DARBELER, 28 ŞUBAT DARBESİ VE YANSIMALARI…

Ömer Serdar Kaplan

Unutulmamalıdır ki her darbe toplumda uzun süren travmalara neden olmaktadır. 27 Mayıs darbesi ve idam edilen Menderes ve arkadaşları, 12 Mart darbesi ve idamları, 12 Eylül ve idamları… her bir darbe her ne gerekçe ile yapılmış olursa olsun, halkta ciddi travmalar oluşturmakta ve Ülkeye çok ciddi kayıplar verdirmektedir.

 

Toplumun vicdanını rahatlatacak şekilde darbeciler hesap vermeyince, cezalandırılmayınca da bu kırılmalar, travmalar etkilerini sürdürmüş olmaktadır.

Toplumsal hafıza birçok şeyi unutabilir ancak darbelerde yaşanılanları ödenen bedelleri, uğranılan kayıpları belleğinde muhafaza etmeye devam etmektedir.

 

Her darbenin darbecilerinin hesap verilmesi için sivil alanı oluşturan siyasetçiler ile sivil toplum kuruluşlarının güç birliği etmesi elbette kaçınılmazdır. Ancak sana bana göre, sana bana karşı darbe anlayışı zihinlere bir algı olarak yerleştirildiği için bu anlamda bir güç birliği oluşmamaktadır maalesef. Oysa her darbeye ayrımsız, amasız karşı çıkmak ve hesap sormak; insani bir görev ve erdemdir.

 

Hesap sorulmadıkça da darbe düşüncesini taşıyanlarda cesaret oluşmakta ve yine, yenden darbeye teşebbüs etmekte veya destek vermekten imtina etmemektedirler.

 

1997 yılı 28 Şubat günü Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararlar neticesinde meşru seçilmiş Hükümetin düşürülme süreci resmen başlatılmış ve dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in işbirliği sonucunda Hükümet devrilmiş ve Darbecilerin arzu ve isteklerine boyun eğen sözüm ona sivil siyasetçiler eliyle ANASOL -D Hükümeti kurulmuş idi.

 

28 Şubata gelinen süreçte; Medya çok önemli bir darbe ortamı hazırlayıcısı ve destekleyicisi misyon ve görevini üstlenmiştir. Aynı süreçte yarı resmi sivil örgütler olan odalar ve sendikalar da benzer bir görev üstlenmişlerdir.

 

28 Şubat; Kemalizm’in çok boyutlu şekilde “laiklik” teranesiyle din ve dindarlara ciddi ve top yekün savaş açtığı bir darbe döneminin adıdır.

 

28 Şubat ile ilgili açılan davada hem ciddi bir mesafe alınmamıştır hem de en önemli iki ayağını oluşturan Medya baron ve mensupları ile beşli çete olarak adlandırılan oda ve sendikalar soruşturma ve davaya dahil edilmemiştir. Yargı mensupları da dışarıda bırakılmıştır.

 

Üniversiteler ve YÖK de dışarıda kalmıştır.

 

Oysa 28 Şubatta tek başına askerler harekete geçmiş değildir. Asker-Medya-Yarı resmi sendikalar-bir kısım siyasetçiler (Mesut Yılmaz, Cindoruk-Ecevit gibi) işbirliği yaparak topyekun bir darbe ortamı hazırlanmış ve birlikte başarılmıştır.

 

Darbelerle yüzleşmeyen, hesaplaşmayan bir ülkenin değişik adlarla değişik müdahalelere muhatap kalması da kaçınılmazdır.

 

28 Şubatın toplumsal dokuda meydana getirdiği cepheleşme ve iğdiş olan yapılar günümüze değin sürmektedir.

 

28 Şubat Darbesi, kişilikleri iğdiş etme özelliğiyle hala sürüyor diyebiliriz.

