Diyarbakır seninle DİYARBEKİR’Dİ

Zübeyde Fidan Kırmızı

Söylenecek çok söz var ama ..

 

         Abdüssettar Hayati Avşar’ı en güzel anlatacak sözü kendisinin beytiyle vermek istiyorum:

                  An keski nedaned ve nedaned ki nedaned

                  Cehli mürekkeb ebedüd dehrü bimaned

    (Bilmediğini dahi bilmeyenler: kendi yarattıkları fasid  (sonsuz) dairenin içinde, kurdukları labirentin boşluklarında döner dururlar.)         

            

           KAFİZADE  ABDÜSSETTAR HAYATİ AVŞAR AMİDİ

            Ahmed Kâfi, Diyarbekir’de doğruluğu, yiğitliği ve kuvveti ile var olmuştur. Ahmed Kâfi’nin 1867 yılında ilk oğlu Şeyhmus Hayati, iki yıl sonra Muhammed Nuri dünyaya gelir. Şeyhmus Hayati, Arapça, Farsça, Fransızca bilen İslam Hukuku’ndan gayet iyi anlayan, dini ilimlerde kendini iyi yetiştirmiş, doğruluğu ve bilgisi ile memleket, millet, vatan ve ilim yolunda kendini kanıtlamış biridir. Muhammed Nuri de bankacılıkta usuller ifade edecek otorite olmuştur. Şeyhmus Hayati 31 Mart 1909 vakasından sonra “Şeriatçı ve Sultan Abdülhamit taraftarı” diye görevinden azledilir. Azlinden sonra, iki sene kadar İstanbul’da ikamet etmiş, zamanın edipleri ile münazaralara girmiş, onları verdiği cevaplarla suskunluğa mahkûm etmiştir. Kendisine Ayan Azalığı önerildiği halde kabul etmemiş. İstanbul’dan Fransızların Mesajeri Martinice vapuru ile Beyrut’a, oradan da Trablus-Şam ve Şam’a gitmiş temaslarda bulunmuş.

       Aile Musul da iken Şeyhmus Hayati Bey 300 altın karşılığında “Gaz Fabrikası Sahip ve Direktörü” imtiyazını aldığı 160 ton kapasiteli “Enveriye (Enver Paşa) Gaz Fabrikası” ismini verdiği petrol tasfiye rafinerisini kurarak, petrol çıkarmaya başlar. Fabrikasında ürettiği petrolü (Sarı Gaz) Mardin- Halep yoluyla Diyarbekir ve diğer yerlere sevk eder. Şeyhmus Hayati Bey, Ermeni Tehcirinden (1915) kurtardığı Ermenilerden olup daha önce Amerika’da petrol işinde çalışan Yıldızyan ve Tenekeciyan lakaplı Ermeni hemşehrilerini ve ailelerini Diyarbekir’den Musul’a getirterek, basit bir şekilde ihtiyaca cevap veren gazyağını elde eder. Şeyhmus Hayati Bey’e, Musul Valisi Bekir Sami Bey ve Ordu Komutanı Halil Paşa’nın (Enver Paşa’nın amcası)  verdiği imtiyazname önem arz etmektedir. İmtiyazname mealen şöyledir:

   “Musul’da kâin Enveriye Gaz Fabrikası sahip ve direktörü Diyarbekirli Kafizade Şeyhmus Hayati Efendi’ye verilen imtiyaz namedir.

1.Ordunun ihtiyacını temin

2.Mahallin ihtiyacını temin

3.Civardaki (Musul) meskûn yerlerin ihtiyacını teminden sonra fazlasını diğer yerlere ihraç etmek şartıyla bu imtiyaz name verildi.

        Vali                                                          4.Ordu Komutanı

   Bekir Sami                                                       Halil Paşa

 

 

 

 

 

 

       2 Ekim 1918 yılında Şeyhmus Hayati Bey’in dördüncü hanımı Fatima Zehra Hanım, altıncı çocuğu Abdüssettar Hayati’yi dünyaya getirir. Fatima Zehra güzelliği ve zarafeti ile dikkat çeken bir bayandır. Fatime Hanım’ın babası Sem’anzadelerden Hacı Şükrü Bey, anne tarafı ise Arapzadeler’dendir.

       İngilizler, Musul’u işgal edince Enveriye Gaz Fabrikası’na İngilizler tarafından el konulur(Gaz Fabrikasına ve petrol tesislerine, sonradan “Bay Yüzde Beş(Mr. Five Percent)” diye anılan, bu sayede milyarder olan Ermeni Kalust Gülbenkyan sahip olmuştur.)

