BİLGENİN BİLGELİĞİNİ AŞMAK: KALIPLARIN ÖTESİNDE BİR VAROLUŞ DENEMESİ

Bêjdar Ro Amed

Giriş: Bilgenin Bilgeliğini Aşmak

Bilge’nin bilgeliğini aşmak, insanlık tarihinin en önemli ekollerinden birine sorgulayıcı ve inceleyici bir alan açmaktır. Bilgelik, sorgulanmayan en temel alanlardan biridir; eğer bu tür “bilgelikler” hakikati eksiksiz ifade etseydi, bu sorgulama ihtiyacı ortaya çıkmazdı—tıpkı havayı ya da güneşi sorgulayamayacağınız gibi. İnceleme, çok yönlü bir açıklık yaratacaktır.

İnsanlık tarihi boyunca bilge, yüceltilmiş bir figür oldu. Bilgelik, erişilmesi gereken nihai bir mertebe, bilgili olmanın yanı sıra bir “üstünlük” olarak anlatıldı. Ancak bilgenin bilgeliği, kendisi bile bir yapıdır; sınırlarla, kalıplarla, hiyerarşilerle örülüdür. Bu deneme, bilgenin bilgeliğini aşmanın imkânsız gibi görünen yolunu sorgulayıp incelemektedir: Bilgelik diye bildiğimiz yapıyı, tüm kimlikleri, tüm inanışları, tüm sistemleri geride bırakmak; ve o ötesinde, biçimsiz, tanımsız, özgür bir varoluşu keşfetmek.

Yüceltilenin Çözülüşü.

Bilge. Zihnin en görkemli tahtına oturtulmuş bir figür. Sessizliğiyle kutsanmış, sözleriyle yasalaşmış, duruşuyla yön vermiştir. Onun varlığı hep yukarıda tahayyül edildi: Ulaşılmaz, ama erişilmek istenen. Bir zirve. Bir ideal. Bir doruk noktası. Ve insan, yüzyıllar boyunca bu doruğu hedef bellemiştir. Doğuda bir keşiş olmuş, Batıda bir filozof. Orta Doğuda bir arif. Kuzeyde bir şaman. Ama nerede olursa olsun, o bilge hep aynı temel işlevi görmüştür: Yol göstermek. Fakat burada durmalıyız. Durmalı ve sormalıyız: Nereye? Kime? Neye göre? Çünkü “gösterilen yol”, bir yön içerir. Ve yön, kaçınılmaz olarak bir doğrultuya dayanır. Doğrultu, ölçü gerektirir. Ölçü ise zihnin kurgusudur. Öyleyse bilgenin işaret ettiği “yol” da, nihayetinde bir kurgudur. O hâlde bilge, hakikati mi gösterir? Yoksa yalnızca zihnin oluşturduğu bir güvenli biçimi mi sürdürür?

I. Bilgelik ve Onun Görünmez Tuzağı

Bilgelik, egonun aşılması gibi görünür, ama en derin tuzağı da budur aslında. Çünkü “Ben egoyu aştım” demek, yeni bir ego yaratmaktır; daha görünmez, daha incelmiş, daha alçakgönüllü görünen bir üstünlük. Sessizlik bile üstünlük haline dönüşebilir; içselleştirilmiş bir gözetim aracına dönüşen bilgelik, özgürlüğü kısıtlar. Bu nedenle bilgelik, gölgesiyle birlikte var olur. Gerçek özgürlük ise bilgelik maskesini indirip, tanımsızlığa açılmaktır.

II. Yapıları Yok Etmek: Özgürleşmenin Anahtarı

İnsanın varoluşunu kuşatan tüm yapılar, sistemler, anlamlar bir konfor alanı yaratır; ama aynı zamanda insanı çıplak varlığından koparır. Her sistem bir anlam yapısıdır; anlam, zihnin boşluk korkusunun ürünü. Düşünce bile bir yapıdır ve tüm yapılar, varlığı bölerek anlamaya çalışır. Yapıdan çıkış, yeni bir yapı kurmak değil; bırakmaktır. Bırakmak, en derin sezgisel açıklıktır. Böylece şekilsiz, biçimsiz, tüm kavramların ötesinde bir varoluşun kapısı aralanır.

III. Kimliğin Çözülüşü: Benliğin Sınırlarının Kalkışı

Kimlikler, insanın üzerine yapıştırılmış etiketlerdir. Cinsiyet, inanç, ideoloji, meslek, sosyal roller… Hepsi bir biçimdir, bir sınırdır. Kimlik, geçmişin hikâyesine bağlıdır ve bireyi kalıplara hapsetmekten başka işe yaramaz. Kimliksiz kalmak ise kaos değil, tüm biçimlerin potansiyelidir. Kimliksiz olmak, tüm varoluşun kaynağında durmaktır; ne bir amaç, ne bir tanım, sadece var olmaktır.

IV. Anlamsızlıkta Birlik: Zihnin Sessizliği

Anlam arayışı, zihnin boşluk korkusunun ifadesidir. Anlam, gerçekliği temsil eden bir haritadır; ama harita, arazinin kendisi değildir. Anlam çözüldüğünde, zihnin uğultusu susar. Dil durur, kavramlar çözünür. Bu sessizlik, bölünmemiş bir birliktir. İyi ve kötü, doğru ve yanlış, kutsal ve sıradan farkları erir. Anlamsızlık, tanımsızlık değil; bütünlük, birliğin ta kendisidir.

