Bir Selhaddin veya çıkış yolu aramak

Ömer Serdar Kaplan

Haçlılar ve Moğollar

Müslüman Coğrafyanın, bu pejmürde, darmadağın ve her gün kanın ve göz yaşının aktığı halini tarihi iki dönemi hatırlatarak anlamaya çalışmanın faydalı olacağını düşünmekteyim.

1-) Selahaddin dönemi.

Selçuklular, Abbasiler, Harzemşahlar, Fatimiler ve düğer irili ufaklı beylikler...

Yanı birliğin olmadığı, gücün çok parçalı olduğu, herkesin birbiriyle uğraştığı, gücünü muhafaza adına başkalarıyla işbirliği yaptığı bir dönem.

Selçuklular yaklaşık yüzyıldı Anadolu’dan geçen haçlılar ile savaşıyorlardı. Coğrafyanın Müslüman devletçikleri Selçuklulara hiç yardım etmemişlerdi.

Fatimiler ise, Haçlılar ile yaptıkları anlaşmalar ile Haçlılar ile hiçbir çatışmaya girmemiş ve diğer devletlere de yardımda bulunmamışlardı.

Selahaddin önce birliği sağlama uğraşına girişti. Irak ve Suriye’de birliği sağladı Anadolu Selçuklularıyla zaten olumlu ilişkileri vardı.

Fatimileri de devre dışı bıraktı. Türk-Kürt-Arap müminlerin kardeşliğinden bir birlik ruhu oluşturdu. Aslında o zamanlar ulus devletler olmadığı gibi toplum içinde ulusçuluk da pek geçerli akçe değildir

Birliği sağlayan ana unsur Selahaddin’in adaletli yönetimi ve adil olmasıdır. Zaten Kudüs’ün ilk fethinde kapıları Hz. Ömer’e açan da bu adaletli olmak ve birlik içinde hareket ediyor olmaktı.

Kudüs'ün fethi ve haçlı mağlubiyeti bundan sonra başarıldı.

Bu ciddi ve ders alınması gereken bir durumdur.

2-) Moğol istilası dönemi.

Harzemşahlar, Seçuklular, Irak ve Körfez’de Abbasiler, ve Suriye, Filistin, Ürdün bölgesinde Selahaddin sonrası parçalanmış Eyyübiler, Mısır bölgesinde Memlükiler. Her birisi kendi derdiyle meşgul ve birlikte hareket etme ruhu yok. Adaleti öne çıkartarak bir birlik sağlayacak ruh dinamikleri de pörsümüş.

Moğol istilası başladığında yine birlik yok ve her bir devletçik kendi başına bırakıldığından her yer Moğol istilasına uğradı. Devletçikler yıkıldı. Hülagü’nün ölümü üzerine taht kavgaları nedeniyle Moğollar geri çekildi.

Yani Coğrafyada ki Müslümanların beceri ve başarısıyla değil.

Oysa birlik olsa ve birbirlerine destek olsalardı, adaletli yönetim mekanizmaları ile halkları içerisinde güven oluşturabilmiş olsalardı; ne Haçlılar bu kadar rahat Bölgede yüzyıl hüküm sürebilirdi, ne de Moğol istilası bu kadar rahat bir şekilde geçekleşebilirdi.

Bugüne tarihteki iki dönemin değerlendirilmesi, anlaşılması perspektifinden bakılmadığı, ders alınmadığı açıktır. Zaten tarihten ders çıkartılmadığından tarih başka başka isimler ve olayla ile tekerrür eder.

 

Şöyle bir geri çekilip geniş bir açıyla son yüzyıldan bu yana Coğrafyamıza bakalım.

Son yüzyıldan fazladır Moğol istilası benzeri bir Batı istilası yaşıyor Müslüman coğrafya. Bu coğrafyanın hali Moğol istilası dönemine ciddi benzerlikler taşımaktadır. Bir de fazlası var Moğol döneminden, o da zihinsel istila.

 

Her bir toprak parçasında Birinci Dünya Savaşı sonrası devletler oluşturulmuş. Her devletin başına Batı ile işbirliği içinde ve gücünü koruma derdinde olan baskıcı-zalim-zorba yönetimler gelmiş.

Her bir Devlet; ya mezhep, ya ulus kökenli bir ideolojiyle halkı bir arada tutma derdinde. Kutsanan uluslar ve sınırlar eliyle; kardeşlik, birlik ve beraberlik zihinsel yarılmalar ve blokajlarla engellenmiş bulunmaktadır.

Kutsanan bu unsurlar ile devletler hayatiyetlerini sürdürürken asıl tehlikeli olan ise; Müslüman zihinlerin kutsananlar çerçevesinde ayrışmış olmayı; zihin ve akıl dünyalarında kabul etmiş olmaları ve zihin ve akıl dünyalarında da bu ayrışmanın normalleşmiş olması, savunuluyor olmasıdır.

Bu nedenle de işgal hem fiili manada sürmekte, hem de zihinlerin işgale uğraması nedeniyle düşünce dünyasında da sürmektedir. Dolayısıyla da hem adil ve düzgün yönetimler oluşmamakta, hem birlik ve dayanışma gerçekleşmemektedir.

