Diken: Türkçeden Kürtçeye çeviri desteği verilsin

Anadili Kürtçe bir yazar olan Şeyhmus Diken, kitaplarını Türkçe yazmasının, anadilinden kitap yazamamasının nedenleri üzerine de çarpıcı açıklamalarda bulundu.

 ‘Kent hikâyeleri üzerine, kentin geçmişi, kimlik ve kültürü üzerine, başta sözel ve yerel tarih olmak üzere deneysel denemeler, öyküler de yazan bir yazarım’ diyen Diken, Amida Ana’nın yazılış hikâyesini anlattı.

Önümüzdeki yıllarda Kürtçe yazma fikrinin kafasında şekillendiğini belirten Diken, “ Kürtçe bizim anadilimiz olsa da eğer siz Kürtçe düşünemiyorsanız, rüyalarınızı Kürtçe göremiyorsanız, düşünce kapasiteniz, havsalanız Kürtçe üzerinden şekillenmiyorsa sonradan ne kadar çaba sarf ederseniz edin yine de sonradan öğrenilmiş bir dil üzerinden bir yazınsal serüvene girmiş oluyorsunuz. Kürtçe benim anadilim ama yine de kendimi Kürtçeyi sonradan öğrenmiş biri olarak hissediyorum. Anamdan doğduğumdan beri ailem yanımda Kürtçe konuşmamış ve dolayısıyla Türkçe ile hayata başlamışım” diye konuştu.

Kürtçe yazma ve yayınlama konusunda bugün için herhangi bir engelin olmadığını dile getiren Diken, “ Kültür Bakanlığı mademki, bu ülkenin Kültür Bakanlığı ise, nasıl ki, Türkçeye ayrıcalık tanıyorsa, Türkçeden başka dillere çevrilen kitaplara TEDA çeviri desteği veriyorsa ki, benim iki kitabım Türkçeden Fransızcaya çevrildi ve yabancı yayınevleri TEDA’ dan çeviri için destek fonu aldılar. Şimdi mademki, Türkçeden başka dillere, İngilizce, Fransızca, Almanca çevirilerde Kültür Bakanlığı TEDA aracılığı ile çeviri fonu desteği sağlıyorsa, Türkçeden Kürtçeye çevirilere neden destek vermiyor?” diye sordu.

 

Uluslararası PEN Kulübü Türkiye kolu Türkiye P.E.N. Yazarlar Derneği Diyarbakır Temsilciliğini yapan ve gazetemiz yazarlarından da olan Şeyhmus Diken ile Türkçe olarak yazdığı çocuk öykü kitabı olan Amida Ana’nın Kürtçeye çevrilmesi konusunda konuştuk.  

Amida Ana’yı nasıl yazdınız, bugüne kadar kaç kitabınız Kürtçeye çevrildi?

‘Bu kentte doğmuş, büyümüş biri olarak bu kenti yazıyorum’

 “Ben kent hikâyeleri üzerine, kentin geçmişi, kimlik ve kültürü üzerine, başta sözel ve yerel tarih olmak üzere deneysel denemeler, öyküler de yazan bir yazarım. Kenti dışarıdan gelen bir Seyyah gibi, gezip görmüş biri olarak değil, bu kentte doğup, büyümüş, yaşamış biri olarak, kentin yaşanmışlıkları üzerinden kentin hikâyesini bilen ve eli kalem tutan biri olarak yazıyorum. 

‘18 kitabımdan 10’u Diyarbakır’ı anlatıyor’

Bu bir bakıma beni de yazarlık kimliğim açısından mutlu eden bir durumdur. Daha önce de ‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir Diyarbakır’ olmak üzere ki, o kitap 8 baskı yaptı. Fransızca ve Kürtçe çevirileri de yapıldı bu kitabın. Bunun dışında da daha başka şehir kitapları da yazdım. Şimdiye kadar yayınlanmış 18 kitabımdan yaklaşık 10’u bir şekilde Diyarbakır’ın hikâyeleri, yaşanmışlıkları, etnik kimlikleri, o çok dilli çok kültürlü özellikleri, kaybedilenler, yeniden kazanılanlar üzerine bina edilmiş ve daha çok yetişkinler üzerine yazılmış kitaplardı.

