Devlet, demokrasi ve entegrasyon üzerine bir sohbet!

Bêjdar Ro Amed

Demokrasi, içsel özgürlük ve entegrasyon kavramlarının tanımına öncelik vererek başlayalım ve hep beraber anlamaya ve incelemeye çalışalım.

Demokrasi Nedir, Ne Değildir?

Demokrasi çoğu zaman “özgürlük” ile aynı şey gibi düşünülür. Ama dikkat etmemiz gereken bir ayrım var: Demokrasi, insanın içsel yani zihinsel ve varoluşsal özgürlüğü değildir. Demokrasi, daha çok toplumsal düzeyde işleyen, insanların esneklik ve uzlaşı içinde birlikte yaşayabilmesini mümkün kılan bir modeldir.

Yani demokrasi, insanın kendi özünü bulması değil; kendini bulamamış insanların ya da toplumların çatışmadan, kavga etmeden yaşayabileceği ortak bir platformdur. Bu platformda insanlar birbirine tahammül etmeyi, dinlemeyi ve birlikte çözüm aramayı öğrenir.

İçsel Özgürlük Bambaşka Bir Şeydir

Peki, içsel özgürlük nedir? İçsel özgürlük, insanın kendi bütününden yani varoluşundan kopmuşken yeniden kendine dönmesidir. Zihinsel bariyerlerden, psikolojik blokajlardan arınıp kendi hakikatiyle buluşmasıdır.

Demokrasi bunu garanti etmez. Ama demokrasi, insanın kendini bulması için bir eğitim alanı, bir deneme sahası olabilir. Yani demokrasi tek başına içsel özgürlük değildir; fakat bu özgürlüğün gelişmesi için bir ortam sunabilir.

Entegrasyon Neyi İfade Eder?

Entegrasyonun farklı bir anlamı vardır. Bu kelime çoğu zaman yanlış anlaşılır. Kimileri entegrasyonu “tek tip bir model” ya da “başkası gibi olmak”, “eriyip yok olmak” sanır. Oysa entegrasyon bambaşka bir şeydir.

Entegrasyon demek, her insanın, her grubun, her topluluğun ve her kurumun önce kendi içinde bir bütünlük sağlaması demektir. Yani kendini tanıması, anlaması ve kendi parçalarını birbirine bağlamasıdır. Kendi içinde bütünlük kuramamış bir birey ya da toplum, başka bir toplum veya devletle sağlıklı bir uyum yaşayamaz. Bu yüzden entegrasyonun ilk adımı içeride başlar: birey, kurum ve toplum kendi içinde bütünleşmeden dışarıyla sağlıklı bir bağ kurmak imkânsızdır.

Kurumların Rolü Neden Önemlidir?

Kurumlar, entegrasyonun en canlı laboratuvarlarıdır: yerel yönetimler, belediyeler, dernekler, sivil toplum kuruluşları ya da iş yerleri… Bunların her biri küçük çaplı toplumsal yaşam alanlarıdır.

Eğer bu kurumlar kendi içinde paylaşımcı, demokratik ve kapsayıcı bir düzen kurarlarsa, toplumun bütünlüğünü besleyen güçlü modeller ortaya çıkar. Ama eğer kurumlar kendi içinde özgürlük ve uyum geliştiremezse, toplumun da bütünüyle entegrasyon sağlaması zorlaşır.

Kavramların İlişkisi

Öyleyse kavramları şöyle netleştirebiliriz:

İçsel özgürlük: İnsan ya da toplumun kendi özünü bulması, varoluşuyla barışması.

Demokrasi: İnsanların ve toplumların esnek, uzlaşıya dayalı şekilde bir arada yaşayabilmesini sağlayan model.

Entegrasyon: Bireylerin, kurumların ve toplumların kendi iç bütünlüklerini kurarak daha geniş toplumsal bütünlükle kaynaşması.

Demokrasi, entegrasyon ve içsel özgürlük tek başına birbirinin yerine geçmez. Ama bu üç kavram iç içe geçtiğinde gerçek bir toplumsal derinlik ortaya çıkar.

Yaşanabilir Bir Ülke Olmak Ne Demektir?

Kendimize ve tüm insanlara şu soruyu sormak gerekir: Bir ülkeyi gerçekten yaşanabilir kılan şey nedir? Kimileri “güçlü bir ekonomi” der, kimileri “güvenlik” ya da “iş imkânı” der. Bunların hepsi önemlidir, kimse inkâr edemez. Ama daha temel bir şey vardır: Bir ülke, insanlarının kendi hakikatini yaşayabildiği ölçüde yaşanabilirdir. Yani herkes, kim olduğunu, neye göre ve nasıl yaşadığını ve nasıl yaşamak istediğini saklamadan, korkmadan ortaya koyabiliyorsa o ülke nefes alınır bir yere dönüşür.

