden biri. İnsanlarını etnik kökenlerine göre ayırt etmeden bağrına basan bu kadim şehir, ben inanıyorum ki gelecekte de Barış ve Hoşgörünün daima hüküm sürdüğü yaşayan ve yaşatan kent olmaya devam edecektir.

 

   Son olarak 15 yaşına kadar Diyarbakır’da yaşayan Ermeni Yazar Mıgırdiç Margosyan’ın Türkçe kaleme aldığı (Gavur Mahallesi kitabıyla Hançepek’i anlatan) “Söyle Margos Nerelisen?” isimli kitabı hakkındaki bir söyleşisi sırasındaki sözlerini aktarmak isterim: Yazarken hangi dilde düşündüğünü soranlara şöyle der:

 

   “Karşımda konuşturduğum kişiler gibi düşünüyorum. Anamla konuşurken O’nun konuştuğu Ermenice ile düşünüyorum Dayımla konuşurken, O’nun konuştuğu Türkçe ile. Zaman zaman köyden gelen bir Kürt’le konuşurken, başlıyorum Kürtçe düşünmeye. Babamla konuşurken iki türlü düşünüyorum. Bir Sarkis Margos olarak konuşuyorum. Evde Ermenice düşünüyorum. Bir de babamı dükkâna götürüyorum. Dişçi Ali olarak alıyorum. Orada başlıyorum Türkçe düşünmeye” … (Kaynak: Osman Köker- 1995)

 

   İşte asıl zenginlik bu! Hangi dilde düşünürseniz düşünün, hangi dinde ibadet ederseniz edin önce yüreğinizin sesini dinleyin…Zaten o sizin için doğru olanı fısıldayacaktır…Diyarbakır da bana önce bunu öğretti…Teşekkürler DİYARBAKIR! Daima var olasın…

Meltem Gönüllü