ÇÜRÜMENİN İZİNDE YÜRÜYEN İNSANLIK

Bêjdar Ro Amed

Ormanın Sessizliğinde Görülen Hakikat

Ormanda çalışan bir işçi, bir gün şöyle demişti:

Binlerce yıl önce bir yavşağın kurduğu yaşamı kimse değiştiremedi; herkes ona benzedi, onun yolundan gitti.

Bir ormanın derin sessizliğinde, ağaçlarla iç içe yaşayan bu işçinin gördüklerini biz neden göremiyoruz? Görmeyi mümkün kılan ormanın sessizliği mi, yoksa görmemizi engelleyen bizim yaşadığımız yerlerin gürültüsü mü? Belki de orman işçisi, içsel sessizliğin aynasında bunu fark etmişti. Bizler ise kendi içsel gürültümüzün yankısından dolayı hiçbir şeyi göremez hale gelmiş olabiliriz.

Belleğin Tecavüze Uğraması

Bir gün, birçok yönüyle bozulan bir insan veya grup, bozulan bir yaşam ve bozulan bir düzen kurdu. Bu, ‘zihnin ve belleğin tecavüze uğramasıydı.’ Bellek, kendi deneyimlerinin baskısıyla kirlenmiş, masumiyetini kaybetmişti.

Bu bir yaşam yıkımıydı. Algının bozulması, paylaşımın dumura uğraması, yaşamsal neşenin kaybolmasıydı. Yani her şey tersyüz edilmişti. Ve biz, bu bozuluşun izini takip ediyorduk.

Ormandaki işçi, bunu yapanın bir ‘yavşak’ olduğunu ve bizim de onun takipçisi olduğumuzu söylüyordu. İnsanlığın tüm düzeni, bu belleksel tecavüzün devamıydı. Bundan sıyrılan olmuş muydu? İşçiye göre, hayır. En çok sıyrıldığını düşünen bile aynı zihnin oyununda rolünü oynamaya devam ediyordu.

Maskeler ve Çürümenin Derinliği

Mesele, bu zihinsel tecavüzle yüzleşmekti; onu maskelemek değil. Çünkü kendini iyi göstermek, farklı kılıklara bürünmek, hiçbir şekilde bu yozlaşmadan kurtulmak anlamına gelmiyordu.

Zihinsel tecavüz, bakiresel belleğin bozulmuşluğunu ifade ediyordu. İnançsal ya da düşünsel maskelerle bunu örtmek, saf belleğe geri dönüş değil, aksine çürümenin daha derin bir örtüyle gizlenmesiydi.

Nerede, hangi coğrafyada, hangi zihniyet gösterisi içinde olursak olalım; bu hakikati örtemiyoruz. Üstünü örttükçe kirler birikiyor, kokular artıyor, çürüme daha da derinleşiyor. Öyle ki et yiyen bakteriler gibi tüm beden çürümeye başlıyor. İşte bu, zihnin çürümesiyle birlikte bedenin binlerce hastalıkla örtülmesidir.

Çürümenin Eşiğinde Uyanış

İnsanlığın binlerce yıldır izlediği yol, aslında tek bir izden ibaretti: çürümenin izi. Bir ‘yavşağın’ kurduğu yaşam biçimi, herkesin yolu oldu. O yol genişledi, şehirler kuruldu, uygarlıklar yükseldi, düşünsel bilgiler çoğaldı ve süzgeçten geçerek katı duvarlar haline geldi; ama hepsi aynı çürümenin farklı yüzleriydi.

Bellek, kendi tecavüzünün ürünü olarak insanı şekillendirdi. Bilgi arttı ama yaşam kayboldu. Teknoloji gelişti ama insan körleşti. Neşe söndü, yerine yapay mutluluklar kondu.

Ve bugün geldiğimiz noktada, insanın körlüğü kendi aynasını kıracak kadar derinleşti. Kör, artık körlüğünü bile göremez hale geldi. İşte felaket burada başlıyor: İnsan sadece çürümüyor, çürüdüğünü de fark etmiyor.

Ama tam da burada bir ihtimal beliriyor: Çürümenin eşiğinde uyanış.

Çünkü çürüme, insana kendi izini bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Maskelerin düştüğü, hiçbir örtünün işe yaramadığı bu noktada, insan ilk kez kendisiyle yüzleşebilir.

Uyanış, sessizliğe kaçmak değil; çürümenin kokusunu, karanlığını ve ağırlığını çıplak gözle görebilmektir. Ancak o zaman yeni bir yaşam yönü açılabilir. O yön, eski yollara benzemez; çünkü belleğin tecavüzüne uğramamış bir başlangıca dayanır.

İnsanlık ya çürümenin izinde yürümeye devam edecek, ya da o izden ayrılıp kendi körlüğünü görerek uyanışın kapısını aralayacaktır. Seçim hâlâ insana aittir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.