Peki bu nasıl mümkün olur? Bunun en önemli aracı demokrasidir.

Demokrasi Devleti Yumuşatır

Demokrasi, devletin sert kabuğunu yumuşatan esnek bir modeldir. Devlet esnedikçe, toplumdaki farklılıklar da görünür hale gelir. Düşünün: Sert bir kayada ne kadar zenginlik olursa olsun, dışarıya kolay kolay çıkmaz, içinde gizli kalır. Ama toprağı yumuşattığınızda filizler boy verir, çeşit çeşit bitki açığa çıkar.

Demokrasi de böyledir. Devletin yumuşaması, toplumdaki renklerin, kimliklerin ve farklı güzelliklerin ortaya çıkmasını sağlar. Ve bu farklılıklar çatışmak yerine birbirini tamamlayan bir tabloya dönüşür.

Katı Devlet, Bastırılmış Farklılıklar

Peki devlet sertleşirse ne olur? Devlet katılaşıp her şeyi merkezin tek elinden yönetmeye kalktığında, toplumun renkleri görünmez hale gelir. Bastırılır, yok sayılır. Ama unutmayalım: Bastırılan hiçbir şey yok olmaz. Sadece derinlere çekilir ve gün gelir patlak verir. Böylece sürekli bir gerginlik, sürekli bir huzursuzluk ortaya çıkar.

Dünyadan Örnekler

Bugün gelişmiş ülkelere bakarsak —Avrupa ülkeleri, Japonya, Amerika gibi— çoğu bu gerçeği fark edip, kabul etmiştir. Demokratikleşerek, devletlerini daha esnek ve kapsayıcı hale getirmişlerdir. Bu da onların toplumsal düzeylerini yükseltmiştir.

Şunu da belirtmek gerekir: Demokrasi tek başına köklü ve kusursuz bir çözüm değildir. Onun da sınırları, çelişkileri vardır. Ama yine de bir ülkenin yaşanabilir olması için kaçınılmaz bir şarttır.

Demokratikleşme Halkların Sağlıklı Duruşunu Sağlar

Devlet demokratikleştikçe, toplumun gerçekleri açığa çıkar. Bu, özellikle devletle sorunlu ilişkiler yaşayan halklar için çok önemlidir. Çünkü demokrasi, onların isyan ya da radikal itiraz yerine daha sağlıklı, daha barışçıl bir duruş geliştirmesine zemin hazırlar.

Burada akla şu soru gelir: Peki sadece demokrasi yeter mi?

Fark ederek inceleyelim: Bir insan kendi içinde parçalıysa, ne istediğini bilmiyorsa, kendiyle barışmamışsa, onun dışarıyla uyum içinde yaşaması mümkün olur mu? Aynı şey toplumlar için de geçerlidir. Kendi içinde bütünleşmeyen, kendi rengini tanımayan, kendi değerlerini anlamayan toplumlar da sağlıklı bir birliktelik yaşayamaz.

Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kendi içinde entegre olmayan bir toplum ya da devlet ne kadar demokratikleşirse demokratikleşsin, yine de kendi bütünlüğünü bulmakta zorlanır. Ama tersi de mümkündür: Eğer bir toplum kendi içinde entegrasyonunu sağlamış ve demokratik bir yapıya sahipse; yani korkmadan kendini tanımış, anlamış ve ifade edebiliyorsa, devlet henüz demokratik olmasa bile, o toplum devleti demokrasiye duyarlı hale getirmek için çok güçlü bir öncülük rolü oynar.

Demokrasi ve Entegrasyon Birlikte Gelişirse

Kısaca şunu söyleyebiliriz: Demokrasi, hem devletin ve hem de toplumun esnekliğiyle ilgilidir. Entegrasyon ise toplumun kendi iç bütünlüğüyle ele alınmalıdır. Bunlar ayrı ayrı değerlidir, ama tek başlarına yeterli değildir. İkisi birlikte geliştiğinde gerçek anlamda yaşanabilir, özgür ve sürdürülebilir bir ülke ortaya çıkar.

İnsanın Kendi İçinde Özgürleşmesi

Devlet olma ihtiyacını hissetmeyen halklar, kendi içinde zihinsel özgürlüğe ve yaşamsal demokrasiye ulaşmadan sağlıklı bir bütünlük yaşayamazlar. Çünkü entegrasyonun içsel dönüşüm anlamı da, bireyin kendi yaşamını ve anlayış sorunlarını aşmasıdır. İnsan, önce kendi içinde özgürleşip bütünlüğünü bulmadıkça başkalarıyla sağlıklı bir birliktelik kuramaz.

