SYKES PİCOT’tan BOP’’a BAKIŞ
Geçen yıl Ekim ayının, 1’i diye hatırlıyorum, TBMM’nin açılış günün de MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ, DEM Parti sıralarına doğru yürüyerek Başkan ve Eş başkanlarına gülümseyerek elini uzatarak el sıkıştığında ve akabinde Partisinin Grup toplantısındayıllardır İmralı’da mahpus olan Abdullah ÖCALAN’ın gelip mecliste PKKnın kendini fesih ettiğini açıklamasını beklediğini söylediği an, o gün artık olağan bir gün olmaktan çıkmıştı.
Takip eden günlerde basının önde gelen yorumcuları, siyasetçiler ekranlarda, vatandaşlar kendi aralarında bu hareketin o anda kendiliğinden gelişen bir hareket mi, önceden planlı bir hareket mi olduğunu tartışmaya başladılar.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Efkan ALA’nın tokalaşma anında DEM parti sıralarına doğru yürüyen BAHÇELİ’nin hemen ardında olduğunu, bunun tesadüf olamayacağından yola çıkarak Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın gelişmelerden haberi ve hatta onayı olduğunu ileri sürenler oldu.
Toplumumuz bu hareketi bir türlü çözülemeyen ‘Kürt meselesi’ çözümü yönünde yeni bir görüşme süreci olarak yorumlamaya çoktan başlamıştı.
Cumhurbaşkanı uzun sayılabilecek bir süre açıklama yapmadıysa da bir müddet sonra sürecin adını koyarak sürece nasıl baktığına yönelik merakları da giderdi. Yeni süreci adı ‘Terörsüz Türkiye’ olacaktı.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE
İktidara yakın medyada ise bir anda yine tek merkezden yapılıyor intibası veren yayınlar dikkati çekiyordu. Yıllarca ülkenin Kürt meselesinin yurttaşlık bazında çözülebileceği en demokratik yaklaşımları bile ülkenin bölüneceği korkusunu pompalayarak yayan medyanın şaşırtıcı bir hızla farklı bir söyleme geçebilmiş olması bence her türlü takdire şayandı.
Ülkemizin etrafı ateş topu iken ülke içerisinde barışı sağlamak gerekiyordu.
Bin yıllık kardeşliğin bozulmasına yol açacak bu çatışma ortamını sonlandırmak şarttı.
Bu çağrıya PKK’nın İmralı da ki liderinin bir açıklama ile desteğinin açıklanması bekleniyordu.
Böyle bir açıklama yapılır mıydı, yapılsa karşılığıolur muydu?
Sorular, sorular, yorumlar muhtelif, hiç böyle bir adım karşılıksız olur mu?
Silah bırakılırsa bile bunun bir karşılığı olması gerekmez miydi?
Siyasi çevreler olayı okumaya ve yorumlamaya çalışıyorlardı. Görülen o ki, bu açıklama öncesi çağrı yapılan ÖCALAN ve PKK çevresi ile görüşülmüş olay belirli bir seviyeye getirilmiş, kamuoyuna öyle duyurulmuş diye değerlendiriliyordu.
Nitekim ilerleyen günlerde CBERDOĞAN, Terörsüz Türkiye olarak adlandırılan bu sürecin sözcülüğünü yapan ve ısrarla konuyu takip eden yıllardır, sadece Kürt karşıtlığı üzerinden siyaset yapan Devlet BAHÇELİ’nin attığı bu adımın bir ‘Devlet Projesi’ olduğunu söyledi.
Siyasi çevrelerin Devlet BAHÇELİ’nin birbirine tam zıt politikalarını eleştirdiğinden bahisle, aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması ile atılan bu adımların, dolayısı ile garipsediğimiz siyasi zikzakların, bir anlamda Devlet BAHÇELİ’e ait zikzakları olmadığını, söylemek de mümkün.
Görünen o’ki,Devlet’in ‘tehdit algısı’ değişiyordu.
Ve Kürt meselesine o bildik yaklaşımlarla toplumumuzu kamplaştırarak yakın tarihlerde hafızalarımızda yer eden birçok olumsuzluğa, acılarla beraber siyasi olarak, Kürt karşıtlığı üzerine yapılandırılmış irili ufaklı birçok siyasi yapının kendilerini
‘Terörsüz Türkiye’yaklaşımına mesafeli hatta karşıt olmakta ısrarlı hiç olmalarına şaşırmamalı.
Çünkü çok partili hayatımızda Kürt meselesine siyasi söylem olarak, Kürt meselesine sadece karşıt olmanın bile, bu partiler için bu meselenin etinden sütünden yararlanılır bir mesele olduğu gerçeğini de görmek gerekiyor.
Ülke geleceği için hiçbir proje vs oluşturulmadan da siyaset yapılabileceğinin canlı örneği olan siyasi söylemin terkedilerek bu alanın diğer siyasilere bırakıldı
Ne olup bittiğini anlayabilmek için ülkemizin içinde bulunduğu bölgeyi,ve bu bölgenin dününü, bugününü biraz irdelemek gerekiyor.
SYKES PİCOT’tan BOP’A
Bölgede olan bitenin dününü bilmezsek, bu gününü yorumlamakta zorlanırız…
Sykes-Picot Anlaşması, 1916 yılında, dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’da ki topraklarını paylaşmak için İngiltere ve Fransız Dışişleri Bakanlarının soy isimleri ile anılan ve 100 yılı geride bırakan gizli anlaşmanın adıdır.
Bu anlaşma hükümleri ile Adana, Mersin, Gaziantep, Diyarbakır ve Mardin Fransa’ya, Irak, Ürdün, Beyrut Kıyı şeridiİngiltere’ye, Doğu Anadolu bölgesi de Rusya’ya bırakılmış. 1917 yılında Ekim devrimi ile sonradan Rusya bu antlaşmadan çekilmiş.
