‘BEN’ DİYE BİR ŞEY YOKSA

Bêjdar Ro Amed

Ben’in Dağılması Ve Hatıranın Sisinden Çıkış

Ben” dediğimiz, anıların ve onlara bağlanmış duyguların ördüğü geçici bir örgüdür. Bu örgü gevşediğinde, kaybolan bir öz değil; çözülmüş bir kurgu görürüz. Kimlik, hatırayı sahiplenmenin ürünüyse, sahiplenme zayıfladığında geriye kalan, adına “öz” demeye bile meyletmediğimiz yalın bir açıklıktır. Bu açıklık, bir “şey” gibi kavranmaz; çünkü “şey” olmak, sınır ve yük ister. Açıklık, yükleri taşımaz; onlara yer açar, gelip geçmelerine izin verir.

Zihin Kabuğunun Çözülmesi

Zihin, kendini korumak için bir kabuk geliştirir: alışkanlıklar, tepkiler, hikâyeler. Kabuk, dünyayı güvenli kılarken aynı zamanda daraltır. Kabuğun çözülmesi, savaşarak değil görerek olur. Görmek, savunmadan bakmaktır. Savunmanın gevşediği yerde, yaşamın ham akışıyla temas başlar. Kabuk düştükçe, “ben”in kıvrımları düzleşir; geriye duygusal tepki değil, algısal berraklık kalır.

Koşullanmadan Çözülme Ve Hafifliğin Etiği

Koşullanma, yararlı kestirmelerin taşlaşmış hâlidir. Çözülme, taşın kırılması değil, sıcaklığın artırılmasıdır: dikkat ısındıkça sertlik yumuşar. Bu yumuşamadan doğan hafifliğin bir etiği vardır: tepki yerine temas, hüküm yerine ilgi, hız yerine uygunluk. Hafifleyen zihin, iyi-kötü terazisine takılmaz; onu ölçü almayı bırakır.

Farkındalığın Açılması: Görüşün Doğuşu

Farkındalık açıldığında, “bakmak”, “görmek” ve “işlemek” yer değiştirir. Önce işler, sonra görür ve en son bakar gibi yaşıyorduk: kalıba göre seçip anlamlandırıyorduk. Açıklıkta ise önce görmek gelir—ham teması kabul etmek; sonra bakmak—ilgiyi yöneltmek; en sonda işlemek—gerekliyse düzenlemek. Görüşün doğuşu, düzenlemenin görüşe liderlik etmemesidir.

İçsel Açıklık Alanı: Doğanın Duruşu

Doğada formunu bulmuş her şey nasıl duruyorsa, açıklık alanında insan da öyle durur: ne zamana yetişmeye, ne de kendini kanıtlamaya çalışır. Bu duruş, edilgenlik değil; gereksiz sürtünmenin yokluğudur. Rüzgâr estiğinde ağaç eğilir; rüzgâr kesildiğinde doğrulur. Ne eğilmeyi övünç, ne doğrulmayı zafer sayar.

Yükler Düştüğünde Kalan: Sade Varlık

Ev yükü, iş yükü, eş yükü, çocuk yükü; makam, mevki, yetişme telaşı; para, parasızlık, “paralı olma”nın taşan dalgaları… Bunlar kimliğin ve kişiliğin harcı hâline gelince, zihin taş kesilir. Yükler çözülünce kaybolan, yaşam değil; zoraki sürüklenmedir. Kalan, “sade varlık”tır: ne edilgen, ne saldırgan; yalnızca yerinde, yalnızca hazır.

Zihin Tipolojileri Ve Yük Taşıma Biçimleri

Kimi zihin, yükleri başarı anlatısına bağlar; kimi, mağduriyet şemasına. Kimi, kontrolle; kimi, kaçışla taşır. Bu tipolojileri bilmek, “Koşullu Bilinç Haritası”nın kenar çizgilerini görmektir. Haritayı bilmek, harita olmaktan vazgeçmenin ilk adımıdır. Her tipolojide ortak olan, yük ile benliğin birbirini doğrulamasıdır: “Ben yüküm oldukça varım.” Çözülme ise tersini fısıldar: “Ben, yükler olmadan da varım; hatta yükler ancak o zaman işe yarar.

Koşullu Bilinç Haritasından Koşulsuza

Koşullu bilinç, “Eğer, o hâlde” formülüyle çalışır: “Eğer başarılı olursam, o hâlde değerliyim.” Koşulsuz bilinçte formül çözülür: değer, başarıya önsel değildir; “değer” sözcüğü bile fazlalık sayılabilir. Koşulsuzluk, ilgisiz bir boşluk değil; koşul koyma ihtiyacının sönmesidir. Bu sönme, yaşam pratikliğini azaltmaz; aksine uygunluğu artırır. Çünkü uygunluk, korkudan değil temasın zekâsından doğar.

Deneyimin İncelikleri: Görmek, İşlemek, Bakmak

Yükler çekilince algı üç hareket kazanır: Görmek: Olana ilk temas. Değerlendirmesiz fark ediş. Bakmak: İlginin yönlendirilmesi. Olana çağrı. İşlemek: Gerekli olduğunca düzenlemek; fazlasını bırakmak.

