Değişen Gündemin Peşinde Koşmak

Oktay GÜVENER

Her gün yeni bir gündemle uyanan bir ülkede köşe yazarı olmak, gerçekten zor bir iş. Tam aklınızda bir konu şekillenmiş, cümleler zihninizde sıralanmış oluyor; fakat ülkenin ve dünyanın temposu öyle yüksek ki, daha kaleminizin mürekkebi kurumadan gündem değişiyor, yazınız eskimiş sayılıyor.

Türkiye’nin en değişmeyen gündemi ise ne yazık ki ekonomik kriz. Her sabah, market fiyat etiketleri, zamları, kiralar ve faturalarla yüzleşiyoruz. Onun yanı sıra, bir bakıyoruz barış süreci tartışmaları başlamış, bir gün sonra ülkenin dört bir yanında orman yangınları… Daha onları anlamaya çalışırken deprem haberleri, sahte diploma skandalları ve başka başka krizler. Neye odaklanacağınızı şaşırıyorsunuz.

Dünya cephesinde ise tek değişmeyen başlık, İsrail’in Gazze’de uyguladığı insanlık dışı zulüm. Aylar geçti, binlerce insan açlık, susuzluk ve bombardıman arasında sıkışıp kalmış durumda. Ne yazık ki bu dram, diplomasi salonlarında sadece “kınama” cümleleriyle karşılık buluyor.

Bunun yanında, Azerbaycan-Ermenistan barış sürecinden “nemalanan” ABD ve özellikle Trump’ın hamleleri gündemde önemli bir yer tuttu. Tüm çabayı gösteren zorluklara göğüs gerek Türkiye ama pastayı yiyen ABD. Zengezur koridorunu ismi bile Trup Koridoru oldu. Zaten Trump gelirken savaşları bitireceğim demişti ancak baktı ki bitireceği savaş yok. Bitmiş bir savaşın kaymağını yiyeyim dedi. Trump öyle bir tavır içinde ki, sanki dünya sahnesinden Nobel Barış Ödülü’nü almadan inmeyecek!!!

İçeride ise bu ayın en sıcak başlıklarından biri, memur ve memur emeklilerine yapılacak zam. Masaya oturacak sendikaların durumu malum: Yasa gereği yetkileri sınırlı, etkileri ise neredeyse yok. Masanın oluşumundan, yasa maddelerine kadar baştan yanlış kurulmuş bir sistem var. Bu yapı değişmediği sürece kimse sendikalardan bir şey beklemesin.

Bu hafta benim için de gündem yoğundu… Ama öyle haber bültenlerinde gördüğümüz, gazete sayfalarında okuduğumuz türden değil. Bu cumartesi günü, hayatımın en ağır gündemini yaşadım; annemi kaybettim.

Bazen bir insanın dünyası, tek bir haberle yıkılır. Dışarıda hayat akmaya devam ederken, sizin için zaman donar. Annemin ardından hissettiğim şey tam olarak buydu. Televizyondaki krizler, sosyal medyadaki tartışmalar, dünya siyasetindeki manevralar… Hepsi bir anda anlamını yitirdi.

Anneler, bir insanın hayatındaki en büyük sığınaktır. Sadece doğuran, büyüten değil; dua eden, bekleyen, affeden… Onlar yanımızdayken fark etmeyiz belki, ama yokluklarıyla anlarız ki anne, hayatın en büyük teminatıdır. Şimdi dönüp bakıyorum, ülkenin gündeminden kaçıp annemin gölgesine sığınmak, bütün yorgunluklarımı unutturuyormuş.

Bu yazıyı bir ağıt gibi de yazabilirdim ama istemiyorum. Çünkü annemin bana öğrettiği en önemli şeylerden biri, hayat ne kadar acı verirse versin dik durmak ve iyi şeyler için çabalamak oldu. O yüzden bu satırları, sadece kendi acımı paylaşmak için değil; annesi hayatta olan herkese bir hatırlatma yapmak için yazıyorum: Arayın, sarılın, konuşun… Vakit sandığınız kadar bol değil.

Gündem değişir, krizler geçer, manşetler unutulur. Ama anne ve baba sevgisi asla unutulmayacak bir sevgidir. Ben artık onlarsız devam edeceğim… Ama biliyorum ki, annemin ve babamın duaları hâlâ üzerimde, sesleri hâlâ kulaklarımda. Ve bu, bana her şeyden daha büyük bir güç veriyor.

Sonuçta, gündem ve hayat hızla devam ediyor. Bir yerde doğum bir yerde düğün olurken bir diğer tarafta ise ölüm gerçekliğini hiç yitirmiyor. Tüm bu şartlar altında yine de yazmak, kayda geçirmek, hafızayı diri tutmak zorunda hissettiğim için bu satırları kayda aldım. Çünkü biz unutsak da yaşananlar, hayatımızın tam ortasında durmaya devam ediyor.

Sonraki haftalarda daha sakin gündemlere uyanmak dileğiyle.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.