Bu bölgede sınırların nasıl çizileceğini, Enerji kaynaklarının nasıl kullanılacağını ve Demiryolları hatlarının nasıl belirleneceğine, kurulacak ülkelerin başlarına getirilecek yöneticilerin hangi şartları taşıması gerektiğine kadar birçok ayrıntı antlaşma maddeleri arasında yer almış.
BOP
Bölge insanlarının fikirleri alınmadan, iradeleri önemsenmeden masa başında yapılan kurgularla kurulmuş bu ülkeler arasında çatışmalar ve savaşlar bir türlü bitmemiş. Çatışma ve savaşların geride bırakılan yüz yıl boyunca sürmüş olmasını da bu yanlış başlangıca bağlayabiliriz.
2000’li yılların ortasına doğru, yöre insanları olarak ABD Dış İşleri Bakanı Condilezza Rice’nin açıklamalarıyla gündeme getirdiği BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile tanıştık.
İngiltere ve Fransa arasında yapılan SykesPicot anlaşmasının 100. yılında artık dünyada birçok noktaya askeri müdahalede bulunan ABD’nin bölgedeki enerji kaynaklarına seyirci kalması elbette düşünülemezdi.
Bu yüz yılda enerji kaynaklarının paylaşımında artık ABD ve ABD’nin bölgedeki varlığının temsilcisi olarak değerlendirilen ve yüz yıl önce bölgede olmayan İsrail’de var.
Dolayısı ile BOP oluşumuna, kapsamına ve ifade edilen, edilmeyen hedeflerine iyi bakmak gerekir.
BOP ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ içerisinde Türkiye’nin de bulunduğu 22-23 ülkeye;
-Demokrasi getirme iddiasının yanı sıra, bu bölgede
-Ilımlı İslami rejimlerin desteklenmesi
Ve
-İsrail’in güçlendirilerek, güvenliğinin sağlanarak bölgede etkinliğinin artırılmasının amaçlanması ilk sayılabilen hedefleridir.
BOP ilk dile getirildiğinde Ilımlı İslami uygulamayla Demokrasi’nin çelişmeyeceği ve Türkiye’nin bu uygulamaya örnek olarak gösterildiği, dönemim Başbakanı’nın kendisini BOP’ un Eş başkanı olduğunu açıklamasıyla ülkemizin bölgede örnek ülke olarak izlenmeye başlandığını anımsayalım.
ARAP BAHARI
Yaklaşık 20 yılı aşkın bir süre önce başlayan BOP çerçevesinde değerlendirilmesi gereken ve ‘Arap Baharı’ olarak anılan meydanları dolduran demokrasi isteyen yığınların talepleriyle dünya kamuoyunun dikkatlerini çekmeye başlamıştı.
Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde sayılan ülkelerin yönetimleri ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı.
Tunus’ta bir seyyar satıcı olan Bouazizinin tezgahının zabıtalarca dağıtılmasını protesto etmek için kendini yakmasıyla başlayan protesto gösterileri çığ gibi büyümüş 23yıldır iktidarı elinde tutan Zeynel Abiddin bavullara yükleyebildiği dolarlarla ülkesinden zar zor kaçabilmişti.
Gösterilerle ülke yönetimlerinin tespih taneleri gibi sırayla değişmesininBOP ‘da adı geçen ülke yönetimlerini endişelendirmeye başladığını söyleyebiliriz.
Yönetimi değişen ülkelerin öncelikle daha fazla demokrasi isteyen gösterilerin görüntüleri ve bu taleplerin yine böylesi gösterilere nasıl reaksiyon verileceğini bilmeyen yönetimlerce sert şekilde bastırılmaya çalışılması ile büyüyen olaylar sonrasında tutunamayan anlı şanlı korku salmış yönetimler birer kağıtan kaplan misali yıkılıp gittiler.
Bu olayların bir demokrasi ve özgürlüktalepleri ile başlamasına rağmen geriye bakıldığında, o göstericilerin rejimin değişmesi ile birlikte ülkelerine demokrasi, özgürlük gelmiş gibi,ortaya çıktıkları gibi yine bir anda ortadan kaybolmaları, o gösterilerin son derece iyi organize edilmiş organizasyonlar olduğunu düşündürtmektedir.
Tek merkezden organize edilerek, BOP çerçevesinde yaşanan Tunus’la başlayan hızla Moritanya, Bahreyn, Somali, Sudan, Lübnan, Mısır, Suriye ve hatta Ermenistan’a bile sıçrayan gösterilerle sayılan bazı ülkelerin yöneticileri değişti.
Ancak değişimlerin hemen hepsinin arzulanan değişimler olmadığını Mısır’da değişim sonrasında yaşanan ‘darbe’ sonrasında daha net görmek mümkün.
Öncelikle Irak, Libya,Mısırgibi uzun süredir aynı yönetimlerle idare edilen ülkelerin yönetimleri trajik bir şekilde değiştirildi.
Bu ülkelerin uzun süredir aynı kişilerle yönetilmesi yanında bir farklı benzer noktalarının da ABD ve çoğunlukla İsrail karşıtı söylem sahibi olmalarıydı.
BOP’un amaçlarından ilk sayılanı ‘Demokrasi’ değil miydi diye sorabilirsiniz, bu sorunuza bir cevap veren olur mu, doğrusu bilemiyorum.
Anılan ülkelerdeki değişim değişik bir seyir izlemekte, bazı ülkelerde bir iki hafta süren gösteriler sonrasında diktatör olarak anılan yöneticilerin edindikleri ki bunca zaman içerisinde çaldıkları, dünyalıkları ve yanlarında aldıkları yakınları ile ülkeden kaçmalarıyla rejim değişiklikleri gerçekleşiyordu.
