Dil’le kavilleşmek!

Şeyhmus DİKEN

 

“söz gezdirdik üşüyen yerlerine

 etimizden et biçtik, kesip sözümüzü!”

            Halide Yıldırım / Issız Kuğu*

Sıkça telefonla konuştuğum uzaktaki dostlarımdan biri telefonun öbür ucundan diyordu ki; “Taksim’e doğru yürüyorum. Biraz önce bir söyleşiden çıktım. Kafamda Kürtçe kelimeler birbirinin içinde harmanlanmışçasına uçuşuyor. ‘Serok, serhildan, çîrok, çîya, serbilind, şermezar, azadî’. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, derdimi anlatacak kadar bile Kürtçe öğrenemiyorum. Başından sonuna kadar Kürtçe olan söyleşiyi can kulağıyla dinledim. Ama ancak anlamını bildiğim birkaç tanıdık kelime kulağıma çalınınca, söyleşiye kendimce bir anlam vermeye kalktım. Hatta bir de kendimce yorum yaptım: ‘Konuşmacı muhtemelen politik bir metin okuması yapıyor’ diye. Meğerse bir edebiyat eseri okuması yapıyormuş. Çok da bozuntuya vermedim. Salondan ayrıldıktan sonra anladım ki anlamadığım dilde bir söyleşiyi sadece can kulağıyla dinlemiş olmuştum.”

‘Üzülme’ dedim ve ekledim. Bir dil baskı altındaysa, koca bir asır süresince adeta yok muamelesi görmüşse, canlı bir organizma gibi gelişiminin önüne olabildiğince etkili barikatlar konularak dikilmişse; bu sonuç kaçınılmazdır. Ve değil mi ki; dili hiç bilmemekten iyice öğrenmek safhasına geçebilmek için illa ki kötü konuşmak belki de kekelemek, bocalamak evresini mutlaka yaşamak gerek…

Bir örnek de kendimden verdim. 2007 senesinde ABD’ye gitmiştim. Newyork’ta “Mama mia” müzikaline götürmüşlerdi. Tek kelime İngilizce bilmiyordum ve Mama Mia’yı izleyerek anlamlandırmaya çalışıyordum. Birinci sahnenin sonundaki arada kendimce anladıklarımı rehberle paylaşırken, rehber benim anladığımın tersine çok başka şeyler anlatınca basmıştık kahkahayı.

Tabi bu yaşanmışlıklar işin garip hali ve ironisi!

Soruyorsun diyor ki; bilmiyorum.

Soruyorsun diyor ki; biliyorum ama konuşamıyorum.

Soruyorsun diyor ki; az biliyorum.

Soruyorsun diyor ki; konuşuyorum ama yazamıyorum.

Tabi bu ifadeleri uzatmak mümkün!

Özet hali şudur ki; çaba ve niyet lazım. Öncelikler sıralamasında dile hak ettiği değeri ve önceliği vermek lazım. Zamana bırakılırsa o beklenen ve hep ertelenen zaman maalesef hiçbir zaman gelmez / gelmiyor.

Galiba dilin insanla ve mekânla olan muhabbetinin şiire değen yüzüyle, başladığımız gibi bitirmek en doğrusu.

“kumun gizini bilen kadınlar gördük

 çölü rüzgârla eğitiyorlardı

 suskun oğullarını ateşte sınayıp upuzun

 sebepler topluyorlardı, tanıdık!

 yitik kurşun hedeflerden

 yol çizdik dövmeli alınlarına

 şaşırıp geri dönmesinler dedik

 arada kır saçlarını çalı dibi yapıp

 ağlaşan kadınlardı, adlarını

 kocalarını sorduk, bilemediler.”*

*Halide yıldırım, Issız Kuğu, Kül sanat yayıncılık, 2005 Ankara

 

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.