“ÇÖZÜM”KİMİN İÇİN?

Gazeteci Cevat korkmaz, Ekonomist Mehmet Aslan, Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreci, silah bırakma ve ateşkes kararını, taraflar arasındaki ilişkiyi değerlendirdi.

Cevat KORKMAZ-Mehmet ASLAN

TİGRİS HABER - Gazeteci Cevat korkmaz, Ekonomist Mehmet Aslan, Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreci, silah bırakma ve ateşkes kararını, taraflar arasındaki ilişkiyi değerlendirdi. Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra, Türkiye’nin rolünün irdelendiği yazı doğru bir sorgulamayı da gündemleştiriyor.

Yazımız, çözüm sürecinin kimin amacına hizmet edeceğine ve tarafların kim olduğunu anlamaya yönelik olacaktır. Ancak bizim iyi niyetle “barış süreci” veya “çözüm süreci” olarak tarif ettiğimiz gelişmelere devlet nezdinde isim verilmediğinin de farkındayız.

“İsimsizlik” bir yana, devletin bu meseleyi sahiplenip sahiplenmediği de yanıtı zor birsoru olmaya devam ediyor.

22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin yeni sürece ilişkin yaptığı konuşmanın Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde yapıldığından şüphemiz yok. Şüphe duyduğumuz husus; Cumhurbaşkanı’nın içerikten tam anlamıyla haberdar olup olmadığıdır.

Neticede şu, ya da bu ihtimale takılmadanşunu söyleyebiliriz; 1 Ocak tarihinden itibaren 78 yaşından gün almaya başlayan Devlet Bahçeli’nin start vermesiyle süreç başlamış oldu. Geçirdiği kalp kapakçığı ameliyatı sonrasında sağlık durumuyla ilgili somut bir açıklama yapılmayan Devlet Bahçeli’nin silueti üzerinden süreç yürütülmeye çalışılıyor.

1 Ekim’de DEM’li vekillerle tokalaşma, 22 Ekim’de ise son derece sürpriz bir içeriğe sahip Devlet Bahçeli konuşmasından bu yana kafamızda dönüp duran bir soru var:

Adı konulmasa da yeni bir açılım sürecineneden ihtiyaç duyuluyor?

Bu sorunun çok sayıda cevabı olduğu açık. Bizim aradığımız, bu çoklu cevaplar arasında yukarıdan aşağıya sıralama yapıldığında piramidin üst sıralarına hangi yanıtların yerleştirileceğidir.

Bu makalenin yazarları olarak piramidin tepesine yerleştireceğimiz asıl nedenin İsrail olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşım doğruysa Türkiye, İsrail’i Kürt meselesi konusunda ciddi bir tehdit olarak görüyor demektir.

Son günlerde Suriye resmen kaynamaya başladı.

Şunu asla unutmamak gerekir; cihadi kimlikten demokrasi çıkmaz.

Cihadi kimlikler ancak ve ancak barbarlık üretirler. Kürtler barbarlarla yol alacaklarını düşünüyorlarsa hayal kırıklığına uğrayabilirler.

HTŞ dünkü IŞİD’in gömlek değiştirmiş ve kravat takmış feykversiyonundan başka bir şey değil. Bu açıdan kendisini kravat ardına gizlememiş olan IŞİD’in daha samimi olduğu söylemek mümkün.

Bugün Lazkiye’de, Tartus’ta başlayan Alevi kıyımı eğer Kürtler yönelemiyorsa, bunun tek nedeni; YPG’nin elinde tuttuğu silahlardır.

Türkiye ile İmralı arasında başlayan müzakerenin öncelikli koşulu olan PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetmesi çağrısıKürtler arasında ciddi bir karşılık buldu.Ancak PKK’yle başlayacak olan silah bırakma sürecini PYD’ye taşımak kuzuyu kurda teslim etmekten başka bir şey değil.

Sırrı Süreyya Önder, Habertürk’te katıldığı bir programda Öcalan’ın yaptığı çağrının ilkesel olarak herkesi kapladığını söyledi. Bu doğru bir yaklaşım değil. İlkesel davranışı sadece Kürtlerden beklemekbile ilkesel bir davranış değil.