 

Çünkü, 28 Şubat süreci ve darbesi sonrasında nice dindar kişiliklerin dindarlıklarını gizlediklerini, savrulduklarını, başka limanlara dümen kırdıklarını gördük maalesef.

 

Kürtçe'de bir atasözü var; "weka nokén lıtaté keti jı hev belabun." (kayaya çarpan nohutlar gibi dağıldılar.) Dindarım diyenler savurulmuştur. Yeni bir şekil, bir vaziyet almaya, kendileri olmayan yeni duruş ve gidişatlara yönelmişlerdir.

 

Ortam yumuşayınca, hiç kimse kendini sorgulamadan, yeni limanından mağduriyet edebiyatı yaparak yeni kazanımlar elde etme telaşına çok rahat savrulabildi.

 

Kişilik mi? Önemli değil.

28 Şubat süreci bir çok insanda kişiliği iğdiş ettiği gibi, samimiyeti ihlası da yok etti.

 

2002 sonrası rahatlama süreci, dünyevileşmeyi beraberinde getirirken elde edilen maddi kazançlarla konformizm de gelişti.

 

Yapılan ve özü itibariyle İslami kimliği örseleyen, darbeleyen adeta imha eden bu yeni hal için fetvalar, şallar, örtüler, kılıflar geliştirilmeye, üretilmeye başlandı.

 

Üretilen bu kılıf-örtü ve şallar ile aslında; Müslüman kimlikleri, gelecek nesilleri berhava eden, İslam’ı salt görüntüden veya ritüellerden ibaret kılan, protestan bir din anlayışına hızla evirilme başladı.

 

İslam adına çıkıp konuşan, ortada görünenlerin, İslam’ı yaşama, ihlas, samimiyet diye bir dertlerinin kalmadığı görülmektedir. Dert; şöhret, güç, makam vs gibi dünyalıklar oluvermiş. Ancak her birisi Kuran, Sünnet, tasavvuf falan diyerek yol almaktadırlar.

 

İslami anlayış, müntesibi olanlarca darmadağın edilmekte… Yeter ki gücü, dünyalığı olsun. Aslında yapılanlar doğrudan bu Dini protestan bir din kılma ameliyeleridir. Kimisi, Kuran diyerek, kimi tasavvuf diyerek dini ruhundan, hikmetinden soyundurmakta ve dini, hayatın dışına bir şekilde atmaktadırlar.

 

Yaşanılan bu savrulmalar ve gelinen nokta ile yaşanılan hal nedeniyle; 28 Şubat başarılı olmuştur demek, çok da yavan bir iddia olmazsa gerektir. Dindarların dünyasına rahatlıkla giren ittihatçılık-Kemalizm-milliyetçilik; olmadığı kadar meşruiyet zemini kazanmış bulunmaktadırlar.

 

Aslında bir boyutuyla 28 Şubatın amacı; dindar insanların dini, hayatlarının dışına atmalarını sağlamak ve rejimin kabullerine uygun bir din inşa etmekti de denebilir.

 

Gelinen noktada 28 Şubat bu boyutuyla başarılı olmuştur. Verilen birkaç lolipop şekerinin tadına kapılan dindarlar; gelinen noktada yaşadıkları dünyevileşme ve konformizm nedeniyle olayın vahametinin bile farkında değiller.

 

Adaleti, dürüstlüğü, emin olmayı, hakka riayetkarlığı gündeminden çıkaran insanlar topluluğuna dönüşmüş Müslümanlar, dünyalık göreceli kazançlarını kaybetmeme uğruna her şeye sallabaş bir hal almış bulunmaktadırlar.

 

Kendine dönmeyen, kendini muhasebeye tabi kılmayan, hata ve suçu hep karşıya yükleyen bir kişilik yapısı; İslam’la bağı oldukça zayıflamış bir kişilik yapısıdır. Çünkü İslam, Müslümanın mutlaka kendisini muhasebe etmesini ve düzeltmesini ister.

Wesselam.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.