Yani Müslümanlar kendi coğrafyalarında bu birlikteliği ve birliktelikten doğacak gücü kullanabilir konuma gelmedikçe; ABD ve İsrail, Evanjelikler ve Siyonistler, Ruslar ve diğer Batılı güçler; yerli güç müptelası işbirlikçileri eliyle hem kan dökmeye hem de haritalar belirlemeye devam edeceklerdir.

Bakın şu çok parçalı ve her biri kendi gücünü korumak adına kendi halkını harcamaktan çekinmeyen, egemen güçler ile işbirliği yapmaktan kaçınmayan, halkına yönelik adalet yerine zulmü reva gören, huzur yerine rahatlıkla kana ve gözyaşına düçar kılan anlayışların egemen olduğu Coğrafyamıza...

Bakın, görün ve düşünün….

 

Eğer bu pespaye, güçperest, menfaatperest ve işbirlikçi yapılar devam ederse, oynanan oyunların gönüllü figüranlığı devam ederse, kan akmaya, oyunlar oynanmaya devam edecek, Kudüs de gidecek, diğer kutsal beldeler de işbirlikçiler eliyle belki de fiili işgale terk edilecek.

 

Düşünün; kendi coğrafyasında ki basit sorunları çözemeyen/çözmeyen/çözdürülmeyen ve sorunları müdahalelere açık alan hâline getiren bir anlayış egemen vaziyette.

Peki Müslümanlar ne yapıyor?

Kendi yaşadığı toprakları kutsama derdinde, her gurup ve yapı kendi gücünü arttırma ve kutsama telaşında ve işbirlikleri yapma uğraşında.. Evet hal bu...

 

Yapılması gereken aslında çok da zor değil.

Her Müslüman önce; adil, emin, dürüst, merhametli ve sevgi dolu, hakka riayetkar olacak, ilim ve bilim üretecek, mesleğine ve işine ehil olmak manasında çok çalışacak. Kardeşlik bilicini bu vasıflarla kuşanacak. Bireyler bu vasıflarıyla toplumu, bu vasıfları kuşanmış bir toplum haline getirecek ve Yaratan Allah’a iltica ederek yardım niyazında bulunacak. Halini düzelten bireyler olarak düzelen bir topluma dönüşen Müminlere, Allah’ın yardımı haktır ve yakındır.

Halini iyi hallere dönüştürmeyenler zillet içre yaşamaya devam eder.

 

Bu nedenle yeniden düşünmeye,

Bu vasıfları kardeş olarak kuşanmaya,

Kendimiz için istediğimizi ve hak gördüğümüzü duraksamasız olarak kardeşimize de hak ve meşru olarak görmeye,

Hakka ve insanların hukukuna riayetkar, derdiyle dertdaş ve fedakar olmaya,

Karşısında olanı sorgulamaya yeltenmeden önce kendisini sorgulamaya, empati yapmaya,

Zihin dünyalarımıza boca edilen, kutsallaştırılarak güç odaklarının hayatiyetine neden olan blokajlardan arınmaya,

Teknoloji dahil ilim üretmeye, uğraşılan meslek ve iş her ne ise onu en iyi şekilde ve layıkıyla yapmak için çok çalışmaya,

Riyakarlık, güç ve menfaatperestlikten mutlak kaçınmaya,

Kardeşinin eksiklerini tamamlamaya, birlikte hareket etme ruhunu geliştirmeye, dayanışma içerisinde olmaya,

Dostları çoğaltmaya, güçleri birleştirecek çözümler üretmeye, ötekileştirmekten ve cepheler oluşturmaktan kaçınmaya,

Örnek bir medeniyet tasavvuru, insan ve hayat tasavvurunu inşa etmeye, Dünyada ki Müslüman halklar ve diğer halklar ile olabildiğince geniş çaplı iletişim dilleri oluşturup geliştirmeye,

Şiddetten kaçınmaya, (Çünkü, şiddete yönelmek egemen zalim güçlerin işi terörize etmesini ve itibarsızlaştırmasını kolaylaştırmaktadır.) şiddet eğilimlerine net karşı çıkmaya,

Gettolarında güç ve menfaat derdinde olan şeyh, abi, v.s. diğer Müslümanlar ile dayanışma ve bir arada olmayı engelleyen tutumlarına karşı çıkarak kucaklaşmaya,

Yönelmek elzemdir.

Bu sayılanlar başarılır ise, egemen zorbaların bütün oyunları, sivil inisiyatif alan ve güç birliği yaparak dayanışma içerisinde olan toplumlar eliyle bozulacak ve geriletilecektir. O zaman Coğrafyamızı yönetenlerin değişmesi imkanlarına ulaşılmış ve her gün içimizi parçalayan, yüreklerimizi pareleyen çatışma, kan ve göz yaşlarından kurtulmak mümkün olacaktır inancındayım.

Önce her birey kendinden başlamalı, düzelme yoluna koyulmalı, adil, emin dürüsü, merhametli, vicdanlı, sevgi dolu, kötüden-zulümden-haksızlıktan sakınan, hakka ve kişiler hukukuna riayetkar olmalı, Selman i Farisi’nin deyimiyle “herkes İslam’ın oğlu” olduğu bilincini kuşanmalı.

Zor mudur? Hayır

Yeter ki samimiyetle istensin ve yola Bismillah diyerek çıkılsın.

Haydi Bismillah…

Wesselam.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.