Habertürk kanalında sempati şovu yapanların, Suriye Kürtlerini kendi gösterilerine malzeme yapmaya hakları yok. Çok değil, daha 10 yıl önce, Kürtler bugünün kravatlı cihadilerin ağa babalarıyla hayatları pahasına savaştı ve kadınıyla, erkeğiyle 10 binden fazla Kürt genci yaşamını yitirdi.

SDG geçtiğimiz günlerde Suriye ordusuyla birleşme kararı aldı.Karar henüz kesinleşmedi. Nihai hale gelmeyen taslakta 9 madde var. 9 maddenin 3’ü Suriye hükümetinin taleplerinden oluşuyor:

  1. Suriyeli olmayan savaşçıların SDG’den çıkartılması,
  2. IŞİD tutuklularının merkezi hükümet gözetimine bırakılması,
  3. Kurumların Şam’a bağlanması veya merkezi hükümet kurumlarına yeniden işlerlik kazandırılması

Suriye hükümetinin talebi olarak yansıyan ilk 2 maddenin, Türkiye’nin Suriye konusundaki nakaratı olduğu herkesin malumu. Yine de Beyaz Saray dahil, ilgili tüm taraflar sürece olumlu yaklaştı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü BrianHughes, "Bu önemli bir gelişme ve bunun ABD’nin kuzeydoğu Suriye’deki DEAŞ karşıtı ortakları konusunda Türk müttefiklerimizin endişelerini gidermeye yardımcı olacağını umuyoruz" diye resmi bir açıklama yaptı.

Bu yazının yazıldığı saatlerde SDG komutanı Mazlum Abdi ile Colani arasında 8 maddelik yazılı bir anlaşmaya varıldığı gündeme düştü. Anlaşma:

  • Kürt toplumunun, Suriye devletinde asli bir topluluk olarak kabul edilmesi ve vatandaşlık hakkı ile anayasal haklarının tümü güvence altına alınması
  • Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumlar, sınır kapıları, havalimanı, petrol ve gaz sahaları dahil olmak üzere Suriye devleti yönetimi altında entegre edilmesi
  • SDG’nin Suriye’nin devlet güvenlik kurumlarına dahil edilmesi
  • Tüm Suriyeli mültecilerin ülkelerine, köylerine ve evlerine geri dönüşlerinin sağlanması, güvenliklerinin garanti edilmesi
  • Uygulama komisyonlarına, anlaşma koşullarının gerçekleşmesi için yıl sonuna kadar süre verilmesi, gibi maddelerden oluşuyor.

Anlaşmanın anayasal güvenceler içermesi önemli, ancak barbarlığı tescilli cihadi yapılardan hukuk, demokrasi ve anayasal güvence gibi taleplerde bulunmanın ne kadar gerçekçi olduğu yılsonuna kadar belli olacaktır.

Kürtler konusunda Türkiye ile İsrail rekabeti…

Doğrusunu söylemek gerekirse, böyle bir rekabet yok. Maalesef şu ana kadar sahada olan bitenler İsrail’in Kürtler konusunda kendisiyle rekabet ettiğini gösteriyor.

Türkiye’nin Kürtlere ilişkin önyargıları ayağına dolanmaya devam ediyor. Gönül isterdi ki Kürtlerle işbirliği geliştirmek konusunda Türkiye ve İsrail’in kıran kırana bir rekabeti olsun ama kısa vadede olacak gibi görünmüyor.

Türkiye’nin neredeyse patolojiye dönüştürdüğü “Kürdfobi”densıyrılması gerekiyor.

Suriye’de temsiliyet konusundaki olanakların netleşmesi Kürdfobik yaklaşımların çoğalmasına yol açıyor. Bu fobik yaklaşımlarınaşılması için Türkiye’nin zamana ihtiyacı var ancak,Türkiye’nin olgunlaşması veya bilinçaltını temizlemesinibekleyecekzaman kalmadı.

Türkiye’nin çocuksu yaklaşımları ve kaprisleri yönetilmeyecek düzeyde değil. Ancak Kürtlerden çocuk bakıcılığı beklemek haksızlık olur. İlk hamlenin Bahçeli’den, yani Kürt meselesi konusundaki öfkeyi temsil eden taraftan gelmesi çok önemli. Buna rağmen yönetilmesi kolay olmayan bir öfke potansiyeli var. MHP’nin Bahçeli üzerinden yönetmeye çalıştığı öfkenin çok sayıda alıcısı var. İyi Parti, Zafer Partisi gibi, istikbalini öfke pastasından alacakları paya bağlamış oluşumlardantepkiler yükselmeye başladı. Zafer Partisi’nin denklem dışına itilmesi (yöntemi tartışmalı olsa da), Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda daha esnek bir politika oluşturma çabalarına işaret ediyor.