       Aileye,15 gün içinde Musul’u terk etmeleri, yoksa Hindistan’a sürülecekleri söylenir. İngilizlerin “işe yaramaz” diyerek sattıkları topçeker büyük kadanalardan (atlar) satın alarak yola çıkarlar. Şammar Aşireti’nin Şeyhi, Şeyh Asi’nin yeğeni Ümeyran’ın korumasında günlerce süren bir yolculuktan sonra Nusaybin civarına geldiklerinde Ümeyran ve adamları geri dönerler. Aile Nusaybin üzerinden Mardin ve Diyarbekir’e ulaşır. Abdüssettar Hayati altı yaşında iken Fatima Zehra vefat eder. Annesinin ölümü Abdüssettar’da derin bir iz bırakır. Ruhunun derinliklerinde anne sevgisi daima bir özlem, bir doyamamazlık olarak nüksedecektir.

       1925 senesinde Şeyhmus Hayati Bey, Abdüssettar’ı Cumhuriyet İlk Mektebi’ne kaydettirir. Okulda zekâsı, üstün kavrama yeteneği ile öğretmenlerinin dikkatini çeker.1931 yılında Diyarbekir Orta Mektebi’nde eğitimini sürdürür. Diyarbekir Orta Mektebi’nde oluşturduğu arkadaşlık ilişkileri gerçek dostluğun sualsiz, çıkarsız portresi olacaktır. Orhan Asena, Selahattin Yazıcıoğlu, Orhan Yapgu… Ortak paylaşımlar doğrultusunda, çocukluk eğlenceleri içinde, Müslüman, Ermeni, Süryani,  Keldani dostluklarla çerçevelenmiş mutluluklar ve üzüntülerle, zaman akıp geçerken, Abdüssettar için acıların en zor olanı, adı konulamayanı,1934 yılında Şeyhmus Hayati Bey’in vefatı yaşanır. Diyarbekirli hekim, yazar, araştırmacı, edip, şair ve tarihçi,  “Elcezire’nin Muhtasar Tarihi”  adlı el yazması eserin yazarı, babasının yakın arkadaşı Abdülgani Fahri Bulduk Bey, 1353 Hicri yılına tekabül eden Şeyhmus Hayati Bey’in ölüm tarihi için, Ebced hesabıyla 34 tarih düşürür. İşte onlardan biri:

Güher tarihini zinde olanlar söyledi FAHRİ                   HAYATİ: Geçdi kühsarı mematı gitti Firdevse (1353)

 

 

 

 

 

 

 

 

 Önde sağdan dördüncü, “Orhan Yapgu”,yanında “Abdüssettar Hayati Avşar”,soldan ikinci sıradaki kız öğrencinin arkasında “Orhan Asena” bulunmaktadır.(Diyarbakır Orta Mektebi)

 

        Ağabeyleri Süleyman Kayaalp ve Abdüssamet Kani, kendi hayatlarını idame ettirmek için ellerinden gelen her türlü çabayı sarf edip, Abdüssettar’a örnek teşkil ederler. Diyarbekir İpekçilik ve Tohumculuk Mektebi’ne gitmeleri Abdüssettar’ın da bu alana yönelmesine vesile olur.1937 senesinde “İpekböcekçiliği Mektebi Şahadetnamesi”ni alıp, okulu birincilikle bitiren Abdüssettar, Kevork Torkumyan’ın “İpekböcekçiliği Kitabı”ndan birçok detayı bilen, Diyarbekir ipekçiliği hususunda daima araştırmalar yapan, bilinmeyene ışık, merak edilene cevap veren özelliğiyle daima var olur. 1937 yılında Diyarbekir Ziraat Bankası memuriyet sınavını birincilikle kazanması üzerine Abdulgani Fahri Bulduk Bey şu manzumeyi ona adar.

                Kalem destinde raks eyler

                Neşatından saçar gevher

                Budur yekta edip zeyrek

                                                 ……..