Bu noktada şu soru önemlidir:

Bir insan kendi zihinsel bariyerlerinden, yani kendisine ait olmayan psikolojik blokajlardan arınmadan başkalarıyla gerçek bir demokrasi yaşayabilir mi?

Günlük Hayatta Entegrasyon ve Demokrasi

Ailede Demokrasi ve Entegrasyon

Her şey aslında bireyde ve ailede başlar. Küçük bir çocuk düşünün: Eğer anne-babası onun sözünü hiç dinlemiyor, ona sürekli susmasını söylüyorsa, çocuk kendi bütünlüğünü kaybeder ve psikolojik değersizlik hissi ile dolmaya başlar. Farklı önerilerini ve yaklaşımlarını söylemekten korkar. Oysa aile içinde küçük bir demokrasi kurulursa, yani çocuk da dinlenirse, ailede bir bütünlük doğar. Bu, çocuğun kendini ifade etmesine izin vermek kadar basit olabilir.

Şimdi soralım: Çocuğumuzla küçük meseleleri paylaşmadan, ona söz hakkı vermeden toplumda büyük bir demokrasi kurulabilir mi?

Mahallede Birlikte Yaşama Anlayışı

Mahallede de durum farklı değildir. Düşünün ki apartmanda yaşayan herkes kendi kapısının önünü temizliyor ama ortak merdivenler kirli kalıyor. Böyle bir yerde huzur olur mu? Çünkü ortak olanı paylaşmayı bilmeyen mahalleler, gerçek bir bütünlüğe ulaşamaz. Yine fark edelim ki herkes yalnızca kendi evinin önünü süpürüyor ama ortak sokaklar, meydanlar, parklar kirli kalıyor. Böyle bir yerde huzur olur mu? Çünkü ortak olanı paylaşmayı bilmeyen mahalleler, gerçek bir bütünlüğe ulaşamaz.

Bir mahallede insanlar birbirine selam veriyor, sorunları konuşarak çözüyor ve ortak alanlara birlikte sahip çıkıyorsa, işte bu demokrasi ve entegrasyonun küçük bir modeli olur.

Sivil Toplum Kuruluşlarında Farklılıklarla Birlikte Yaşamak

Sivil toplum kuruluşları da toplumun birer yansımasıdır. Farklı etnik kimliklerden, inançlardan, kültürlerden insanlar bulunabilir. Eğer bu kuruluşlar, tüm insanlara eşit değer veriyor, onların farklılıklarını zenginlik olarak görüyorsa, o kuruluş bir demokrasi ocağına dönüşür. Ama insanların bir kısmı ötekileştirilirse, o kuruluş parçalı kalır, bütünleşemez.

İş Yerinde Paylaşım ve Özgürlük

İş yerlerinde de benzer bir durum vardır. İşveren her şeyi kendi kafasına göre yapıyor, çalışanların önerilerini ve ihtiyaçlarını hiç sormuyorsa, orada demokrasi yoktur. Bu durumda çalışanlar kendini değersiz hisseder ve verim düşer. Ama ihtiyaçların paylaşıldığı, sorunların konuşularak çözüldüğü, farklı yeteneklerin bir araya geldiği iş yerleri güçlü bir kurum haline gelir.

Demokratik Katılımın Anahtarı: Açıklık ve Üretkenlik

Mesele şu: Bir siyasi kurum düşünelim. Eğer bu kurum, farklı önerilere, inceleme ve itirazlara açık değilse; her yeni bakışa şüpheyle, kaygıyla ya da korkuyla yaklaşıyorsa, orada gerçek bir inceleme ve değerlendirme süreci yaşanamaz. Bir metin ya da öneri gündeme geldiğinde, kurum onu derinlemesine tartışmaya almıyor, sadece göstermelik bir dinleme veya yüzeysel bir inceleme yapıyorsa, bu tavır aslında demokratik sürecin özünü zedeler.

Demokrasi, sadece temsilcilerden ibaret değildir; asıl ruhu, farklı seslerin duyulabilmesi ve ciddiyetle değerlendirilebilmesidir. Bu yapı sağlanmadığında, kurum dışarıya kapalı bir sistem gibi işlemeye başlar. Farklı olana karşı sürekli kaygı ve itiraz hali, içsel özgürlüğün önünde de büyük bir engel oluşturur. Çünkü bir kurum, kendi içinde özgürce göremiyor ve konuşamıyorsa, topluma da özgürlük alanları açamaz. Kapalı bir zihin, kapalı bir kurum yaratır; kapalı bir kurum da özgürlüğü asla tadamaz.