Tekrarlama gereği hissediyoruz; Türkiye siyasetinde yerleşik hala gelmiş Kürd fobik reflekslerin yönetilmesi kolay değil. Buna konuda yaralı bir bilinç var. Bahçeli ve Ak Parti’nin çabalarının daha geniş bir konsensüse dönüşmesi gerekiyor.

Çözümdekonsensüs sağlanacak mı?

Çözümde konsensüs konusu, Bahçeli’nin ötesinde Türkiye devletinin bu konuda ne kadar kararlı olduğuna bağlı. Açıkça şunlarıda sormak gerekir;

Şengal Atasagun bu işin neresinde?

Eğer ideolojik arka planda yer alıyorsa, bu ismin hükmü nereye kadardır?

MHP kendi kitlesini ikna edebilecek mi?

Ak Parti içerisinde, Erdoğan’ın tam bir sahiplenmesi olmadığından, daha şimdiden fay hatları oluşmuş durumda. Bu kırılmalardan en önemlisi Orhan Miroğlu ile Mehmet Uçum arasındaki gerilimde ortaya çıkıyor.

Mehmet Uçum’un itirazı “Avrasyacı” olarak nitelendirip, Rusya-Çin-İran ile ilişkilendirilir mi? Eğer öyleyse, Mehmet Uçum’un itirazını Ak Parti içerisindeki Natocu-Avrasyacı kanadın pozisyonlanması olarak mı değerlendirmek gerekir?

Çözümün taraflarını İmralı, Meclis eksenine oturtmaya çalışsak da Kürt meselesinin ilk kez bu ölçüde uluslararası birdüzleme oturduğu görülüyor. Buradan bakınca çözüm sürecindeki aktörleri Türkiye eksenli olarak tanımlayabilmek veya Türkiye ile sınırlandırmak pek mümkün görünmüyor.

Bu nedenle bir kez daha ifade ediyoruz; Türkiye çok kısa sürede Kürt konusundaki fobik yaklaşımlarından uzaklaşmalı, toplumda birikmiş olan öfke ve nefreti yönetebilmelidir.

İmralı’dan gelen açıklamanın okunduğu 27 Şubat günü, muhalif olduğu bilinen ve yelpazenin sol kanadındaki Sözcü televizyonunda bile Kürtçe okunan metne tahammül gösterilemediği görüldü. Bu konudakitoplumsal bilincin köklü bir bahar temizliğine ihtiyacı var.

İsrail’in Kürt meselesi konusunda oldukça agresif ve net bir tutumu var. Türkiye ve İsrail’in genel siyaseti birbirinden oldukça farklı. İsrail öncelikle hedeflerini stratejik olarak belirliyor ve hedeflerine ulaşmak için aşamalı bir politika uyguluyor. Elbette böylesi bir sistematiğin yürütülmesi kayıtsız, şartsız bir ABD desteğiyle de ilişkili. Bahçelinin start verdiği çözüm sürecinin, şüphesiz en önemli aktörlerinden biri de ABD. İmralı açıklaması sonrasında en hızlı refleksi veren ülke yine ABD oldu. ABD’nin Suriye’ye yönelik tercihleri içerisinde Türkiye ile İsrail’inuzlaşmasıyla Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt yapılanması oluşturma politikası olduğu anlaşılıyor. Bu yaklaşımın ABD’nin bölgeye yönelik olası senaryolarının en iyisi olduğu söylenebilir.ABD kendimüttefikikabul ettiği iki devletin karşı kaşıya gelmesini istemez. Türkiye daha çok iç kamuoyuna yönelik olarak “İsrail tehdidi” algısını yükseltmeye çalışıyor. Olası bir erken seçimde, ortalama insanın İsrail konusundaki negatif algısını seçim başarısına çevirme hesabı da var. Ancak her iki devletin Kürt meselesinde, üzerinde uzlaşacakları bir çözüm oluşturma stratejileri de var.