Bazı ülkelerde değişim, Örneğin Irak’ta iki aşama şeklinde olmakta, Irak ve Libya gibi ülkelerde ise iktidarda olan yöneticilerin kanlı bir şekilde ortadan kaldırılmalarıyla birlikte devlet yapısının ortadan kalkması ve aşiret yapısına dönülmesi ile İsrail’e bir tehdit olmaktan çıkmış olmaları ve bu hali ile BOP’un İsrail ile ilgili öngörüsünün gerçekleşmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Suriye gibi ülkemizi yakından ilgilendiren ülkelerde ise oldukça uzun süren iç savaş sonrasında tam rejimin kazandığını düşündüren bir zaman diliminde inanılmaz kısa bir sürede, inanılmaz katliamların ve acıların yaşandığı ülkede neredeyse tek kurşun atılmadan rejim el değiştirdi.
Rejim sahiplerinin ülkeden kaçışları farklı farklı olsa da benzer yanları daha çoktu.
Hemen bütün diktatörler gibi ‘kendilerini ülkelerine, ülke insanlarına adamış’söylemlerine rağmen Beşar Esat’ta diğerleri gibi, bavullar dolusu dolarlar, yükte hafif pahada ağır ne varsa yanlarına alarak yakınlarıyla birlikte, o çok sevdiklerini her fırsatta ifade ettikleri ülkelerinden kaçtılar.
Daha önce kökten dinci olarak ABD’nin başına ödül konulmuş,İŞİT Lideri AhmetEl Şara üzerinde üniformasıyla Esat’ın sarayında görüntüler vermekteydi.
Esat ve ailesinin boşaltılmış ortalara saçılmış sayısız kutuların olduğu saray bir anda eli silahlı adamların dolaştığı bir mekan görünümüne dönüvermişti.
İlerleyen günlerde El Şara ile görüntüler verenler arasında ülke yetkililerimiz de vardı.
O çok kısa zamanda bir hedef olarak konulan EmeviCami’in de MİT Müşteşarıncakılınan namaz, daha ziyade bir vekalet namazı gibi algılandı.
Önceleri Esat’ın ülkeden kaçmak zorunda kalması, ülkemiz adına derinden yürütülen bir zafer gibi görünse de, ABD Başkanı Trump tarafından da aynı şekilde algılandığını ima eden sözcükler kullanması doğrusu beni kaygılandırmıştı.
Üzerindeki üniformasının yerini kravatlı takım elbise alsa da Ahmet El Şara halen ABD’nin terör listesindeydi ve terör listesinde olan biri ile görüntü vermekte dikkatliolunmasında fayda vardı.
Yine de Beşar Esad yönetiminin devrilmiş olmasının ülke içerisinde bir başarı gibi göstermek isteği ile olsa gerek El Şara ile Dış İşleri Bakanımızın kucaklaşma görüntüleri sonrasında Şam’a hakim bir tepede çayların içildiği görüntüler kamuoyu ile paylaşıldı.
Ülkemizi ziyaret eden El Şara üst düzeyde kabul gördü.
Ortadoğu da olan biten her şeyi ‘Kürt Meselesi’ ile ilişkili olarak gören ve o pencereden değerlendirme alışkanlığı olan yetkililerimizin,El Şara’nın ağzından duymayı bekledikleri; PYD/YPG’nin dağıtılacağını, silahlı unsurlarının merkezi orduya katılacağı sözleri geciktikçe, gizlenemeyen bir huzursuzluk duydukları etrafa yansımaya başladı.
Bölgede olup biten her şeyi Kürt Meselesi perspektifinden gören ve aynı perspektiften değerlendiren ülke yöneticilerimizin iç kamuoyuna bir zafer kazanmış yaklaşımları fazla uzun sürmedi.
İsrail’in 3-4 gün süreyle El Şara yönetimindeki Suriye’nin önceden belirlediği bütün hava savunma tesislerini ve silah depolarını uçaklarla bombalamasıyla Esat’ın ülkeden kaçmış olma sevinci kısa bir sürede bir endişeye evrilmiş oldu.
Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde sayılan İsrail’in güvenliğine tehdit sayılan Irak ve Libya’dan sonra Suriye’nin de etkisiz hale getirilmesiyle İsrail’in güvenliği sağlanmakla kalınmamış, İsrail’in kendisi çevresindeki ülkeler için bir tehdit unsuru haline getirilmiş oldu.
İsrail’in askeri olarak bölgede bir güç haline gelmesinin ve attığı cüretkar adımların yarattığı endişeye bu adımların nerelere evrilebileceği endişelerinin de eklenmesi ile bir şeyler yapma çabası içerisine giren iktidar Kürt meselesine yaklaşımını yeniden değerlendirmeyi ele aldı.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE
Bir anda ülkede Kürt silahlı hareketinin(PKK) herhangi bir karşılık vermeden silah bırakacağı açıklamaları yine bu mesele görüşerek çözülebilecekken neden bunca acı üzerine siyaset yapıldı soruları, içinden geçilen sürecin şaşırtıcı bir hızla ilerlemesinden olsa gerek,bir türlü gündeme sorulamadı.
Kürt meselesinin demokratik çözümünün dile getirilmesine bile düşmanca yaklaşılması meyvelerini vermeye başlamıştı.
Devlet Bahçeli’nin bir anda demokratik çözüm öne sürmesi ve çözümü içten bir şekilde desteklemesini tamamen kendi düşüncesi kabul eden aynı siyasi yapıdan neşet eden partiler tarafından yeterince anlaşılamadığı düşünüyorum.
Ve hatta Kürt karşıtlığı üzerine bina edilen siyasi anlayışın birden bire demokratik çözüme evrilmesi ile birlikte bu alana daha sert söylemlerle İYİ Parti,Zafer Partisi, Anahtar Parti gibi diğer siyasal yapıların Kürt meselesine önceki yaklaşımlarında ısrar etmeleri ile boşaltılan alanı doldurmaya hazırlandıkları görülüyordu.
Kürt meselesinin görüşmelerle sonlandırılmasını ifade eden ‘İç cephe’ güçlendirilmesi yaklaşımının aslında bir devlet projesi olduğunu açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasının var olan değindiğim algılara nasıl bir etkisi olacağını zaman içerisinde göreceğiz.
