"Caydırıcı cezaların sembolik kaldığı, denetimin göstermelik olduğu her alanda vatandaş aç kurtların insafına terk edilmektedir." Bu söz, Türkiye'deki mevcut durumu özetlemektedir. Bir devletin varlık nedeni sadece vergi toplamak ya da bürokrasi üretmek değildir. Devlet, vatandaşının canını, malını, hakkını ve onurunu korumakla yükümlüdür. Bunu yapamadığı anda, sosyal sözleşmenin en temel maddesi ihlal edilmiş olur.
Yüksek enflasyon dar gelirliyi ezerken, fırsatçıları zenginleştiriyor. Tüketici Hakları Derneği'nin 2023 raporuna göre temel gıda ürünlerindeki fiyat artışı %120'yi aşmış durumda. Bu artış sadece maliyet kaynaklı değil; büyük şirketlerin keyfi fiyatlandırmaları ve fahiş kâr hırsıyla gerçekleşiyor. "Nasıl olsa cezası sembolik" mantığı, vatandaşı sistemli bir sömürü düzenine mahkûm ediyor.
Enerji ve bankacılık sektörleri bu sömürünün en açık örnekleri. Elektrik ve doğalgaz faturaları şeffaf değil, haksız ücretlendirmeler yaygın. TÜDEF verilerine göre enerji şikayetleri bir yılda %45 artmış durumda. Bankalarda kesilen cezalar ise dev karlar karşısında sembolik kalıyor.
Geçtiğimiz günlerde Gaziantep'te yaşanan olay, durumun vahametini gözler önüne serdi. Şehitkamil Belediyesi'nin bir gıda fabrikasına yaptığı denetimde, küflenmiş, bozulmuş, tarihi geçmiş ürünler bulundu. Denetime bizzat katılan Belediye Başkanı Umut Yılmaz'ın fabrika sahibine yönelttiği "Sen bunları annene, çocuklarına yedirir misin? Kendin yer misin?" sorusu, her şeyi özetliyordu. Fabrika sahibinin "Tabii ki hayır" cevabı ise yaşanan ahlaki çöküşün belgesi oldu.
Hukuki yaptırımların sembolik kalması, fırsatçılığı özendiriyor. Bir şirket milyonlar kazanırken, ödediği ceza yüz binlerle sınırlı kalabiliyor. Dünyada ise durum farklı: ABD'de bankalar yasa dışı işlemler nedeniyle yüz milyonlarca dolar ceza ödüyor, Japonya'da gıda hilesi yapan şirketlerin lisansı iptal ediliyor. Türkiye'de ise süreçler yavaş, cezalar göstermelik, adalet terazisi güçlüden yana ağır basıyor.
Gıda sahteciliği artık salgın boyutuna ulaşmış durumda. Baklavada gıda boyası, yoğurtta yasaklı katkı maddesi, peynirde süt yağı yerine bitkisel yağ, ette hileli karışımlar... 8.150 ton sahte bal ele geçirilmesi buzdağının sadece görünen kısmı. Daha da vahimi, Avrupa Birliği'nin kalıntı oranı yüksek diye reddettiği sebze ve meyvelerin iç piyasada vatandaşa sunuluyor olması. Bu, vatandaşın sağlığının uluslararası kâr uğruna feda edilmesidir.
Çözüm Yolu Açık ve Net
Bağımsız Denetim: Denetim mekanizmaları siyasi ve ekonomik baskılardan arındırılmalı
Caydırıcı Ceza: Cezalar ihlalden elde edilen kazancın katları oranında olmalı
Hızlı Adalet: Şikâyet mekanizmaları etkin ve ücretsiz işlemeli
Lisans İptali: Tekrarlayan ihlallerde faaliyet izinleri iptal edilmeli
5.Şeffaflık: Tüm denetim sonuçları kamuoyuyla anında paylaşılmalı
Ancak sorumluluk sadece devlette değil. Esnaf ve üreticiler de bu ülkenin vicdanıdır. Kazanç hırsı insanlık değerlerinin önüne geçtiğinde toplum çözülmeye başlar. Bugün yapılan küçük hileler, yarın toplumsal güveni yok eder. Her esnafın terazisinde sadece mal değil, vicdan da olmalıdır.
Devlet, vatandaşını piyasanın merhametine bırakamaz. Güçlü devlet, sadece güçlüye değil, en zayıfa da sahip çıkar. Denetim göstermelik, ceza sembolik kaldığında toplumsal çürüme kaçınılmazdır. Gaziantep'teki o fabrika sahibinin "Tabii ki hayır" cevabı aslında hepimizin yüzleşmesi gereken gerçeği haykırıyor: Kendimize yediremediğimizi başkasına satmanın adı ticaret değil, ahlaki çöküştür.
Gerçek kalkınma, ancak adalet ve güven ortamında mümkündür. Devlet caydırıcı cezalarla denetimi sağlarken, toplum da vicdan terazisini korumalıdır. Çünkü adaletin olmadığı yerde ne bereket kalır ne de güven.
DEVLET VATANDAŞINI KİMSENİN İNSAFINA BIRAKAMAZ
İlk yorum yazan siz olun