İsrail tehdit mi?

Devletler her zaman arka kapı diplomasisi yürütürler. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler normal seyretmesine rağmeniki ülkenin birbirlerine temkinli yaklaştığı, hattakarşılıklı olarak tehdit algılarının yükseldiği görülüyor.Ama arka planda işler çok daha farklı seyreder.

Yazının başında çözüm sürecinin kimin için olduğu ve tarafların kimler olduğunu sormuştuk. ABD haricinde sürecin en önemli aktörlerinden birinin de İsrail olduğunu söylemek mümkün.

Suriye’deki yeni statü veya idari yapı kısa süre içerisinde netleşmiş olacak.

Aslında HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) 2017’de kurulduğunda Suriye’nin statüsüne karar verildiği anlaşılıyor. Esat sonrasında Suriye’de nasıl bir idari yapının ortaya çıkacağını HTŞ örgütünün adından çıkartmak da mümkün; Şam’ın Kurtuluşu Heyeti… 2017’de örgüte verilen isimden, Suriye’nin değil Şam’ın kurtuluşunun hedeflendiği, dolayısıyla da örgütün kontrol edeceği alanın Şam merkezli orta Suriye olduğu anlaşılıyor.HTŞ’nin kuruluşunun arka planında doğrudan 4 devlet yer alıyor; temsil ettiği koalisyon güçleri adına ABD, İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan.

2017’de HTŞ’nin oluşması ve bu oluşuma Şam merkezli orta Suriye’nin bırakılması konusunda, yukarıda belirtilen devletlerin ittifak ettiğini söylemek mümkün. Ancak bu plan konusunda Türkiye’nin şerhi olduğu şu gelişmeden anlaşılıyor; 2017 Ocak ayında HTŞ’nin kurulmasında uzlaşma görülmesine rağmen, aynı yılın sonlarına doğru Türkiye’nin organizasyonu ve desteğiyle SMO oluşturuldu. Türkiye’nin SMO’yu denkleme dahil etmesindeki temel amacını yine Kürdfobi’ye bağlamak mümkün.

SMO’yu Suriye’deki hesaplara dahil etme çabası Türkiye’nin ayağına pranga vurmasından başka bir şey değil. Anadolu Ajansı ve TRT gibi devletin resmi yayın organlarına göre SMO yapısı altında 60 bin silahlı unsur yer alıyor. Türkiye kuruluşundan bu yana geçen 8 yıl içerisinde SMO’nun her türlü lojistiğini, malzeme, iaşe ve barınmasını sağlıyor, hatta aylık maaşlarını ödüyor. Ancak SMO içerisindeki silahlı unsurların önemli bir kısmının toplama cihadilerden oluşması, bu grubun paralı lejyonerler olarak görülmesini sağlıyor.

İki ülke arasındaki Suriye rekabetinin ilk aşamasında İsrail’in stratejik ve psikolojik üstünlükleri olduğunu görülüyor.

8 Aralık 2024 tarihine kadar Suriye sahasında en önemli oyun kurucu aktörlerden birinin Türkiye olduğunu söyleyebiliriz. 8 Aralık sonrasını finansal terminolojiyle söylemek gerekirse, siyaset borsasında en hızlı değer kaybeden hisse Türkiye oldu.

Türkiye’nin 8 Aralık’tan sonraki değer kaybı hız kesmeden devam ediyor. Erdoğan yönetimi bunun farkında olduğu için bazı şeyleri telafi etmeye çalışıyor. Suriye’deki sert dalgalarda, 14 yıldır gemisini yüzdüren Türkiyealabora olmak üzere. Dalgaların ne kadar yükseğe çıkacağı ABD’nin ve İsrail’in tutumuna bağlı. Kürt meselesi söz konusu olduğunda, 600 yıllık Osmanlı devlet geleneğinin devamı sayılan Türkiye, bu geleneği anında unutan şımarık, bıçkın ve ergen çocuklara dönüşüyor. Kürt meselesi Türkiye’nin kimyasını bozuyor. Geride ne devlet geleneği, ne diplomasi, ne de strateji kalıyor. “Kürde statü” ihtimali ufukta görünmeye başladığında Türkiye’nin zihin dünyası allak bullak oluyor. Bahçeli’nin 22 Ekim çağrısı “bu zihinsel bulanıklık aşılıyor mu” dedirtse de, devamındaki gelişmeler çok umut verici olamadı.