 

‘Amida Ana birkaç ay gibi kısa bir süre çerisinde ikinci baskısını yaptı’

 Bundan 3 yıl kadar önce TÜYAP’ın düzenlediği Diyarbakır kitap fuarı için konuklar gelmişti şehre. O konukları Erdebil Köşkünde bir sabah kahvaltısı için davet etmiştim. Kahvaltı sırasında söz döndü dolaştı Diyarbakır üzerine geldi. Diyarbakır’ın hikâyeleri üzerine konuşulurken ben orada bulunan konuklara bir hikâye anlattım. Konukların arasında olan Can yayınlarının sahibi rahmetli Erdal Öz’ün eşi Samiye Hanım yerinden kalkarak geldi ve benden anlattığım bu hikâyeyi yazıp göndermemi istedi. Can Yayınlarının çocuk kitapları bölümünün editörü olduğunu belirten Samiye Öz hikâyemi yayınlamak istediğini söyledi. Ben de dedim ki, bu anlattığım tek bir öyküdür bir öykü için bir kitap çıkarmak nasıl olur. Samiye Hanım da dedi ki, ‘Biz bunu bir kitap olarak da yayınlarız ama Ağa’nın eli tutulmaz, eğer birkaç öykü ile bunu zenginleştirirsen bizim için daha iyi olur.’

O yaz oturdum ve kısa bir zaman dilimi içerisinde ve farklı bir tasarım ile kitabı bitirdim. Bu tasarımı nasıl yaptım: Hikâyeyi öyküleştirdim, kentin efsanelerinden, yaşanmışlıklarından yola çıkarak bir gezgini Diyarbakır’a konuk ettim. Bu gezgini, kentin eski hanlarından birinde konaklattım. Ondan sonra da bu gezgini Suriçinde, Surdışında, On gözlü köprüde, Hevsel Bahçelerinde, Erdebil Köşkünde dolaşmaya çıkardım. Her gittiği yerde görüştüğü insanlara da kentine dair bir hikâye anlattırdım. Bütün bu hikâyeler de Puzzle’nin parçaları gibi birbirini tamamladı. Tamamlanan öykü kitabımı Can Yayınlarına yolladım, onlar da çok beğendiklerini ve bu öyküleri resimleyeceklerini söylediler. Böylelikle Amida Ana / Dayik Amida 2014 Mayıs’ındaki fuara yetişmiş oldu. Amida Ana birkaç ay gibi kısa bir süre çerisinde ikinci baskısını da yaptı.

‘Amida Ana, çocuklara yönelik yayınlanan bir öykü kitabıdır’

Amida Ana, çocuklara yönelik yayınlanan bir öykü kitabıdır ve haliyle dili de çocukların algısına göre şekillendi. Fakat kitap ortaya çıktıktan sonra özellikle çocukların öğretmenleri,  kitabın çocukların ebeveynlerinin de okuması gereken bir kitap olduğu yönünde görüşler belirttiler. Amida Ana özellikle okullarda bir hayli ilgi gördü.

‘2. Amed Kitap Fuarında imzası da yapılan Dayik Amida’ya halkın ilgisi yoğun oldu’

 Kitabın yayınlanmasının üzerinden belli bir süre geçtikten sonra Diyarbakır’daki Lis Yayınevi Amida Ana’yı Kürtçeye çevirmek istediklerini söylediler. Kürtçe çocuk öykü kitaplarının hayli az olduğunu değerlendiren Lis Yayınevi,  4 aylık bir çalışmanın sonunda Amida Ana’yı Kürtçeye çevirdiler ve geçtiğimiz haftaki kitap fuarının ilk gününde Dayik Amida yayınlandı. 2. Amed Kitap Fuarında imzaladığım Dayik Amida’ya halkın ilgisi yoğun oldu. Sonuçta ben Türkçe yazan bir yazarım ama Amida Ana’nın da içinde bulunduğu üç kitabım Kürtçeye çevrildi. Tabii ki, benim Türkçe okurlarım Kürtçe okurlara göre çok daha fazladır. Kürtçede yayınlanmış kitaplara son yıllarda giderek artan bir ilgi var. Dolayısıyla Dayik Amida’ya da fuarda bir ilgi oluştu.

