BİRLİKTE OLMADAN DA TAM OLMAK

Bêjdar Ro Amed

İnsan, İlişki ve Özgürlük Üzerine Kapsayıcı Bir Deneme

Varoluşsal Eksikliğin Yanılsaması

İnsan, kendini hep bir boşlukla tanımlar. Eksik, yarım, tamamlanmamış. Sanki bir başka bedene, bir başka ruha, bir başka hayata temas etmedikçe tamamlanamayacak gibi. Bu yüzden birliktelik arayışı, çoğu zaman bir özgürleşme değil, bir tamamlanma illüzyonudur. Çünkü içsel bütünlüğünü kuramayan insan, dışsal bir tamamlayıcıya tutunmak ister…

Kültürel kodlar ve ilişkiye zorlanmış zihinler… İnsanlık tarihi boyunca kadının bir erkeğe, erkeğin bir kadına “ait” olması gerektiği öğretildi. Aşkın adıyla, sevginin kılıfıyla. Cinsiyetler rollere, roller görev tanımlarına, görevler de duygusal zorunluluklara dönüştü…

Birlikte olmak gerçekten gerekli mi? Ama soru şudur: Birliktelik bir zorunluluk mudur? Bir kadın bir erkekle, bir erkek bir kadınla birlikte olmak zorunda mıdır? Ya da daha temelden sorarsak: Birlikte olmak gerçekten gerekli midir?..

Yalnızlıktan değil, yalnız kalmanın sesinden korkmak… Çoğu zaman birlikte olma arzusu, içsel korkuların sesidir. İnsan yalnızlıktan değil, yalnızlıkla yüzleşmekten korkar. Çünkü yalnız kalınca, kendi sesini duyar…

Duygusal baskının sevgi sanıldığı yerde… İlişkiler neden yıpratır biliyor musun? Çünkü bir çoğu içsel bütünlüğünü kuramamış bireylerin dışsal kurgularıdır. Birbirine alan açmayı bilmeyen, kendi sınırını tanımayan insanlar, sevgi adına birbirinin ruhuna saldırır…

Esneklikle var olan ilişkiler mümkün mü? Peki ya esnek birliktelikler? İlişkilerin bir tapu senedi gibi değil, bir akış gibi yaşanması mümkün mü? Partnerlerin birbirini yargılamadığı, alanlarına karışmadığı, birlikte büyüdüğü, ama birbirinin sorumluluğunu üstlenmediği bir bağ mümkün mü?..

Dinlemek, anlamak ve yanında durabilmek… Birini anlamak, onu değiştirmeye çalışmadan yanında durabilmekle başlar. Dinlemek, yönlendirmeden duyabilmekle. Sevmek, kendinle barışarak başkasına zarar vermeden yaklaşabilmekle…

Yalnızlık: kaçılacak bir şey değil, gelişecek bir zemin… İnsanın bir başına durması, bir yalnızlık değil; bir oluş hâlidir. Bu hâli tanımadan ilişkiye giren herkes, kendi yarımına başka bir yarım eklemeye çalışır ve sonuçta hep eksik kalır…

İlişkiyi anlamsız yüklerden arındırmak…. İlişkileri anlamsız uğraşlardan, zorunlu performanslardan, psikolojik oyunlardan arındırmak şart. Birlikteliği, tamamlanma değil; birlikte var olma zemini olarak yeniden tanımlamak gerekiyor…

Bütünlük duygusuyla var olmak: severek seçmek… İnsan, birlikte olmadan da tam olabilir. Ve belki de ancak o zaman, gerçekten birlikte olabilir…

Sevginin yeni dili: baskıdan Akışa…. Sevgi, çoğu zaman zihinlerde özlemlerle yoğrulmuş bir harita gibi yaşanır; ama haritanın kendisi toprak değildir. Sevmek, bir duygu biçimi değildir yalnızca. Bir zihin hâlidir. Kendi merkezine dönmüş, orada karanlıklarıyla karşılaşmış bir insanın, bir başkasına zarar vermeden yanaşabilme becerisidir.