Bu sırada “yansıma” da sadeleşir. Biz, dünyaya sadece anlam değil; hız, korku ve arzu da yansıtırız. Yansıma hafifledikçe, dünya daha az “benim hakkımda” görünür; daha çok “kendisi hakkında” görünür. Bu, niteliksiz bir çözülme değil; nitelikli bir çekilmedir: yorumun gürültüsü azalır veya kaybolur, gerçekliğin sessizliği duyulur.

Gölge Riskler

Yüklerden arınma, yeni bir yük doğurabilir: Boşluk, parlatılmış bir kimliğe dönüştüğünde, eski kabuktan daha sert bir kabuk olur. Gölgeyi tanımak gerekir:

İnce Kibir: “Ben artık öyle şeylere takılmam.”

Kaçışın Estetiği: Sorumluluktan çekilmeyi “doğallık” diye adlandırmak.

Dondurulmuş Sükûnet: Canlılıktan kaçan dinginlik. Gerçek açıklık, bu gölgeleri de görür ve onlara yer açar; yer açmak, doğrulamak değildir. Görülen gölge, yönlendirir ama yönetemez.

Gündelik Hayatta Doğallığın Dönüşü

Doğallık, “hiçbir şey yapmamak” demek değildir. Doğallık, uygun zamanuygun yoğunlukuygun yön uyumudur. Yükler çözülünce: Zaman aceleye değil edaya döner; “yetişmek” yerine “yerine varmak” belirir. Yoğunluk gösteri değil gereklilik tarafından belirlenir; fazlası bırakılır.

İlişkilerde bu, sahiplenmenin sevgi sanılmaması; işte, uğraşın kimlik olmaması; para ile ilişkide, güvenliğin değere bağlanmaması demektir. Yük, araç konumuna döner; amaç, uygunluğun kendisi olur.

Dönüştüren Güzellik: İçten Dışa Yayılan Düzen

Yüklerden arınmış bilincin en görünür meyvesi, “dönüştüren güzellik”tir. Kozmetik bir parıltı değil; işleyişin estetiğidir bu. Bir cümle gereğinden kısa ya da uzun değilse güzeldir; bir hareket yerinde ve yeterliyse güzeldir. Güzellik burada, ölçünün sezgisel bilgisi olarak belirir. Bu bilgi kitapta değil, açıklığın içinde bulunur.

Bilinmeyenin Önemi: Neden Bu Kadar Kıymetli?

Ortaya çıkanın” önemli oluşu, onun bilinmez oluşundan gelir. Bilinmez, eksik bilgi değil; kavramla kuşatılamayan açıklıktır. Bilinmez bilindiğinde, bilgiye düşman olmaz; onu yerine koyar. Bilinmez, bilginin efendisi değil; zemini olur. Bu zemin görünür olduğunda, her şey “yerli yerine” oturur: ölçü dışarıdan dayatılmaz, içeriden doğar.

Doğada Duruş: İnsan da Öyle Durur

Doğadaki her form, bağlamına uygun bir ekonomiyle durur: fazla yok, eksik yok. İnsan açıklıkta durmayı öğrendiğinde, aynı ekonomi insanın edasına sızar. Söz, gerektikçe çıkar; susuş, kaçış değil, olgun bir alan tutmadır. Karar, “ya hep ya hiç” salınımından uzaklaşır; sezgisel bir yeterlilik kıvamı bulur.

Pratik Zekâ: Yüklerle İlişkinin Yeniden Kurulması

Yükler tamamen yok olmaz; fakat rollerini değiştirir.

İş: Kendini kanıtlama mitinden çıkar, katkı ve öğrenme alanına girer.

İlişki: Tescil bekleyen sahiplikten, eşlik eden yakınlığa döner.

Para: Güvenliğin vekili olmaktan, imkânın aracına dönüşür.

Zaman: Bir düşman değil, derinliğin mekânı olur.

Bu dönüşüm bir irade şovu değil; kabuğun çözülmesinin doğal sonucudur. Doğal olan işler; çünkü direnç onun içinde çözülür.

Görüşün Doğuşundan Eylemin İnceliğine

Görüş doğduğunda, eylem incelir. İncelik, kırılganlık değildir; isabet kuvvetidir. İsabet, çok yapmakla değil; yerinde yapmakla güçlenir. Yerindelik, dışarıdan öğretilmez; içeride boşalan alanda filizlenir. O alan, “ben”in taşkın mimarisinin söküldüğü yerdir.

Sonuç: Doğal İşleyişe Teslimiyet

Zihnin tüm yükleri ortadan kalktığında geriye kalan, bir “üst-ben” değil; açıklığın sessiz zekâsıdır. Bu zekâ, doğanın duruşuyla akrabadır: ne acele eder ne ertelemeye sığınır. Bilinmeyen ışığını kısmaz; bilinenin gölgesine sığmaz. Yükler döküldüğünde, yalnızca olması gereken—olduğu yerde—durur. Biz de nihayet, olduğumuz yerde durmayı öğreniriz: ne eksik ne fazla; yeterince.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.