Çakma Üst-Akıllılar

Mustafa Nesim Sevinç

Mustafa Nesim SEVİNÇ

Bazen düşünüyorum. Şu ekranlarda arz-ı endam eden “üst akıl” havalı konuşmacıların aslında bizim bilmediğimizi zannettikleri ama bizim onlardan çok daha iyi bildiğimiz gündelik gerçekleri yazsak, ortaya epey kalın bir kitap çıkardı. Ve garip şekilde, o kitabın en meraklı ve coşkulu okurları da yine onlar olurdu. Çünkü insan, en çok bilmediği şeyleri heyecanla okur.

Her akşam televizyonu açıyorsunuz. Karşınıza çıkan, kendine "strateji uzmanı" diyen bir figür, ülkenin tüm sorunlarını üç maddeyle çözmeye çalışıyor. Enflasyondan bahsediyor; ama ne pazardaki domatesin fiyatından haberi var ne marketteki etiketle yüzleşmişliği. “Para politikası”, “dış sermaye”, “yapısal reformlar” diyor. Hemen ardından da ekranı terk ediyor. Oysa biz biliyoruz: Memleketteki en büyük yapısal reform, pazarda bir kadının "Oğlum bu domates altın mı?" isyanına kulaklık takmadan alışveriş yapabilmektir.

Bir de şu var: Bu çakma üst-akıllılar, halkı da bizden daha iyi tanıdıklarını iddia ediyorlar. “Halk artık X partisini desteklemiyor” diyor mesela. Peki, bu kanaate nerede vardılar? Nişantaşı’nda bir kafede, kendi gibi düşünen üç kişiyle dertleşirken. Oysa asıl halk, o kafenin önünden geçerken “Kahve 180 lira olmuş, ben evde içiyorum artık” diyerek yürüyüp gidiyor.

Halkın nabzını tutmakla övünen bu isimler, aslında kendi çevrelerinin aynasında kendilerini izliyorlar. Sonra da o görüntüyü "toplumun gerçeği" diye pazarlıyorlar. Birileri çıkıp anket sonuçlarıyla "yüzde 87,3’ümüz dövizi ayakkabı numarasıyla hesaplıyor" diyor. Gerçekteyse halkın gündemi çok başka: “Bugün simit alırken yanında çay da içsem, ay sonunu nasıl getiririm?” sorusu.

Ve tabii bir de “zaten bunu demiştimciler” var. Kriz anlarında aniden sahneye fırlayıp, “Ben bunu yıllardır söylüyorum!” diye kendilerini teyit eden bu tipler, geçmişte söylediklerinin izini sürmeye kalkarsanız sizi ilginç bir macera bekler. Ya tweet silinmiştir, ya da “Bugün kahve harika, havada aşk var” gibi hayatla hiçbir ilgisi olmayan paylaşımlarla karşılaşırsınız. Bazen de tarihe “Dolar yakında düşer” gibi tersine kehanetlerle not düşmüş olurlar, ama işlerine gelmezse bu da sessizce tarihin çöplüğüne bırakılmıştır.

En eğlencelisi ise, silinmiş tweet'lerin yerini alan “sözlü arşiv” performansıdır: “2018’de ben bunu demiştim, ama o dönem hesabım kapanmıştı”, “Ben söylemiştim ama yazmamıştım” gibi açıklamalarla hafıza tazelerler. Ne bir kayıt vardır, ne de şahit. Ama özgüven tamdır.

Çünkü üst-akıl olmak, her şeyden önce yanıldığını asla kabul etmemekle başlar. Ne olursa olsun her şeyi "zaten biliyordum" diyerek açıklamak, bu işin kutsal kitabıdır. Gerisi laf-ı güzaf.

Ekonomiden anlayan bazı “uzmanlar” ise halka “tasarruf etmeyi öğrenmesi gerektiğini” öğütlüyor. Sanki halk bugüne kadar keyfinden savurganlık yapıyormuş gibi. Oysa sokaktaki gerçek şöyle: “Tasarruf mu? Daha maaş yatmadan bitti.” Ama bu kişiler için mesele “finansal bilinç” sorunu. Çünkü onların hayatında “ay sonu” yok, sadece “maaş dönemi” var.

En komik olanıysa, her konuda bir şey söyleme mecburiyetleri. Bir gün Ortadoğu uzmanı, ertesi gün tarım politikası yorumcusu, bir başka gün “yapay zekâ bizi nasıl etkileyecek?” panelisti. Sanki bir günün 24 saati onlara 72 saatmiş gibi. Bilmedikleri konuda "bilmiyorum" deme lüksleri yok. Çünkü çakma üst-akıl olmanın ikinci kuralı: “Bilmiyorsan, bilmiyorum deme; bilen gibi konuş.”

Bu durum, tıpkı çakma marka giysi giymeye benziyor: Bilen biri hemen fark eder, ama giyen kişi onu orijinal sanır ve havasını da atar. Üstelik çoğu zaman bu kıyafeti giymekle kendini ayrıcalıklı, hatta özel hisseder. Çakma üst-akıllılar da işte böyle: Bildiklerini zannettikleriyle kendilerine hayran, aslında ne kadar çakma olduklarını görenlere ise karşıdan el sallıyorlar.

Bazen bir dış politika uzmanı çıkar, “Türkiye şu anda Y ekseninde ilerlemeli” der. Y ekseni nedir? Kimse bilmez. Ama o kadar teknik, o kadar ciddi söyler ki, herkes başını sallar. Oysa aynı anda sokakta biri, “Yine ne oldu da dolar fırladı?” diye şaşkın şaşkın telefonuna bakıyordur.

Peki, neden bu kadar popülerler? Çünkü insanlar, karmaşık sorunlara basit çözümler sunanları dinlemeyi sever. Reytinge ve hararetli tartışmalara ihtiyaç duyan medya için de bu figürler bulunmaz bir nimettir. Onların kesin ve iddialı konuşmaları, belirsizlikten bunalmış izleyiciye geçici bir güvenlik hissi verir. “Her şeyin bir formülü var” diyenlere güvenmek kolaydır. Üst-akıllılar da işte bu boşluğu dolduruyor: “Aslında mesele çok basit...” diye başlayan cümleleri, insanlara bir rahatlama verir ve onların gürültüsü, çoğu zaman asıl konuşulması gerekenlerin üzerini örten kullanışlı bir sis perdesi görevi görüyor. Oysa gerçek hayat, onlar kadar basit değil.

Belki de gerçek "üst-akıl", her şeyi bildiğini iddia eden değil, bilmediğini söyleme erdemine sahip olandır. Sokağın sesine Nişantaşı’ndaki bir kafeden değil, pazar yerinden kulak veren; karmaşık sorunları üç maddeye sığdırmak yerine, o sorunu yaşayanların hikâyelerini dinleyendir.

Belki bir gün, bu çakma üst-akıllıların hiç bilmediği ama bizim her gün yaşadığımız gerçekleri yazsak, o kitabı en çok yine onlar satın alır. Çünkü kendilerini kandırmaya bayılıyorlar. Ve ne yazık ki bu ülkenin asıl meselesi, onların cehaletinin, bizim suskunluğumuzdan daha gürültülü olmasıdır.

Üst-akıl, bazen sadece yüksek sesle söylenen saçmalıktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.