Diyarbakır, hakikatımızın bir varmışı, bir yokmuşudur… ​​​​​​​

Zülküf Kışanak
Vîna min î, tu
ji qewmê Nûh ta îro, ta mirinê
şîrînê, warê dildarên şaristaniya qedîm
bajarê xewna min
Ameda pîroz
bawer bike ne ji te, ne ji xwe revîm tu carî
neçûm çi derekê
nebûm hezkiriyê çi welatekî ne li min
qet nebûm xeyalperestê warekî ez lê xerîb
û fîrarê wê her ez bim
her bi êş lê bijîm
û lê bimrim…

*

Bazı şehirler adından da büyüktür, yere göğe sığmazdır, yedi renge, kırk ermişe candır, bilge Tanrı’nın yaşamı oldurduğu arş-ı ala katındadır. O şehirlerden biri de Diyarbakır’dır, Sinan Sabri’nin “Belasına sevdalandığım bebek…” dizesiyle vurulduğu gülistanımızın gözbebeğidir, dahası Amed’imizdir, güneşine vurulmuş yüreğimizin payitahtıdır. Öyle güzel ki kalû beladan beri aşk duyarız ona, Nuh’tan bu yana yaşarız onu, biliriz birbirimizi ki o hakikatimizin bir varmışı, bir yokmuşudur, ezelidir, ebedidir. Diyarbakırlı büyük şair Ahmet Arif’in, “Seni, baharmışsın gibi düşünüyorum / seni Diyarbekir gibi düşünüyorum / Nelere, nelere baskın gelmez ki / seni düşünmenin tadı…” dizeleriyle yandığı, benim de Vîna min î, tu / ji qewmê Nûh ta îro, ta mirinê / şîrînê, warê dildarên şaristaniya qedîm / bajarê xewna min / Ameda pîroz…” dizeleriyle kül olduğum yerdir

*

Geride bırakıp yoluma gidemediğim, bir gün yaşayamasam bile benim olduğunu, benim kalacağını hissettiğim bir yerdir Amed, ta çocukluğumdan beri beni büyülemiş, yüreğimin derinliklerinde yer edinmiş büyülü şehrim, can olduğum gülistanım. Kürt romanının şahı Mehmed Uzun’un, Kürt şiirinin miri Arjen Arî’nin bahçesine gül olduğu, toprağı Kürt kilamının prensesi Ayşe Şan’a, Kürtçe’nin Ermeni bülbülü Aram Tigran’a hasret, güneşi aşk ile Kızıl Yıldız’ına kavuşmuş bu şehri bırakıp gitmek, sürgünü olmak kolay mı ki, ölümden iyi mi ki çekip gidesim olsun, onsuz kalasım olsun. Ondandır ki derim, “Bawer bike ne ji te, ne ji xwe revîm tu carî / neçûm çi derekê / nebûm hezkiriyê çi welatekî ne li min…” Nasıl sevebilirim ki öteki olduğum diyarları…

*

Hiç ama hiç hayal etmedim el alemin kapısında can derdine düşmeyi, yaban ellerde yolunu kaybetmiş itilip kakılan bir yabancı, varlığını unutmuş bir firari olmayı. Nasıl yaşayabilirdim ki o zaman ve onun acısıyla, bitmek bilmeyecek özlemiyle. Öyle ya yaşayacaksam onunla yaşayacağım, bahçesine gül olmaya yandığım Amed’imle, çocukluğumun efsane şairinin, Seni, baharmışsın gibi düşünüyorum…” dediği Diyarbekir’imle, dostum Cuma Boynukara’nın hayatı bize zindan eden karabasan günlerini bir an bile unutmamamız, belki de sonsuza kadar hatırında tutabilmek için Kürdün, “Ölüm uykudaydı…” dediği, dahası canı kadar sevdiği Diyarbakır’ıyla. Hem öylesine demedim ki, nasıl densin ki, “Qet nebûm xeyalperestê warekî ez lê xerîb / û fîrarê wê her ez bim / her bi êş lê bijîm / û lê bimrim…” En iyisi mi gençliğimin yoldaşı Civan Haco’nun Sur diplerinde yükselen Diyarbekir, mala minê…” sesine vereyim yüzümü. Ve öylece gideyim, kendimce yürüyeyim ağır aksak, güzelim Kürt gelininin sonsuzluğa açılan kadim aşk tahtına doğru, benden içeri hakikatımın bir varmışı, bir yokmuşu olduğu Hewsel’ine, ötesini umursamadan, delice…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.