27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık’ta Şam’ın alınmasına kadar devam eden süreçte ABD, İsrail ve Türkiye, deyim yerindeyse HTŞ’nin yollarına gül döşeyerek mıntıka temizliği yaptılar. Bu üç devletin yanında İngiltere, Fransa başta olmak üzere batı ittifakının da desteğiyle Suriye HTŞ’ye sunuldu. Colani de türlü baharatla tatlandırılmış, mis kokulu mesh yağıyla güzelce ovularak, tacı ve kravatıyla tahta oturtuldu.

HTŞ, SMO (Suriye Milli Ordusu) ve Türkiye zafer şarkılarıyla sermest olmuşken, 1 gün sonra 9 Aralık’ta İsrail, 1948’deki kuruluşundan bu yana en büyük hava operasyonunu başlattı. İsrail jetleri 9 Aralık gecesi Suriye’de tespit ettikleri 300 yakın hedefi imha etti. 10 Aralık’ta hava saldırısı sayısı 480’e, sonraki gün ise 600’e ulaştı. Bu ölçekte hava saldırısı 1967’deki Arap-İsrail savaşında bile olmadı ki o savaşta İsrail, başka Mısır olmak üzere Arap ittifakının hava üsleri ve savaşma kapasitesini tamamen imha etti. Savaşın ardından Mısır’ın Sina yarımadası ile Batı Şeria ve Gazze şeridini ilhak ederek topraklarını 3 katına çıkardı. İsrail 9 Aralık’ta başlattığı hava operasyonunun gerekçesini, “Suriye’nin kimyasal tesisleri ve gelişmiş silahlarının radikallerin eline geçmemesi” olarak açıkladı.

Çoğunun Suriye’yle doğrudan bağı olmayan yabancı cihadilerin SMO yapısı altında toplanması ve desteklenmesi Türkiye için taşınması zor bir yüke dönüştü.

İsrail bir tehdit mi, diye sorduk. Elbette bu sorunun yanıtı nereden baktığınıza bağlı. Türkiye, Kürtler konusunda zincirlerini kırmayı başarabilirse İsrail’le güçlü bir ittifak oluşturabilir. Son zamanlarda Türkiye’nin cihadi kodları daha görünür hale gelmeye başladı. Türkiye’nin bu yolda ısrar etmesi, demokrasi ve hukukla zayıflamış bağlarının tamamen ortadan kalkması anlamına gelir. Ak Parti’nin ilk yıllarındaki demokrasi ve hukuk hedefleriyle yeniden bir bağ oluşturulabilirse,Türkiye bu topraklarda yaşayan halkların ortak vatanına dönüşebilir.Bu koşullar oluşturulabilirse nereden, kimden gelirse gelsin her türlü tehdit havaya karışıp dağılacaktır.

CHP kodları çözüme engel mi?

CHP için bir bütün olarak çözüme engel, ya da çözümün yanında demek kolay olmasa da, ana muhalefeti temsil eden bu partinin Ak Parti’den ve MHP’den daha demokrat bir tutum alması beklenir. Kürtler söz konusu olduğunda CHP’nin demokratlığını askıya aldığını birçok vesileyle görmek mümkün. CHP’nin Kürt meselesi konusunda bağnazlıkla malul olması, uzun zamandır iktidardan uzak kalmasıyla da ilişkili olabilir. CHP’nin muhalefette kaldığı yıllarda dünyada büyük dönüşümler, önemli teknolojik gelişmeler yaşandı. Devletler ilişkilerinde farklı aşamalara geçildi. Bir yanda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yükselirken, diğer tarafta halkların ve sivil oluşumların demokrasi, hukuk ve çevre konusundaki talepleri güçlendi. Dünyada bunlar yaşanırken CHP’de günler, liderlik ve kongre tartışmaları ve tuhaf ittifak arayışlarıyla geçti. CHP sadece dünyaya değil, Türkiye’ye de yabancılaştı. SDG ile Şam yönetimi arasında anlaşma yapılması genel olarak Türkiye’de temkinli bir iyimserlikle karşılanırken, Habertürk’tekibir tartışma programında anlaşmaya en sert tepki eski CHP milletvekili Mustafa Balbay’dan geldi. Bu tepkiler sadece CHP’nin eskimiş olmasıyla değil, içselleştirdiği ulusalcı jakoben kodlarıyla da ilişkilidir. Önümüzdeki seçimde sandıktan bir CHP yönetimi çıkacaksa ki ibre o yönü gösteriyor, o zaman Kürtler için zamanda geriye gitme süreci başlamış olacaktır.