Anadili Kürtçe olan bir yazar olarak neden kitaplarınızı Kürtçe yazmıyorsunuz?

‘Resmiyete göre Kürt halkı yok ve dolayısıyla olmayan bir halkın dili de yoktu’

Bu aslında bizim tragedyamızdır. Bu trajik meselenin hesaplaşması, sorgulanması çok derinlere gitmesi gereken bir konudur. Türkiye’de Kürtçe 1925’lerden sonra Takriri Sükûn Kanunu ile birlikte, o sürgünler, yasaklar döneminde ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Yani bırakın Kürtçenin bir dil olmasını Kürtlerin varlığı dahi kabul edilmiyordu. Resmiyete göre Kürt halkı yok ve dolayısıyla olmayan bir halkın dili de yoktu. Oysa evlerde, çarşıda, pazarda bu coğrafyada Kürtçe konuşuluyordu ama ciddi yasaklar sözkonusuydu. Hatta bir dönem bizden önceki kuşakların anlattığına göre Kürtçe konuşanlar kelime başına para cezasının ödendiği dönemleri yaşamış. Bu tip tuhaflıkların ve travmatik vakaların yaşandığı bir coğrafyada takdir edersiniz ki, insanlar da aileler de Kürtçe konuşmaktan ürker olmuşlar...

‘Türkçe olarak büyüdük, yetiştik’

1960 yıllarda çocukluğumuzda evlerde pek fazla Kürtçe konuşulmazdı. Çocukların, özellikle de şehir merkezlerinde Kürtçe konuşması tercih edilmezdi. Annem babam evde fazla Kürtçe konuşmazdı. Dolayısıyla da Türkçe olarak büyüdük, yetiştik. Kırsal kesimde yaşayan arkadaşlarım vardı ve onlar bana göre daha şanslıydılar. Çünkü ancak Jandarma, devlet memurları, öğretmenler köye geldiğinde devletin resmi temsiliyetiyle muhatap oluyorlardı ve onun dışındaki zamanlarda Kürtçe konuşmalarının önünde bir engel yoktu. Ya da en fazla Kasaba ve Kente gittiklerinde Türkçe üzerinden devletle resmi temas sözkonusu oluyordu. Kırsal kesimdeki çocuklar okul çağına kadar Kürtçeden başka dil konuşmuyorlardı ve Türkçe ile 7 yaşlarında anacak temas kuruyorlardı.

Ama biz kentte tam tersini yaşadık ve yaşamımızdaki birçok şeyi Türkçe üzerinden bina etmek zorunda kaldık. Dolayısıyla benim Kürtçe ile temasım, tanışmam ancak dünya görüşümün şekillenmeye başladığı Liseli yıllarımda oldu. O yıllarda da Kürtçe konuşmak bir hayli zordu. Çünkü Kürtçe yazmakta, düşünmekte ısrar edenler, bizden bir önceki kuşağın temsilcileri mahkeme kapılarında Kürtçe diye bir dilin varlığını savunmak zorunda kalıyorlardı.  Biz de o dönem Kürtçemizi sokakta konuşarak geliştirmeye çalıştık.  Ama maalesef hiçbir zaman Kürtçe ile edebiyat yapabilecek düzeye gelemedim.

Bugün her ne kadar çatışmalı bir süreç yaşansa da 3 yıllık bir çözüm süreci yaşandı ve bu süreçte Kürtçe yazma konusunda geçmişe göre daha esnek bir dönem yaşandı. Neden bu dönemde Kürtçe bir eser yazmadınız?