Ama biz ne öğrendik? Seviyorsan kıskanacaksın. Seviyorsan sahip çıkacaksın. Seviyorsan onun kimlerle görüştüğünü bilmek zorundasın. Seviyorsan onun bazı şeyleri yapmasına izin vermemelisin. Seviyorsan hayatını birlikte planlamalısın. Bu “zorundalıklar” sevginin özünü boğdu. Çünkü biz sevginin özüne değil, onun üzerine giydirilmiş yükümlülüklere tutulduk.

Gerçek sevgi, bir alan yaratma sanatıdır. Müdahale etmeden, baskı kurmadan, yönlendirmeden, düzeltmeden… Yalnızca eşlik ederek. Sınırlarını bilen bir sevgi, özgürlüğü içinde taşır. Oysa sınırı olmayan bir sevgi değil, sınırı olmayan bir kontrol arzusu yıkar. Sevgi adına yapılan pek çok davranış, aslında görünmez bir sahiplenmenin kılıfıdır. Bu yüzden bugün birçok insan, bir ilişki içindeyken kendini özgür değil, esir gibi hissediyor.

Özgürlüğü içeren birliktelikler mümkün… Birlikte yaşamak, aynı evi paylaşmak değil sadece. Aynı zihinsel hacmi, aynı duyarlılığl ve bununla oluşmuş saygıyı paylaşmaktır. Birbirine benzemek değil; birbirini olduğu gibi kabul etmektir. Aynı fikirde olmak değil; farklılıklara rağmen bir dil bulabilmektir.

Böylesi birliktelikler mümkündür. Ama ancak özgür bireyler arasında. Birbirinin yükünü taşımayı değil, kendi yükünü görmeyi seçmiş insanlar arasında. Birlikte olmak, bir ihtiyaç değil; bir tercih hâline geldiğinde dönüşüm başlar. Ve bir bağ, ancak ihtiyaçtan bağımsızlaştığında gerçek anlamda şefkatle, açıklıkla, dürüstlükle örülebilir.

Bu nedenle esnek birliktelik yalnızca dışsal bir düzenleme değil; içsel bir devrimdir. Esnek olmak, her şeyi yapmaya açık olmak değildir; her şeyi konuşmaya, anlamaya ve birlikte dönüşmeye açık olmaktır.

Kendinle Tamlaşmadan, bir başkasının yanında duramazsın… Her ilişki, iki insanın değil, iki zihinsel formun çarpışmasıdır. Eğer bir insan kendi içsel boşluklarını görmemişse, o boşlukları bir başka bedende, bir başka kalpte, bir başka düzende doldurmaya çalışır. Ve dolmayan her yer, bir suçlama doğurur: “Sen bana yetmiyorsun.”

Oysa gerçek şu: Kimse kimseye yetmek zorunda değil. Çünkü kimse kimsenin içsel boşluğunu taşıyamaz. Her birey kendi içsel çalışmasını yapmadıkça, her ilişki bir yeniden travma üretim merkezine dönüşür. Bugün “aşk” adıyla yaşanan çoğu bağ, aslında çocuklukta yarım kalmış bir ihtiyacın yetişkinlikte başka bir bedene yüklenmesidir.

İşte bu yüzden, önce kendiyle tamlaşmış, kendi gölgeleriyle oturmuş, kendi hayal kırıklıklarıyla barışmış bireyler ancak birlikte bir şey kurabilirler. Aksi hâlde her ilişki, bir yara bandı olur; geçici, yüzeysel ve zamanla iltihap toplayan.

İlişkilerin rolleri değil, derinliği olsun… Toplum bize rolleri öğretti: erkek korur, kadın duygusaldır; erkek çalışır, kadın duygusal emeği üstlenir; erkek yönlendirir, kadın uyum sağlar. Ama bu roller, bir ilişkiyi derinleştirmez. Sadece onu tekrara mahkûm eder.

Gerçek bir bağ, rolleri terk edebildiğimiz yerde başlar. Kadının erkekleşmeden güçlü olabildiği, erkeğin zayıflığını utanmadan gösterebildiği, duygunun saklanmak yerine paylaşıldığı, öfkenin bastırılmak yerine dönüştürülebildiği bir yerde… Orası ilişkidir. Diğeri bir kurgudur.