Ak Parti sürece sahip çıkacak mı?

“Süreci sahiplenme” AK Parti’den ziyade bir devlet politikasına dönüşmüş durumda. İsrail’in Kürtler konusundaki radikal tutumu, Türkiye’yi fobilerinden uzaklaştıracak gibi görünüyor. Buna rağmen Ak Parti’nin çözüm sürecini doğrudan sahiplenmediğine tanık olacağız. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sağlığı el verirse 2027’de erken seçime gidilecektir. Sağlık koşulları 2 yıl beklemeyi zorlaştırışa, 2026 yılında erken seçim mümkün olabilir. Erdoğan, son kez seçilme şansını çözüm süreci için riske atmak istemeyecektir. Özellikle yükselen milliyetçilikten payını almak için, sürecin sorumluluğunu taşıyacak ve günahlarını da üstlenecek bir Mehmet Şimşek bulunacaktır.

Çözüm sürecinin Mehmet Şimşek’i kim olabilir?

Türkiye’de yaşayan ortalama vatandaş profili, ekonomideki her olumsuzluğu Mehmet Şimşek’le ilişkilendirmeye başladı. Erdoğan’ın, “ekonominin sorumlusu benim, ben” demesine rağmen, Saray’ın incelikli taktikleriyle Erdoğan bu günahların dışına çekildi. Elde işleyen bir formül varken, çözüm süreci için de aynı formül çalıştırılacaktır. Ak Parti içerisinde çözüm sürecinin merkezine oturtulacak birkaç isim dolaşıma girmiş durumda. Yeni sürecin sözcüsü gibi zaman zaman beyanlar veren 3 isim öne çıktığı görülüyor; Cevdet Yılmaz, Mehmet Uçum ve Efkan Ala.Diyarbakır’la olan bağı, devlet deneyimi ve güvenlik bürokrasisindeki geçmişi nedeniyle bu üçlü arasından Efkan Ala öne çıkıyor. Çözüm süreci başarıya ulaşırsa sevapları Erdoğan’a, başarısız olursa da günahları Efkan Ala’ya yazılacaktır.

İran bu işin neresinde?

İsrail’in 8 Aralık’tan hemen sonra başlattığı hava operasyonu Suriye hava savunma sistemini çok önemli ölçüde, Sovyet yapımı uzun ve orta menzilli SA-22’ler % 80 oranında, orta menzilli SA-7 sistemleri de %90 oranda imha edildi.

Daha önce Suriye hava sahası kullanılamadığı için İsrail uçaklarının İran’a operasyon yapması çok zordu. Yedek yakıt deposudahil maksimum 2700 km gidebilen F35’lerle bile bu görev imkansızdı; ancak şimdi Suriye hava sahası kullanılacağı için İran operasyonu mümkün. Uçaklar için serbest bir hava koridoru açılmış durumda.

Suriye hava sahasının savunmasız olması havada yakıt ikmali yapan İsrail tanker uçakları için de riski ortadan kaldırdı.

İran’ın nükleer potansiyeli ve askeri yapısını vurmak için İsrail’in önünde hiç bir engel bulunmuyor. İran halkının molla rejimine olan desteğinin de %20 seviyelerine kadar inmiş olması İsrail’in daha cüretkar davranmasını sağlayabilir.

Tarihinin en zayıf konumunda olan İran için savaşacak proxy network (vekil güçler) da çökertilmiş durumda.