Bir devlet projesi olarak görev paylaşımı içerisinde iktidarın bir kanadınca dile getirilen Kürt meselesini görüşmelerle çözüme kavuşturarak iç cepheyi güçlendirme adımları atma ihtiyacı, Derin devlet aklının da gelişmeleri iyi okuyup okuyamadığının tartışılmasınıgündeme taşıdı diye değerlendiriyorum.
Bölgede bütün olan bitenin bu bölgede, Arap’lar, İranlılar, Yahudiler ve Türklerden başka Kürtlere de bir devlet oluşturma projesi olarak görüldüğü, algılandığı ve buna karşı pozisyon alındığını söyleyebiliriz.
Bu algının siyasal olarak dile getirilmesi, yaşanan onca acıların, maddi kayıpların yanı sıra kilitlenmiş siyasetin bu çerçevede oluşmuş menfaat ilişkileri sonucunda gelinen noktada bu algının hiç de küçümsenmeyecek bir olasılık olarak anlaşıldığı, değerlendirildiği görülüyor.
Devasa bir emperyal organizasyonun böyle bir derdi, bir planı ve dizayn çabası varsa bu tehlikenin şimdiye kadar izlenen politikalarla engellenemeyeceği gerçeğiyle gönüllü bir birlikteliğin adımları atılmaya başlanıldı diye değerlendirmek de mümkün.
Bölgemizde bütün bu yaşananlar ve muhtemel yaşanması olası olarak gördüğümüz olaylara bakıldığında bütün Dünya’nın son Türk devletini yıkmaya çalıştığı ifade edilen Milliyetçilik tezinin de yenilenmeye ve revize edilmeye ihtiyacı olduğu söylenebilir.
Öyle ya Adriyatik’ten Asya’ya kadar uzanan bir Türk coğrafyası hayali ile, içinde bulunduğu ülkeler arasında Gömleğe damlamış bir yemek lekesi küçüklüğünde olan İsrail’in bölgede yarattığı etkiye bakıldığında yeni milliyetçilik anlayışının,bütün yurttaşlarca barış içerisinde kalkınmış müreffeh bir Türkiye gibi farklı hedeflerikapsamasını diliyorum.
Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde sıralanan devletlerin yönetimlerinde olan değişimler ve BOP’un ilk dile getirildiğinde anılan BOP hedeflerini anımsadığımızda, anılan ülkelere demokrasi götürülmesi konusunda kayda değer bir gelişme olmadıysa da İsrail’in güçlendirilmiş olması ve ilerleyen günlerde daha net göreceğimiz gittikçe de güçlenmekte oluşunun aksatılmadan gerçekleştiğini de göreceğiz.
GAZZE VE HAMAS
İsrail, önce Gazze’de Hamas’ın sivillere yaptığı ve bu satırların yazarınında içerisinde olduğu oldukça geniş bir kesim tarafından kınanan saldırılarını gerekçe göstererek oldukça ölçüsüz bir saldırıyla Gazze’yi yerle bir etti.
Gazze’nin yerle bir edilmesi Filistinlilerin çoluk çocuk katledilerek açlıkla oradan oraya sürülmesi bir müddet sonra Hamas’ın İsrail’e yaptığı saldırıdan İsrail’in önceden haberi olduğunu ve bu saldırıyı sonraki saldırıları için kullandığı iddiaları siyasi çevrelerde çoktan tartışılmaya başlanmıştı.
İsrail’in Lübnanda Hizbullah’ın etkin olduğu güney bölgelerini gelişigüzel bombalaması ve nokta atışı ile Hizbullah lideriHasan Nasrallah ve yakın çalışma arkadaşlarını etkisiz hale getirmiş olması, bu saldırılara oldukça uzun bir zaman önce hazırlandığı ve ölçüsüz istihbarat ve teknoloji desteği aldığını görülüyordu.
İRAN VE NÜKLEER SİLAH
Hamas’ın İsrail’li sivillere saldırarak bir kısmını öldürmesi ve bir kısmını kaçırarak esir almasının istihbaratını alamamış olmasına aklı başında hiç kimsenin inanmayacağı adımlar atılmaya devam ediyordu.
İsrail, hazırlığının aylar hatta yıllar önce başlanıldığı izlenimi veren çağrı cihazları ile binlerce Hizbullah üyesine suikastları düzenledi.
Sonra da büyük bir tehdit altında kaldığı savı ile Beyrut ordu güçlerinin seyirci kalmasını sağlayarak Güney Beyrut’u günlerce sürecek bombardıman altına aldı.
Hizbullah Liderliğini Hasan Nasrallah dahil tüm yönetim kademesini 3-4 kat yer altında sığınak delen bombalarla nokta atışı yaparak etkisiz hale getirdi.
İsrail, son derece gelişmiş istihbarat servisine ve çok önceden başlanılmış olduğu anlaşılan hazırlığının aktivasyonlarını aksatmadan sürdürmekte, suikastlarını ve nokta atışlarını etkisiz hale getirdiği yöneticilerin yerine, örgütün yeniden atanan yöneticilerine de uygulayarak büyük bir moral üstünlük kazanmayı başarmıştı.
Hamas saldırılarına ölçüsüz cevap vereceğiz açıklaması ile başlayan Gazze’nin yerle bir edilmesi, insanların oldukça kötü şartlarda yerlerinden edilmesi süreci Beyrut’a Hizbullahmevzilerine ve liderliğine yönelmiş, bu arada nasıl olduğunun yıllar içerisinde daha iyi anlaşılacağını düşündüğüm Suriye yönetiminin el değiştirmesi ve ordusunun dağıtılmasıyla yeni bir aşamaya gelinmişti.
Hizbullah liderliğine yönelik saldırıların neredeyse birebir aynı uygulamalarınınİran’da Genelkurmay Başkanlına, yardımcısına, Devrim Muhafızları Yönetim liderliğine yapılan suikastlarla, nokta atışlarla duyduk.