Üretkenlik dediğimiz şey, gerçeğin peşine düşmektir. “Bu konu zaten doğrudur” deyip geçmek değil, “Acaba başka bir açıdan da bakabilir miyiz?” diye sormaktır. Farklı öneri ve sorgulamaları tehdit gibi görmek yerine, kendi gelişimimizin anahtarı olarak görmektir.

Kısacası, demokrasiye katılmak istiyorsak önce kendi korkularımızı, kaygılarımızı, savunmalarımızı fark etmeliyiz. Açıklık ve sorgulama olmadan ne içsel özgürlük yaşanır ne de gerçek paylaşım mümkün olur.

Dışında Kalanlar ve Eksikliği hissedilmeyenler

Yeri ve konumu ne olursa olsun ve nerede yaşıyorsa yaşasın siyasal bütünlüğe farklı göz ve önerilerle bakan, onu sorgulayan, yeni alanlar açan ya da uzun yıllar bu çabalara eşlik edip de kenarda kalan insanlar bu sürecin dışında tutulursa, orada gerçek bir demokrasi ve entegrasyondan söz edilemez. Katılmayanın, farklı sorgulayanın, inceleyici bir öneri içinde olanın, yeni bakış açıları getirenin dışlandığı bir yerde demokrasi eksik kalır, entegrasyon da yarım olur.

Gerçek bir dönüşüm, ancak bütün bu farklılıkların iç içe geçmesi, birbirini duyması ve ortak bir zeminde buluşmasıyla mümkün olur. Demokrasi, entegrasyon ve içsel özgürlük bir araya geldiğinde ise toplum sadece özgür değil, aynı zamanda yönlendiren, sorgulayan ve geleceğe yol açan canlı bir varlık haline gelir.

Toplumsal Yaşam Bütünlüğü

Ailede başlayan, mahallede, sivil toplum kuruluşunda, siyasi yapılarda, iş yerinde gelişen ve dışta kalanı dahil eden bu önemli demokratik adımlar, bir toplumun büyük entegrasyonuna giden yaşam gerçekliğidir. İnsanlar kendi içinde özgürleşir, kurumlar paylaşımcı olur, farklılıklar iç içe yaşanır. Böylece parçalanmamış bir toplum ortaya çıkar.

Bu toplum, devlete de başka bir gözle bakar. Çünkü kendi içinde bütünleşmiş bir toplum, devlete sadece uyum sağlayan değil, devleti demokrasiye duyarlı hale getiren, yönlendiren, ona yol açan ve ciddiye alınan vatandaş ve toplum haline gelir. Bu toplumun hiçbir bireyi bu entegrasyon ve bütünleşmeden çekinmez ve korkmaz çünkü tam ve bütünlüklüdür.

Demokrasi, Toplantı ve Görüşmeler Yapmak Kadar, Duyarlılıktır

Aslında demokrasi, çoğu zaman bu yönüyle yanlış anlaşılıyor. Sanki bol toplantı yapmak, komisyon üstüne komisyon kurmak bir “demokratik faaliyet” gibi algılanıyor. Oysa bu, demokrasinin özü değil, sadece bir görüntüsüdür.

Gerçek demokratik tavır, doğru yerde, doğru zamanda, doğru ölçüde inisiyatif almaktır. Toplantının da, komisyonun da kıymeti ihtiyaçla ilgilidir. İhtiyaç varsa yapılır, yoksa sırf yapılmış olsun diye toplanmak zaman kaybı ve sorumluluktan kaçışa dönüşür.

Burada asıl mesele:

Duyarlılık: Hem topluma hem vicdana karşı açık olmak.

Hesap verebilirlik: “Ben bunu neden yaptım?” diye sorulduğunda gönül rahatlığıyla cevap verebilmek.

İşte demokrasi, bu iki özün günlük yaşamın temeli haline gelmesidir. Böyle olunca, toplantı da komisyon da gerçekten ihtiyacın çağrısına uyarak, zorlamasız ve samimi şekilde ortaya çıkar.

Sonuç

Bir ülkenin özgür, huzurlu ve yaşanabilir olabilmesi; devletin demokratikleşmesi, toplumun kendi içinde özgür, demokratik, entegrasyonunu sağlamış ve bireylerin içsel özgürlüklerini bulmasıyla mümkündür. Bu üç unsur birbirinden ayrı değil, birbirini besleyen dinamiklerdir. Demokrasi, devleti esnetir; entegrasyon, toplumu bütünleştirir; içsel özgürlük ise bireyi sağlamlaştırır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.