 

                                           Kâtip oldu Abdüssettar Bey Zirai Bankaya

                                           Ya ilahi nusretinle daima rif’at bula

                                           Sahip ola birçok zenlerle evlade

                                           Vali ola Tokat’a, zerrin sahanlarda yemek yeye

                

      Para ve zengin olma hırsıyla gözü dönen bir adamın, helal-haram demeden, insani ve vicdani hislerden uzak, her türlü hilekârlıkla, vicdansızlıkla zengin olma hevesinden dolayı yaşadıkları, öldükten sonra otopsi için mezarının açılışında iki gözünün toprakla dolması kurgusuyla  “Bir Avuç Toprak” adını verdiği ilk ve tek romanını yazar. Okul yıllarında edebi yönüyle kendini göstermiş, bu yönü ilerleyen zaman içinde bilindik bir özellik olmuştur. Akrostiş oluşturmak onun için konuşurken kurgulaştırılan, zevkin ötesinde bir şeydir, sayısı bilinmeyen akrostişlerinden en önem arz edeni Orhan Asena ve Selahattin Yazıcıoğlu ile beraberken kendisi için irticalen söylediği akrostişidir. 

       1938 senesinin 22 Ağustos’unda İstanbul’a gider. Kadıköy Sulh ve Ceza Mahkemesi’nde iki yıl zabit kâtipliği yaptıktan sonra icra işlerine bakar. Kısa bir süre sonra  “savcılık vekâleti” teklif edilince iki ay savcılık vazifesini icra eder.1941 yılında Milasta askerliğini yapmaya başlar. Askerliği bitirip İstanbul’a döner, Alemder Maliye Tahsil Şefliği’nde vazifeye başlar(1944 )

        Lice eski müftülerinden Molla AHMEDİ ĞASİ üzerine araştırmalarda bulunur. Kadı İbni Halil’in hayatı, eserleri, Şemsettin Sami’nin Kamüs-ül Alam’ı, Ebu Musa Kardeşler (Ebu Abdullah Muhammed Bini Musa) hakkında araştırmalar yaparken ;“Cizreli Musa oğulları diye anılan üç kardeşin, Cizre ve Diyarbekir’de iyi bir tahsille yetiştiklerini, İslam âleminde , Dünyanın kendi mihrakı ve Güneş etrafında döndüğünü tespitle dünyamızın çevresini ölçerek yirmidörtbin mil olduğunu meydana çıkarmış olduklarını, Abbasi Halifesi Memun’un kardeşleri ispat için Sincar ve Kufe Sahrasına götürdüğünü, Muhammed Bini Musa’nın 259 Hicri(874 Miladi) yılında vefat ettiğini tespit eder. İslam Tarihi ve Avrupa Tarihi üzerine çalışmalar yapar.1945 senesinin sonlarında memuriyetten ayrılır. Devlet Deniz Yollarında ki vazifesine başlar. Ağabeyi Abdüssamet Kani Avşar’la hayatında kutsal, mukaddes gördüğü(1947’nin Mart ayında) Diyarbekir’e gelir. Numune Hastanesinde idare memurluğuna tayin edilir.

                   Köprünün orta gözü

                   Sular apardı bizi                                             

                   Nakif gözün kör olsun

                   Öldürdün hepimizi

 

      Sözleri Diyarbekir’i,  “Suzan Suzi”  türküsünü akıllara getirir. Abdüssettar için 1947 yılının Mayıs ayı, ortaokuldan arkadaşı Nakif’in altı arkadaşıyla arabayla ongözlü köprüden nehre uçmalarının acı hatıratı olacaktır. Arabada bulunanlardan Suzan Hanım işte bu türkünün kahramanıdır. Abdüssettar ortaokuldan beri tanıdığı Nakif’i kendi elleriyle defneder.

        1948 yılında muhalefet lideri Celal Bayar ve arkadaşlarının(Fikri Apaydın, Kamil Gündeş) Diyarbekir’e geldiğini öğrenince Demokrat Parti Diyarbekir İdare Heyeti’nin bulunduğu binaya gider. Celal Bayar konuşmasını bitirince Abdüssettar saliselerin saniyelere dokunduğu süreçte, Celal Bayar’ın karşısına geçerek, ellerini masanın üstüne koyup, Bayar’a hitap ederek üç husus üzerinde durur: “ Kürt sorunu, Tıp Fakültesi’nin açılması(Üniversite Kurulması), İmam Hatip Mektebi’nin açılması…” Celal Bayar ve arkadaşları bu cesur Diyarbekirliyi dinlerler. Abdüssettar’ın konuşması bittiğinde Celal Bayar yanındakilere hitaben: “Beyefendi’nin ismini ve adresini alın.” Deyince, Abdüssettar: “Ben Mebusluk istemiyorum.”cevabını verir.