Yerlerine yapılan hızlı atamalarla beraber, atanan kişilerin de aynı akıbetten kurtulamadıklarını ve akabinde çok fazla sayıda uçak filosu ile Tahran’ın ve diğer stratejik askeri hedeflerin bombalanmasını izledik.
Karşılık verilecek, cezalandırmalar yapılacak denildi, yapıldı da.
Telaviv bombalandı, ancak İran Liderliğinin kişisel kaygı taşıdığı Hamaney’in yetkilerini devrederek bilinmeyen bir sığınağa gitmesi il açığa çıkıyordu.
Büyük Ortadoğu Projesinin İsrail’in güvenliğinin sağlanması maddesi hiç aksatılmadan hayata geçiriliyordu.
İsrail, Telaviv’e yapılan saldırılarla birlikte, bile isteye dikkatleri İran’ın zenginleştirmiş uranyum ve nükleer tesislerine getiriyor ve kendisinin var oluş nedeni saydığı İran’ın Nükleer silah edinmesine asla izin vermeyeceğini tekrarlıyordu.
İsrail’in 200-300 uçakla İran’ı bombalamasına İran’ın ancak uzak menzilli füzeler ve Dronlarla karşılık verebilmesine rağmen ABD ve İngiltere Uçak Gemilerinin Gazze açıklarına doğru hareket ediyor olmasının bu işlerin nasıl ‘’organize işler’’ olduğunu apaçık gösteriyordu.
Nitekim ABD’nin binlerce mil öteden havalandırdığı ve yerin onlarca km derinliğinde etkili silahlarla yüklü uçaklarınca önceden belirlenen İran nükleer tesislerini bombalaması sonucunda amaç hasıl olmuşİran ve İsrail arasında ateşkes anlaşmasına varılmıştı.
GENEL BİR ANALİZ
Bütün bu olup bitenlere bakıldığında özellikle Gazze’de yapılan soykırımla çoluk çocuk, kadın dinlemeden yerleşim bölgelerinin ölçüsüz bir biçimde bombalanması son derece ilgi çekici.
Daha ilginci olanı ise İsrail’in Hamas tarafından sivillere yapılan saldırıya verdiği oransız karşılıkta sivil yerleşim yerlerindeki sivil insanların katledilmesi ve hastanelerin bombalanmasına batı ülke kamuoylarının sessiz kalması, ya da kendi yönetimlerini etkileyecek yeterince reaksiyon verememiş olmalarıydı.
18-19 bini çocuk ve kadın olmak üzere 60 bine yakın insanın öldürülmesini kalan insanların Refah sınır kapısına doğru sürülmesini bütün dünya ‘’Tiktok’’ izler gibi izliyordu.
Batı kamuoyunda gösterilen kınama ve açıklamalarda hükümetler nezdinde bir karşılık bulmuyordu.
Dolayısı ile bence bu durumu İsrail-Hamas çatışması sığlığı dışında ele almak gerekiyor.
Yerle bir edilmiş Gazze’nim geleceği ile ilgili ABD Başkan’ı Trump’un açıklamaları aynı zamanda ip uçları içeriyordu.
Gazze şeridinin Las Vegas benzeri bir kumar ve sayfiye yerine dönüştürülmesi ve idaresinin de ABD kontrolünde olacağı açıklamasını dünya kamuoyu Trump’un açıklamalarını saçmalık olarak değerlendiriyordu.
Trump’un bir emlak zengini olması nedeniyle her şeyle bu gözle ilgilendiği söylenerek gülüp geçilse de; Gazze açıklarında denizin altında Avrupa ülkelerinin 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak doğal gaz ve karbon yataklarının bulunduğunun paylaşılması önemli ipuçlarıydı.
Buna Suriye’de Deyrizor bölgesinin yer altında olduğu söylenen zengin Doğal gaz rezervlerinideeklersek resmin tamamını daha iyi görebiliriz.
Yüz yıllık SykesPicot Anlaşmasının sona ermesi ile önümüzdeki Yüz yılın dizayn edilmesi, yüz yıl önce olduğu gibi yine kanla oluyordu.
Yeni yüz yıl anlaşmasının teorisi BOP’la çizilmiş ve her ne kadar Büyük Ortadoğu Projesi denilerek Afrika’nın kuzeyi de projeye dahil edildiyse de, projeye bir taşla birkaç kuş misali yaklaşılmış gibi.
Çin’in enerji temin ettiği bölgelerle arasına engeller koymak yanı sıra Çin ticaretinin de tercih edilebilir olmaktan çıkarılmasının amaçlandığını görülüyor.
Bilindiği gibi Çin enerji ihtiyacının büyük bir kısmını Bafra körfezinden karşılamakta.
Ve yine Çin’den başlayarak batıya uzanan Bra diye adlandırılan bir Ticaret koridorunun yine Hindistan’dan başlayan İMEC diye adlandırılan alternatif bir koridor oluşturulmasına paralel olarak belirleniyor olması da meselenin özü olarak ele alınmalıdır.
Gerek enerji ve ticaret koridorunun geçeceği ülkelerin bu transferlerden sağlamaları muhtemel kazançlar, enerjinin ve ticaret metalarının tüketici olan ülkelere en az maliyetle nasıl ulaştırılacağının belirlenmeye çalışılması önemle izlenmektedir.
‘’Enerji ve Ticaret yollarının belirlenmesinde’’,
TÜRKİYE’NİN ROLÜ
Türkiye Başbakanı olduğu dönemde Sn. Erdoğan’ın açıkladığı ve sık sık tekrarladığı Eş Başkanlık söylemine, Arap Baharı diye adlandırılan sürecin trajik seyri ile bundan vaz geçildi.
Türkiye bölgede olup biteni daha dikkatli izlemeye başladı ve gelişmelere bir şekilde müdahale etmeye başladı.
