Sosyal medya artık yalnızca bir paylaşım alanı değil; herkesin birbirine “nasıl yaşaması gerektiğini” anlattığı bir sahneye dönüştü. Her gün karşımıza çıkan spor videoları, sabah rutinleri, sağlıklı beslenme önerileri, cilt bakım ritüelleri ve kusursuz ev düzenleri… Tüm bu içerikler, farkında olmadan bireyde “durmayı” tehdit, “yapmayı” ise değer ölçütü haline getiren bir psikolojik baskı yaratıyor.
Psikoloji literatüründe bu durum, sosyal karşılaştırma kuramı ile açıklanabilir. İnsanlar, benlik algılarını çoğu zaman çevrelerinden gelen geri bildirimler ve sosyal karşılaştırmalar aracılığıyla şekillendirme eğilimindedir. Ancak sosyal medya bu süreci doğal sınırlarının ötesine taşır. Çünkü çevrimiçi ortamda genellikle yalnızca başarı, üretkenlik ve “iyi hissetme” hâli görünürdür; yorgunluk, isteksizlik ve sıradanlık gizlenir. Böylece kişi, kendi gündelik yaşamını bu idealize edilmiş imajlarla ölçmeye başlar ve “Ben neden onlar kadar enerjik, düzenli ya da başarılı değilim?” sorusu içsel bir eleştiriye dönüşür.
Zamanla bu içsel eleştiri, yetersizlik ve değersizlik temelli bilişsel şemaları besler. Kişi, sürekli olarak daha fazla çaba göstermesi gerektiğine inanır; dinlenmek, keyif almak ya da üretken olmayan bir gün geçirmek suçluluk yaratır. Bu döngü, modern çağın en görünmez stres kaynaklarından biridir: Tükenmişlik, çoğu zaman “gelişim” adı altında meşrulaşır.
Oysa psikolojik iyi oluş, sürekli mükemmelleşmekten değil, kendi sınırlarını kabullenebilmekten geçer. Gelişim çabası anlamlıdır; ancak “her an daha iyi olmalıyım” inancı, bir noktadan sonra ruhsal dengeyi bozar. Gerçek ilerleme, insanın kendi ritmini tanıması ve o ritme saygı gösterebilmesidir.
Belki de bugünlerde en sağlıklı rutin, hiçbir rutine zorunlu hissetmeden yaşayabilmektir. Çünkü bazen “hiçbir şey yapmamak”, zihnin en çok ihtiyaç duyduğu bakımdır.
Klinik Psikolog Kübra Özsat