‘Kürtçe benim anadilim ama yine de kendimi Kürtçeyi sonradan öğrenmiş biri olarak hissediyorum’

Kürtçe bizim anadilimiz olsa da eğer siz Kürtçe düşünemiyorsanız, rüyalarınızı Kürtçe göremiyorsanız, düşünce kapasiteniz, havsalanız Kürtçe üzerinden şekillenmiyorsa sonradan ne kadar çaba sarf ederseniz edin yine de sonradan öğrenilmiş bir dil üzerinden bir yazınsal serüvene girmiş oluyorsunuz. Kürtçe benim anadilim ama yine de kendimi Kürtçeyi sonradan öğrenmiş biri olarak hissediyorum. Anamdan doğduğumdan beri ailem yanımda Kürtçe konuşmamış ve dolayısıyla Türkçe ile hayata başlamışım.

Evet, bugün zaman zaman Kürtçe metinler makaleler yazıyorum, gündelik hayatımda birçok yerde Kürtçe konuşuyorum ama sonuçta yazdığım makalelere baktığınız vakit, Kürtçeyi yeni öğrenmiş birinin kurduğu kısa cümleler, dağarcığı zayıf cümleler, yazım kuralları açısından bir hayli sıkıntılı cümlelerle dolu bir Kürtçe ile karşı karşıya kalırsınız. Diyebilirsiniz ki, bunlar aşılabilir ama ne yaparsanız yapın doğuştan gelen bir dil üzerinde şekillenen ruh hali kolay oluşmuyor. Bunu savunma ya da yasak savma kabilinden söylemiyorum. Sonradan öğrenilmiş bir dil ile çok iyi edebiyat yapmış birçok insan var. Örneğin Amin Maulof bunlardan biridir. Amin Maulof Arap asıllı biridir ve bir süre de Arapça yazmayı da denemiştir ama sonradan öğrendiği Fransızca üzerinden Amin Maulof olmuştur. Böyle örnekler olmakla birlikte ama bunlar çok yoğun çabaların ürünü ve muktedir toplumların dili üzerinden yaşanan durumlardır. Biliyorsunuz Kürtlerin bu manada kurumsal yapıları hala yeterince oluşmuş değil.

Devlet Kürtçeye ve diğer dillere kolaylık sağlamalı

Bugün Kürtçe öğrenmeye kalksanız, Kurdi Der’in kısmi çabalarını dışta bırakacak olursak, size tam anlamıyla Kürt dilini öğretecek kurumsal yapılar mevcut değil. Çünkü hala bile devlet bu kurumlara fırsat vermiyor, kapı aralamıyor. Devletin önyargılardan kurtularak Kürtçeyi ya da bu ülkede yaşayan diğer halkların dillerini de Lazcayı, Arapçayı, Gürcüceyi, Ermeniceyi, Süryaniceyi geliştirmek ya da onun üzerinden edebiyat yapmak isteyenlere fırsat yaratacak ekonomik, sosyal, siyasal alt yapının hazırlanması lazımdır. Bunlar oluşursa eminim ki, sadece Kürtçe için değil diğer diller için de ciddi kolaylıklar sağlanacaktır.

Bugün siz kendinizi Kürtçe yazma konusunda yeterli hissetseniz, Kürtçe yazma konusunda yasal bir engel var mı?

Kürtçeye çeviri desteği sunulmalı

Hayır, bugün Kürtçe yazıp yayınlamak anlamında herhangi bir yasal engel yok. Türkiye’de Kürtçe kitap basan epey yayınevi var, nitekim de geçen haftaki 2. Amed Kitap Fuarında 72 yayınevinden en az 60 tanesi ağırlıklı olarak Kürtçe kitap basan kurumlar ya da yayınevleriydi. Gördüğüm kadarıyla da bu konuda herhangi bir engelle de karşılaşmıyorlar.