Bunu Libya ile arasında deniz bağlantısı anlaşması yaparak aradaki bölgeyi kendi kıta sahanlığı olarak belirleyerek ‘’Mavi Vatan’’ adıyla olası enerji koridorunu bir anlamda engelleyerek, koridor için Türkiye’nin transfer yolunu tek seçenek olarak kalmasını amaçladığı anlaşılıyordu.
Türkiye’nin bu adımlarına Mısır ve Yunanistan benzer bir anlaşma ile karşılık vererek enerji koridor seçeneğine İsrail ve Suriye Limanları ile Mısır’ın da katılacağı Mısır-Girit kıta sahanlığı oluşturarak Avrupa yolunda ısrarları izledi.
Özetleyecek olursakSykesPiccot yerine idame edilecekönümüzdeki yüz yıllık düzenin oluşturulması için ülkeler karşılıklı kozlarını ortaya koyuyorlardı.
Türkiye, Azerbaycan’dan aşağıya uzanan Zengizor koridorunun, Kerkük-Yumurtalık Petrol hattının daha da aktifleşmesini önerirken, İran Ermenistan ile Azerbaycan’ı etkileyerek bu öneriyi etkisiz hale getirecek alternatifler önermekteler.
Enerji ve ticaret yollarını oluşturmak üzere yaşanan olaylarla birçok insanın ölmesi ve yerlerinden yurtlarından edilmesinin göz önüne alındığı bu projenin muhtemel yollarının, üzerinde, yanında bulunan ülkeler ki ülkemizi bu ülkelerin en önemlisi olarak sayabiliriz.
Bu ülkelerin Projenin oluşmasını etkileyemeseler de güzergah seçimi üzerinde etkili olmaya çalıştıkları, kora kor bir mücadele içerisinde oldukları görülüyor.
Zaman zaman yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, benim izlenimim ABD’nin halen Türk Akım, Bakü-Ceyhan boru hattı, Kerkük-Yumurtalık hatlarının oluşu nedenleriyle Türkiye seçeneğine daha sıcak baktığısöylenebilir.
Bundan sonrası tamamen benim değerlendirmem;
Türkiye seçeneğinin öne çıkması karşısında muhtemel ki onarım isteyen ve Basra petrolü ile hacminin artacağı öngörülen Kerkük-Yumurtalık hattının ve ona paralel olarak eklemlenmesi muhtemel DeyrizorEnerji Boru hatlarının güvenliğinin sağlanması için PKK meselesinin bir tehdit olmaktan çıkarılmasının konuşulduğuve/veya en azından hattın güvensizliği ifade edilmiştir diye düşünüyorum.
Devlet Bahçeli tarafından Meclis’te atılan ilk adım, sonrasında yaşanan gelişmelere biraz da bu çerçeveden bakılmasıgerekir diye düşünüyorum.
Dış politikalarda bu gelişmeler yaşanırken iç politikada muhalefetin sadece kötüleşen ekonomi ve demokrasi talepleri ile yetinmemesi ve hemen yanı başımızda oluşmakta olan önümüzdeki yüzyıla da bir bakış sunabilmelidir.
ANALİZ ve SONUÇ
Önümüzdeki yüz yılı;2000 li yıllarda ABD Dış İşleri Bakanı Condolezza Rice’ın dile getirdiği Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde dile getirilen 22 ülkenin yönetimlerinin değişmesi ve bir çok ülkenin sınırlarının yeniden çizilmesinin neden önerildiğini ve bu değişimden ne amaçlandığına yoğunlaşılmalı..
Özellikle 11 Temmuz’da Irak’ın Süleymaniye kenti kırsalında düzenlenen ‘’PKK’nın silah bırakma’ töreni sonrasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’unSuriye Özel Temsilcisi Tom Barack’ın Suriye’nin geleceği hakkında söylediklerini bu çerçevede değerlendirmeliyiz.
Tom Barack geride bıraktığımız yüz yılda bu coğrafyada savaş ve çatışmaların hiç bitmediğini ve bundan da SykesPicot anlaşmasını sorumlu tutması oldukçailginçti.
Tom Barack ayrıca Suriye’nin geleceği ile ilgili olarak da merkezi hükümet seçeneğinin altını çiziyordu.
Suriye’yi kastederek öyle Aleviler ayrı, Dürziler ayrı, Kürtler ayrı olmaz diyerek SDG’ninSuriye Ordusuna katılması gerektiğini net bir şekilde söylemesi doğrusu bana çok inandırıcı gelmiyor.
Hele yüz yıl önce belirgin bir coğrafi hatları belirgin olmayan ve yine SykesPicot’un mimarları tarafından çizilmiş ve yapay olduğu hemen her kesimce ifade edilen bu sınırların savunulması hiç inandırıcı değil.
Büyük Ortadoğu Projesi ile ortaya atılan bu bölgedeki ülkelerin sınırlarının yeniden çizileceği, yeni ülkeler oluşacağı savları orada duruyorken.
Yine aynı projede altı kalınca çizilen İsrail’in güvenliği konusunda onca adım atılmış iken Bana sanki bir sonraki hamleler için ihtiyaç duyan çevreler(Türkiye) için duymalarını istedikleri şeyleri söylüyor gibi geldi.
TomBarack, bölgede her kesimi kapsayacak millet sistemi önerisini yaptıktan sonra günlerce çok önemli bir şey açıklayacak diye lanse edilen iktidar partisi toplantısında.
CB ERDOĞAN ‘Terörsüz Türkiye’ başlığı altında sağlanacak barışı anlatırken; Kürtler,Türkler ve Araplar bir arada yaşayacaklar dedi.
Ve devamla ne zaman birlikte oldularsa güçlü, ne zaman ayrıldılarsa zayıf düştüklerini belirtti.
ERDOĞAN’ın bu açıklaması muhalefet tarafından ‘ümmet hevesi’ olarak algılandı ve karşı çıkıldı.
Bu açıklamalardan birkaç gün sonra İsrail, Suriye Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı binalarını ikişer kez ağır bir şekilde bombalayarak, Suriye de merkezi bir yapıya nasıl yaklaştığını bir anlamda ortaya koydu.