V. Bilgesiz Varoluş: Saf ve Duru Hâl

Bilgesiz bilgelik… Bilgesiz bilgelik, bir görme halidir. Psikolojik bilgiye veya bilgeye ihtiyaç duymadan, özgür, biçimsiz ve doğrudan yaşanan hakikattir. Bilge yoktur artık; öğreti yoktur; yol yoktur. Sadece saf varoluş kalır. Bu varoluş boşluk değil, doluluk; akışın kendisidir. Zaman ve mekân dışındadır; başlangıcı ve sonu olmayan, kesintisiz bir nefes. Anlam arayışının bittiği, dirençsiz özgürlüğün başladığı bir alandır. Olanla birlikte olma halidir; tanımsız, başsız, otoritesiz.

VI. Sistemsizlik Bir Sistem Midir?: Paradoksun İnceliği

Sistemsiz olmak, özgürlüktür. Ama özgürlük bile yeni bir sistem yaratma eğilimindedir. Boşluk korkusu, zihni yeni kalıplar kurmaya iter. Yapısızlık, pasiflik değil; bilinçli bir akıştır. Paradoks, kavramların sınırında çözülür. Sistemsizlik, hiçbir sistem yaratmamak; hem hiçbir şey olmamak hem de her şey olmaktır. Olmak ve bırakmaktır.

VII. Sözsüz Gerçek: Dilin Ötesinde

Dil, anlamı taşır ama sınırlıdır. Gerçeklik, kelimelerin ötesinde yaşanır. Dilin bittiği yerde, sessizlik başlar; sessizlik doluluk ve açıklıktır. Sözsüz gerçek, zihinler arası doğrudan bağlantıdır; anlamadan anlama hâlidir. Anlatılmaz, yaşanır. Yaşamak ise bırakmaktır.

VIII. Yaşamın Bilgesi Olmak: Gündelikte Özgürlük

Bilgelik, bir mertebe değil, yaşam halidir. Şimdi’de kalmak; geçmişi ve geleceği bırakmak; olanı olduğu gibi kabul etmektir. Bilinç, kontrol değil açıklıktır. Zorluklar, düşman değil varoluşun parçasıdır; onlarla dans etmek özgürlüktür. Kimliklere tutunmadan açık kalmak, gerçek bilgeliktir.

IX. Bilgelik Ötesi İnsanlık: Yeni Bir Varoluş Biçimi

Bilgelik aşılır; insanlık kalıpların, ideolojilerin, tanımların ötesinde bir açılımdır. Yeni insanlık, birlikte var olmayı seçer; farklılıkları yargılamadan kucaklar. Özgürlük ve sorumluluk iç içedir; sürekli yenilenme ve akış içindedir. Bu, kalıpları aşan, yeni bir insanlık halidir.

X. Bilgenin Bilgeliğini Aşmak, Özgürlüğe Uyanmaktır

Bu metin, bilgiyle değil, tanımsızlıkla, yapılarla değil, boşlukla, anlamla değil, anlamsızlıkla ilerledi. Bilgenin bilgeliğini aşmak, kalıplardan özgürleşmek; Varoluşun tüm saf halini yaşamak; Ve en derin sessizlikte kendi sonsuzluğuna uyanmaktır.

XI. Yapıları Yok Etmek… Sistemsizliğin Sessiz Gücü

İnsan, varoluşunu tanımlamak için hep yapılar kurdu. Kimi taşla, kimi sözle. Kimi matematikle, kimi mitolojiyle. Kimi tanrılarla, kimi ideolojilerle. Yapılar, anlam verdi. Yapılar, güven verdi. Yapılar, yön verdi. Ama aynı yapılar, insanın özünü görünmez kıldı. Çünkü her yapı, bir dış kabuktur. Kabuk ise özü değil, yalnızca biçimi taşır. Yapılar birikti. Biçimler birikti. Ve insan, biçim yığını altında kendi çıplak varlığını unuttu.

XII. Sistem, Anlamdan Oluşur

Her sistem, bir anlam yapısıdır. Ve her anlam yapısı, bir varsayıma dayanır: “Bir şeyin bir şeyi açıklaması gerekir.” Ama hakikat, açıklanmaz. O, kendini olduğu gibi sunar. Ne daha az, ne daha çok. Açıklama, sadece zihnin kendi boşluğunu doldurma çabasıdır. Oysa o boşluk, belki de korunması gereken yegâne alandır. Çünkü ancak boşlukta, saf olan ortaya çıkar.

Sonuç:

Her sistem bir anlam üretir. Ama her anlam, bir boşluğu kapatma çabasıdır, evreni, enerjiyi ve özgürlüğü kafese almaya çalışan ince bir örgü. Anlam, bu kafesin altına serilmiş bir halı belki — üstünde yürürüz, ama altını nadiren merak ederiz. Oysa hakikat, zeminde değil, halının kaldırıldığı anda fısıldar. Ne desenle anlatılır, ne de dizeyle tutulur. Sessizliktir onun en dürüst tanığı; çerçevesiz, yönsüz, gerekçesiz.

Oysa hakikat boşlukta belirir — açıklamaya değil, sezgiye ihtiyaç duyar. Anlam arayışı, çoğu zaman hakikatin önüne perde çeker. Belki de korunması gereken şey, o perdesiz, çıplak boşluğun kendisidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.