Ama mesele bugün yasal bir engelle karşılaşıp karşılaşmama meselesi değildir. Kanaatimce bugün için mesele, Kürt dili üzerinde kültürel faaliyet yürütmenin kolaylaştırıcılığı konusunda müdahalelere ihtiyaç olmasıdır. Devlet, bugüne kadar yapılan yanlışların bertaraf edilmesine yönelik teşvikler uygulamalıdır. Kültür Bakanlığı mademki, bu ülkenin Kültür Bakanlığı ise, nasıl ki, Türkçeye ayrıcalık tanıyorsa, Türkçeden başka dillere çevrilen kitaplara TEDA çeviri desteği veriyorsa ki, benim iki kitabım Türkçeden Fransızcaya çevrildi ve yabancı yayınevleri TEDA’dan çeviri için destek fonu aldılar. Şimdi mademki, Türkçeden başka dillere, İngilizce, Fransızca, Almanca çevirilerde Kültür Bakanlığı TEDA aracılığı ile çeviri fonu desteği sağlıyorsa, Türkçeden Kürtçeye çevirilere neden destek vermiyor?

Siz başvuruda bulundunuz mu?

‘Her dilin kendi içinde bir harmonisi, ahengi, dinginliği, gücü, kudreti vardır’

Ben yazar olarak çeviri desteği konusunda herhangi bir başvuruda bulunamam, ama yayıncı arkadaşlar başvurmuşlar ve bugüne kadar değil çeviri desteği cevap dahi alamamışlar. Bu tuhaf bir haldir ve hala daha bir yerlerde bilinçaltında ve satır aralarında Kürtçeyi uluslararası anlamda Türkçeden bir başka dile çevrilen bir kategoride görmek istememe gibi bir ruh hali var. Ama açıkçası yayınevlerinin bu kanalları zorlamasından yanayım. Çünkü diller birbirini ötekileştirerek ya da öteleyerek değil, birbirini eşitleyerek ancak gelecek sağlayabilirler. Siz, ne Türkçeyi bir başka dilden zayıf ne de bir başka dili ezecek kadar güçlü gösterip diğer dilleri aşağılama hakkına sahip değilsiniz. Bütün diller için bu böyledir ve her dilin kendi içinde bir harmonisi, ahengi, dinginliği, gücü, kudreti vardır.

‘Dili özgürleştirmek, serbest bırakmak lazımdır’

Dolayısıyla siz, çok dilli, çok kültürlü, çok etnisiteli bir ülkenin yönetim, iktidar erkini elinizde bulunduruyorsanız bu zenginliği diller üzerinden dünyaya anlatabilecek bir politika oluşturmak zorundasınız. Yani, bu mantıkla baktığımızda tekçilikte ısrarcılıkla kültürel açıdan bir yerlere varılamadığını varılmasının mümkün olmadığını düşünenlerden biriyim. Benim kitaplarım sadece Kürtçeye çevrilmedi. Kitaplarımdan iki tanesi Kürtçenin Kurmanci lehçesine ve bir tanesi de Soraniceye çevrildi. Ama bu üçünün dışında Bulgarcaya, Fransızcaya, İngilizceye ve Almancaya da kitaplarım çevrildi. Çeviri Kitaplarım üzerinden Avrupa’nın birçok kentinde söyleşiler yaptım ve orada da bütün bunları anlattım. Dili özgürleştirmek, serbest bırakmak gerekir. Dil üzerine baskı kurduğunuz vakit bir yere varamıyorsunuz.

Amida Ana’nın Kürtçe çevirisi Dayik Amida’yı okurlarınız nasıl karşıladı, okurlarınızdan nasıl tepkiler aldınız?

'Kendi anadilinizde yazamıyorsunuz, Türkçe yazdığınız kitaplar sonradan anadilinize çevriliyor’

Anadili Kürtçe olan bir yazarın bugüne kadar Türkçe üzerinden kurduğu okur ilişkisinin Kürtçeye çevrilmiş bir kitabı üzerinden okurla ilişki sağlamasının hem hoş hem de insanı yaralayan ironik bir tarafı vardı. Nitekim bu anlamda 2. Amed Kitap Fuarında kitap imzaladığım okurlardan bazıları bu vurguyu da yaptılar. ‘İnşallah bundan sonra artık Kürtçe yazarsınız, Kürtçe yazdığınız kitapları da okuruz’ ifadelerini kullanan okurlarım oldu.