Lübnan saldırısı öncesinde Hizbullah’ın elinde 500 bin ile 1 milyon arası füze olduğu varsayılıyordu. Özellikle güney Lübnan’a yapılan saldırılarla hem Hizbullah komuta kademesi etkisiz hale getirildi, hem de füzelerin önemli bir kısmı imha edildi. Özellikle Golan tepeleri ve Hermon dağının İsrail kontrolüne girmesiyle İran ve Hizbullah arasındaki lojistik koridoru kontrol altına alınmış oldu. Golan tepeleriyle Şam arasındaki mesafe yaklaşık 60 km. Bu mesafe, Şam’ın tam anlamıyla İsrail gözetiminde olmasını sağlıyor. Golan tepeleri dediğimizde aklımıza dar bir arazi gelmemeli, çok büyük olmamakla beraber Golan, Gazze’nin iki katı büyüklüğe sahip.

Hermon dağı 2814 metre ile İsrail, Lübnan, Ürdün ve Suriye coğrafyasının en yüksek zirvesini oluşturur. Hermon dağının Suriye tarafı İsrail kontrolü altında. Muhtemelen buraya radarlar yerleştirilecektir (veya yerleştirilmiştir). Böylece hem Suriye, hem de Lübnan tarafındaki Hizbullah faaliyetleri kontrol edilebilecektir.

Çanlar İran için çalmaya başladı.50 yıla yakın süredir ellerinden düşürmedikleri idam ipiyle ülkeyi cehenneme çeviren mollaların İran halkına hesap vermesi yakın görünüyor.

14 Ocak tarihinde Rusya Dışişleri Bakanı SergeyLavrov İran’a “Kürtlerin hakları garanti altına alınmalı” diyerek çağrı yaptı.Bu çağrının amacının Kürtleri değil, İran’ı korumak amacı taşıdı açık… Sadece 2024 yılında 120’si Kürt muhaliflerden olmak üzere 600 kişiyi idamla cezalandıran İslami faşizmden hak, hukuk beklemek hayalcilik olur. Engels’in “Tarihte Zorun Rolü” isimli bir kitabı var. İran gibi barbarlaşmış yapıların sadece İran halkı için değil, Kürtler ve dünya için deoyun dışına itecek “zor”a ihtiyaç var.

SDG-Colani anlaşmasına Türkiye’nin yaklaşımı nasıl olacak?

Türkiye ile Colani (HTŞ) arasındaki ilişkiyi ayakta tutan yegane şey, “vefa duygusu”.

HTŞ’nin merkezde olduğu cihadi yapılar 5 yıla yakın süre, Rusya’nın bütün baskılarına rağmen Türkiye’nin katkısı ve desteğiyle İdlib’de bir anlamda koruma altına alındılar. Kendilerini sürdürebilmek için büyük oranda Türkiye sınırından sağlanan lojistikle ayakta kalan cihadi yapılar, batının yol vermesiyle Şam’da yönetimi ele geçirdi ve hızla dünyaya açıldılar. Colani yönetimi bugün Türkiye sınırından sağlanan lojistik ve desteğe muhtaç değil. Bu ihtiyacın ortadan kalkması Türkiye ile yeni Suriye yönetimi arasındaki bağın “vefa” ile sınırlı olmasını sağlıyor. Vefa size Emevi camisinin kapılarını açabilir, SDG konusundaki taleplerinizin dikkate alınmasını da sağlayabilir ama bir yere kadar; çünkü vefa eskiyen ve unutulan bir duygudur.

Türkiye şimdilik anlaşmaya temkinli yaklaşsa da, memnuniyet duymadığı anlaşılıyor. Bu anlaşma Türkiye’nin SMO’yu aktive etme planlarını boşa çıkartacaktır. 8 maddeden oluşan anlaşmanın hedefine ulaşması, kurulmuş olan yürütme komisyonu çalışmalarıyla desteklenecek. 2025 yılı sonuna kadar her iki tarafı da rahatlatan bir anlaşmaya imza atılmış oldu. Ortada bir anlaşma varken Türkiye’nin Suriye’ye yönelik operasyonlarını gerekçelendirmesi kolay olmayacaktır.

Yapılan anlaşmanın en önemli tarafıSDG, Suriye yönetimi ve Türkiye için 2025 yılının sonuna kadar zaman sağlamasıdır. Bu süre hem Suriye’de yeni statülerin netleşmesine, hem de Türkiye’nin açılıma odaklanmasına olanak sağlayabilir.

Bundan sonrası tam anlamıyla samimiyet testi.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Güncel Haberleri