Bir zamanlar dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dediği Ortadoğu’da Türkiye’nin istemediği hiçbir adım atılmaz sözü giderek İsrail için söylenir hale geliyor gibi.
Bu arada isterseniz yeri gelmişken, Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ tezinin ne kadar stratejik olduğunu aramızda münazara konusu olarak tartışabiliriz.
Barac’ın açıklamalarını, ABD’nin bölgede ki stratejik ortağıİsrail’in attığı adımlarla birlikte değerlendirmek gerektiği açık.
Yine bana bu satırları yazdıran dürtüye dönersek, önümüzde ki süreçte Türkiye’nin stratejik yaklaşımı ne olmalıdır.
Bir kere Türkiye bölgeye Kürtlerin ne yapacağı, nasıl adım atacakları kuşkuları ve önceki reflexleşmiş yaklaşımları ile adım atma kolaycılığını bırakmalı.
Bölgede onca olup bitene rağmenaynı okumayla geleceği kurgulamak mümkün değil.
Ki Devlet Bahçeli’nin önermeleri ile farklı yaklaşımların gündeme geldiğini anlıyoruz.
Bu yaklaşım bölgede geleceği planlamaya çalışan devletler tarafından manipüle edilmeyeçalışılacağı çok açık.
Dolayısı ile Eski Bakanlardan Hüseyin ÇELİK’inTerörsüz Türkiye bağlamında yapmış olduğu açıklamalar içerisinde söylemiş olduğu ‘’geçmişin bağajıyla geleceğin inşa edilemeyeceği’’ mealinde ki yaklaşımı çok doğru.
Türkiye,Suriye’de SDG’nin bulunduğu bölgenin ileride Irak Kürdistanı’nı andıracak özerk bir yapıya dönme kaygısını; değişen şartlarla birlikte an itibariyle İrak Kürdistan bölgesiyle Ticari, Askeri ilişkilerinin nereden nereye geldiğini değerlendirerek yeniden kurgulanmalıdır.
Hüseyin Çelik’in bu değerlendirmesine katılmamak mümkün değil.
SDG’nin bir tehdit olarak algılamak ve mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir yapı olarak değerlendirilmesinin SDG’yiSuriye’nin güneyinde bulunan Durzi’ler gibi İsrail’e yakınlaştıracağı açıktır.
Bölgede oyun kurucuların yine bölgede Türkiye’nin etkisini daha da kırmak için yapmak istediklerinin tam da bu olabileceği üzerine yoğunlaşılması gerekmektedir.
Gelecekte tehlike olarak değerlendirilen SDG’ye yaklaşımın değişmesi ve ülke içerisinde ‘Terörsüz Türkiye’ adımlarının atıldığı bu günlerde SDG’nin de müttefik olarak farklı güç odakları aramak zorunda bırakılması yerine ilişkiler onarılmalı ve geliştirilmeli diye düşünüyorum.
‘Yurttaşlarımızın sınır ötesindeki soydaşları’ söylemi ve yakınlığı ile Ticari ilişkiler artırılmalı, askeri tehdit olma durumu karşılıklı olarak zaman içerisinde ortadan kaldırılmalıdır.
Bu şekilde ayrı ülke sınırları içerisinde bulunsalar bile ekonomik olarak en başat ilişkilerinin Türkiye ile olacağını öngörmek zor olmayacaktır.
Rahmetli Sırrı SÜREYA’nın sıklıkla vurguladığı gibi en kötü ‘barış’ savaştan iyidir yaklaşımıyla Terörsüz Türkiye kavramının hayata geçirilmesi için yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır.
İlk ortaya atıldığında vurgulandığı gibi Türkiye’nin iç barışına yönelik adımlar gecikmeden bir an önce atılmalı.
Uzaklaşılan hukuka dönülmeli, hukukun üstünlüğü bir an önce sağlanmalı.
İktidarın; ilk yıllarında sıklıkla söylediği ‘üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünün’ tartışılmaması gereken noktaya taşınmasının yanı sıra demokratik uygulamalar geliştirilmeli.
Her hukuk ve demokrasi tartışmasında ‘biz de hukuk ve demokrasi eksiksiz uygulanmaktadır’ nakaratını söylemekyerine bunu söylemek zorunda kalınmayacak reformlar bir an önce yapılmalı.
Eski İstanbul Baro Başkanı rahmetli Faruk EREM’in vurguladığı, aklımda kaldığı kadarıyla ‘hukukun uygulandığı vurgusunun yetmeyeceği, sokaktaki vatandaşın hukukun uygulanış şekli ile de herhangi bir kuşku taşımayacağı’ ortam mutlaka oluşturulmalıdır.
Sykes_Picot anlaşmasının yerine dizayn edilmeye çalışılan ve kendimce anlatmaya çalıştığım yeni Enerji ve Ticaret Yollarının oluşturulması amaçlı çok ciddi adımların atıldığı bu günlerde.
Kendi iç barışını sağlamış, hukuk, demokrasi ve birlikte yaşama kültürünün geliştirilmesi konularında ciddi perspektifler ortaya koymuş kararlı bir Türkiye’nin DünyaTicaret ve Enerji yollarının tam ortasında yer alma şansını ıskalamaması çok önemli.
Türkiye’nin bu konuda coğrafi şansı çok yüksek.
Enerji yolları olarak adı geçen ülkelerin hiçbirinde olmayan bir alt yapısı var.
Türkiye en doğusundan en batısına kadar;
-Azerbaycan’dan başlayıp Tiflis üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyan, Ardahan’dan Edirne’ye yaklaşık 800-900 Km’lik ülkeyi baştan başa geçenhazır,döşenmişTannap (Trans Anadolu Gaz Boru Hattı) var.
-Karadeniz’in altından geçen iki hatla Rusya’dan Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya gaz taşıyan Türk Akım gaz boru hattı var.