Ama Tabii ki, buradaki ruh hali çok tuhaftır. Yani, düşünün işte Kürtsünüz, Türkçe yazıyorsunuz. Kendi anadilinizde yazamıyorsunuz, Türkçe yazdığınız kitaplar sonradan anadilinize çevriliyor ve siz o kitabı okurlarınıza imzalıyorsunuz. Benim ‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır’ kitabım 2006’da Kürtçeye çevrildiği vakit, o ilk defa Kürtçeye çevrilmiş kitabımı elime aldığımda gözlerim dolmuştu. Bu durum açıkçası çok da zoruma gitmişti ve garip bir ruh haliydi. Mesela Batılı (Türk) birçok yazar kitaplarının Kürtçeye çevrilmesini prestij anlamında önemsiyor ama bende bu durum başka bir ruh haline tekabül etmişti. Çünkü kitabımın Kürtçe çevirisini elime aldığımda sanki bir yabancının kitabıyla haşır neşir oluyormuşum, yüzleşiyormuşum gibi bir ruh haline kapıldım. Hani, insan bir yabancının kitabını okuyabildiği bir dil üzerinden eline alır ilgilenir ya, ilk kitabımın Kürtçe çevirisinde bunları hissettim.

‘2006’ya göre şimdi Kürtçe ile daha fazla haşır neşir olmuş biriyim’

2006’daki ruh halim çok zor bir ruh haliydi ama Dayik Amida elime geldiğinde o ruh halinin büyük oranda aşılmış olduğunu gördüm. Tabii ki, 2006’ya göre şimdi Kürtçe ile daha fazla haşır neşir olmuş biriyim. Artık toplum içinde rahatlıkla Kürtçe konuşabiliyorum, Kürtçem daha çok serpildi, gelişti. Artık makale düzeyinde metinler yazabilecek düzeye geldim ve Kürtçe bende biraz daha fazla içselleşti.

‘Kürt dili konusunda iyi bir eğitim almaya ihtiyacım var’

Kürtçenizin gelişimi sizi önümüzdeki süreçte Kürtçe yazmaya sevk edebilecek mi? 

Kürtçem geçmişe nazaran gelişmekle birlikte henüz bir kitap yazacak kadar yetkinleşmiş, akıcılık kazanabilmiş değil. Bu konuda öyle “kabadayılığa” kalkışacak değilim. Çünkü henüz akıcı bir şekilde Kürtçe yazmaktan ve dilin inceliklerini kavramaktan uzağım.  Ciddi anlamda zamanımı ayırıp Kürt dili konusunda iyi bir eğitim almaya ve Kürtçe yazılan kitapları yoğun olarak okumaya ihtiyacım var. Tabii ki, çok iyi Kürtçe öykü, şiir, edebi metin yazan arkadaşlarım da var ama sözkonusu bu eğitimin, hâlihazırda Kürtçe metinler yazan birçok arkadaş için de ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Kürtçe yazmayı kendine ilke edinen arkadaşların Kürtçelerini geliştirmek için kurumsal anlamda bir eğitime ihtiyaç duymaları gerektiğini düşünüyorum.

Yakın zamanda Kürtçe kitap yazma planınız var mı?

‘Amida Ana gibi bir kitabı kendi anadilimde yazmayı isterim’

En azından Amida Ana gibi bir kitabı kendi anadilimde yazmayı isterim ve bu konuda bir düşünce kafamda şekillendi. Dayik Amida çıktıktan sonra düşündüm; aslında böyle bir kitabı Kürtçe yazmak çok zor bir şey değil.

 

 

Ali Abbas YILMAZ / ÖZEL HABER

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Diyarbakır Haberleri