Birlikte olmadan da birlikte olmak…. Birliktelik bazen fiziksel olarak bir arada olmak değildir. Aynı evde, aynı yatakta, aynı planda olmak bile değildir. Aynı frekansta olabilmek, aynı samimiyette yürüyebilmek, aynı hakikatle susabilmektir.

O hâlde asıl mesele birlikte olup olmamak değil; birlikteyken kim olduğumuzdur. Birlikteliği bir tamamlanma, bir eksiklik giderme çabası olarak gören zihin, eninde sonunda yorulacak ve ya kıracak ya kırılacaktır. Oysa birlikte olmadan da tam olabildiğini fark eden birey, birlikteyken de özgür olabilir.

Ve bu özgürlük içinde kurulan bağlar, yalnızca ilişki değil; bir varoluş biçimi hâline gelir.

Birlikte olmadan da tam olabilmek: bir varoluş bilinci…. İnsan, kendiyle kurduğu bağın niteliği ölçüsünde diğerine yaklaşabilir. Kendine tahammülü olmayanın, başkasına anlayış göstermesi zordur. Kendi yalnızlığıyla barışmamış biri, başkasının sessizliğine dayanamaz. Kendi iç boşluğunu fark etmeyen, başkasının uzaklaşmasını ihanet gibi algılar. Ve bu yüzden ilişkiler, çoğunlukla içe bakıştan çok dışa yönelişle yürütülür. Oysa dışa yönelerek iyileşmek mümkün değildir. Çünkü tüm bağlar, iç bağların gölgesinde yaşanır.

Gerçek özgürlük, ilişki içinde yalnız kalabilmeyi; birlikteyken bile kendi içinde tam durabilmeyi içerir. Bu zor bir dengedir ama mümkündür. Ne bağımlılık, ne kopukluk. Ne teslimiyet, ne kaçış. Birlikteyken kendinle kalabilmek. Ayrı yürürken bağdan kopmamak. İşte bu yeni çağın, yeni insanının ilişki dilidir.

Ve bu dilin ilk harfi şudur: Kimse kimsenin tamamlayıcısı değildir. Her birey kendi bütünlüğünden sorumludur. Bir başka ruh, yalnızca seninle yan yana yürür; senin yerine yürümez. Eğer biri seni taşımaya başladıysa, bu aşk değil; rol paylaşımıdır. Eğer sen birini sırtlamaya başladıysan, bu sevgi değil; dengesizliktir.

Yeryüzü, kendi içinde tam olmayı öğrenmiş bireylerin birbirine alan açtığı bağlarla güzelleşecek. Çünkü gerçek sevgi, birini seninle birlikte olmaya ikna etmek değil; biriyle birlikte olmadan da sevgiyle kalabilmektir. Ve bu olgunluk, ilişkileri yalnızca daha yumuşak değil; daha derin, daha hakiki, daha yaratıcı hâle getirir.

Sonuç: yalnızlık değil, özgürlük sevgisi ve neşesi ile yaklaşmak… Artık birlikte olmak, bir norm değil; bir seçim olmalı. Sevgi, karşılıklı yarım olma değil; karşılıklı tam olma hâline dönüşmeli. Çünkü insan, ancak birlikte olmadan da tam olabileceğini kavradığında gerçekten ilişki kurabilir. Aksi hâlde tüm bağlar, eksikliğin, korkunun, güvensizliğin yeniden üretimidir.

Ve en önemlisi: Birlikte olmamak, bir kayıp değil; bir bilinçtir. Kendiyle tam olmayı öğrenmiş her birey veya enerji, bağ kurmayı da yıkıcı değil; yapıcı bir yerden deneyimler. İşte bu yüzden en sağlıklı bağlar, birlikte olmadan da birlikte kalabilenler arasında kurulur.

Çünkü insan, birlikte olmadan da tam olabilir. Ve belki de ancak o zaman, gerçekten birlikte olabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.