-Rusya’dan Karadeniz geçişli bir hatla önce Samsun’a, sonra Ankara’ya bağlanan Mavi Akım gaz boru hattı var.
-Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) hattı Azerbaycan’dan Erzurum’a oradan da Tannap’ bağlanan gaz boru hattı var.
-İran-Türkiye Doğu Anadolu Gaz hattı ile İran gazının Doğubeyazıt üzerinden Ankara’ya taşıyan hat var.
Ayrıca;
-Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı
Ve
-Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı var.
Görüldüğü gibi Doğal Gaz ve Petrol Boru hatlarının sayısal olarak yeter sayıda oluşu yanı sıra Rusya, Azerbaycan, Tiflis, İran ve Irak gibi farklı ülkelerden temin ediliyor olmasının da bir artı olarak değerlendirilmelidir.
MERKEZ TÜRKİYE
Var olan yükleme Limanlarına ek olarak çok büyük depolama alanları olarak, teknik olarak değerlendirmesi hakkında bir fikrim olmamasına rağmen gündeme getirmekte fayda gördüğüm Konya Ovasında bulunan Dev Obruklar var.
Bu dev obruklar aynı zamanda ticaret yolları için de büyük depolar olarak değerlendirilebilir
Son seçimler de ‘Merkez Türkiye’ adıyla ortaya atılan Lojistik merkez projesi bu çerçevede mutlaka revize edilerek tekrar gündeme getirilmeli.
Mevcut coğrafi konumuyla Dünya’nın ulaşım yollarının kesiştiği kavşakta bulunan Türkiye’nin tam kalbinde olan Konya’nın üretici firmalar için sadece bir Lojistik Aktarma Üssü değil, aynı zamanda devasa bir Depolama Üssü olması da sağlanabilir.
Bu adımlarla Türkiye de büyük ihtiyaç duyulan istihdam ve döviz girdisi ihtiyacını karşılayabilir.
Geçtiğimiz yüz yılın mağdur edilmiş ülkeleri arasında olmasına karşın, geçen yıl yaptığı bir açıklamasında BAHÇELİ’nin
‘önümüzdeki yıllarda bölgemizde çok şeyler değişebilir, inşallah Türkiye olarak bir arada kalabiliriz’diye belirttiği, o zaman pek çoğumuzun bir anlam veremediği şimdi anlayabildiğimiz temennisini bu şekilde hayata geçirmiş olabiliriz.
Yine Devlet Bahçeli’nin çok yeni bir önerisi, mutlaka değinilmesi gerekli çok önemli bir noktaya işaret ediyor.
Bahçeli şaşırtıcı açıklamalarına bir yenisini ekleyerek, Cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısının ikiye çıkarılmasını ve birinin Kürt, diğerinin Alevi olması gerektiğini söyledi.
Bunun çok önemsenmesi gereken bir açıklama olarak değerlendiriyorum.
Çok partili hayata geçtiğimiz günden beri özellikle sağ siyasetçiler ‘değerler manzumesini’ dikkate almadılar.
Toplumun her kesiminin ortak değerleri olan Bayrak üzerinden, din ve mezhep üzerinden siyaset yaptılar.
Zaman zaman Köken itibariyle hiçbir Kürt vatandaş veya Alevi inançlı Vali, hiçbir Emniyet Müdürü atanmadı diye yazıldı çizildi.
Gerçekte atandığını, görev yaptıklarını bunu yazanlar gibi ben de biliyorum.
Ancak bunlar kimlikleri ile pek anılmak istemediler.
Bu atamaların, daha önce yapılan kadın bir vali atanması gibi, Ermeni bir ataşe atanması gibi göstermelik olmaması, çalışmaları ile öncelikle ait oldukları kesimlerin gururları olabilmeleri ve bunugöğüslerini gere gere paylaşabilmeliler.
Ben kişisel olarak yapılacak atamalarda tamamen liyakatin esas alınarak objektif kriterlerin uygulanmasından yanayım.
Ancak yıllar yılı yapılan uygulamalar göz önüne alındığında bütün bunların hiç konuşulmayacağı, mukayese edilemeyeceği günlere kadar dezavantajlı kesimlere eşitlik hallerinde avantaj sağlanmalı diye düşünüyorum.
Oysa tam anlamıyla Demokratikleşme yönünde adımlar atılan ülkede birçok devlet adamının bir açılış yaparken kendi inancına göre dua etmesi gibi bir Alevi yöneticinin de o günkü duruma uygun bir Alevi Dedesivurgusu yapabilmesi, bir Alevi deyişi dillendirebilmesi ve bundan hiçbir tedirginlik duymamasının mutlaka sağlanması gerekir.
Aynı şekilde Kürt bir yöneticinin makamında bir çalışan ile Kürtçe konuşması, yerine göre şakalaşması anormal karşılanmamalı.
Görünen o ki Devlet Bahçeli’nin ağzından seslendirilen devlet aklının önümüzdeki süreçte dizayn edilen ‘fosil yakıt’ın’ son damlasının bile götürülmesine kadar geçecek süreçte bölge halklarına daha çok ‘tavşana kaç, tazıya tut’ yaklaşımını gördüğü anlaşılıyor..
Dolayısı ile Devlet aklının seslendirildiği bu önerilerin içeriğine yürekten katılıyorum.
Yarından tezi yok ülkemizde ‘kutuplaştırma siyaseti’ terk edilerek, bir an önce demokratik laik eşitlikçi bir siyaset anlayışının hakim kılınması için her kesin, her kesimin üzerine düşenin azamisini yapmalıdır.
Yurttaşlarımızın bir diğerini hain görme, başka ülkelerin jeopolitik stratejilerine hizmet eden bölündük bölünüyoruz, tehditlerini bir yana bırakarak, korkularla bir arada tutulma stratejisi yerine geleceğe yönelik daha güzel kalkınmış bir ülke hayalini hep beraber inşa etmeliyiz.
Bunu hep beraber yapabiliriz, gönüllü birlikteliğimizle birlikte başarabiliriz.