        Diyarbekir mebuslarıyla Celal Bayar ve arkadaşlarının arasındaki iletişim eksikliği dolayısıyla o üniversite Erzurum’da kuruldu. Kaçırılan üniversitenin kurulması için talepleri daima devam etti. Gazetelerinde arzularını Efkâr-ı Umumiye önünde daima tekrarladı, daima istedi.

       Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarıyla “Diyarbekir Verem Savaş Derneği Eğitim Merkezi’ni” kurar. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda muhasip(muhasebeci) olarak çalışmaya başlar. 1950 senesi 25 Ocak’ında Müslüme Özpirinççi Hanımla evlenir. Aynı yıl Millet Partisi başkanı olarak yaptığı konuşmalardan dolayı 9.Bölge Müdürlüğü, Muammelat Şef Yardımcılığı’ndan tazminatı verilerek çıkarılır.1952 yılında Abdüssettar, arkadaşı Ahmet Ketencigil’in kurduğu “Şark Postası” gazetesinin idare ve mesul müdürü olarak çalışmaya başlar. “Şam, Bağdat, Kıbrıs, Paris, Tahran, Bari” radyolarını dinleyerek haberleri alır, haberleri önem derecesine göre gazetede İstanbul gazetelerinden önce yayınlar.

        1953 yılında bir arkadaşının kefaletiyle Ziraat Bankası’ndan üç bin lira çekip, Ağustos ayının sonunda matbaa malzemelerini almak için İstanbul’a gider. Bab-ı Ali yokuşunda Reşit Efendi Hanı’ndaki bir ticarethaneden matbaa malzemesi satın alır. Handa tanıştığı hat üstadı Hattat Hamit Aytaç Bey’le güzel bir dostluğun ilk adımlarını atar. Diyarbekir’e döndüğünde Diyarbekir ve kazalarının içinde bulunduğu 12 gazete çıkarır.

 

      

        Abdüssettar Hayati Avşar,21 Mart 1953,İstanbul’dan Diyarbekir’e

 

       Diyarbekir’de ki “ÜMMİD”,Silvan’da ki “MIYA FARKİN”,ÇINAR, BİSMİL, ÇÜNGÜŞ, LİCE, KULP, HANİ, Ergani’de ki “NUR-İ ZÜLKÜF”, EĞİL, ÇERMİK, DİCLE gazetelerinin idare ve mesul müdürü Abdüsssettar Hayati iken, eşi Müslüme Hanım, “Hani” gazetesinin sahibi olarak çalışmalarını sürdürür. Üç ay sonra maddi imkânsızlıklardan dolayı altı gazetenin basımı durdurulur. Kalanlar Silvan’daki “Mıya Farkin”, Diyarbekir’de ki “Ümmid”, Kulp, Lice, Hani, Ergani’de ki “Nur-i Zülküf” gazeteleridir. Gazetelerde toplumsal haberlerin yanı sıra edebiyat ve tarihe ışık tutacak araştırmalarda bulunup, makaleler yayınlar. Gazetelerinde birçok mahlas (ikinci ad) kullanır. “Badi” mahlası en çok kullandığı isimdir.

         19 Şubat 1954 yılında “VALİLER” başlıklı günlerce sürecek yazısına başlar. Diyarbekir’in Osmanlılığı kabul tarihinden kısaca bahsederek, farklı vasıflarıyla, irsi özellikleriyle, zaaflarıyla yöneten, bazen yönetilen valileri işler.

(VALİLER 1, VALİLER 2, VALİLER 3,VALİLER 4, VALİLER 5, VALİLER 6 Bölümden oluşan yazı dizisi )

        Ümmid gazetesinin baş tarafındaki “Hakka Tapar Hakkı Ararız” cümlesi O’nun hayata bakış açısının en güzel ifadesidir.1960 senesinin 26 Ağustos’unda Türkiye’de yankılar uyandıracak “        Kara Çarşaf ”  başlıklı yazısını yayınlar.

       Daima araştıran yapısı, Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe, Fransızca dillerine hâkimiyeti, el yazması eserlere olan merakı, tarihin sisli havası içinde yok olmaya yüz tutmuş birçok tarihi olguyu ortaya çıkarmasına sebep olmuştur. Yüzlerce makale, fıkra, edebi ve ilmi araştırmalar yapar. Bunlardan bazıları: “Molla Ahmede Xasi , Ebu Musa Kardeşler , Mardin Tarihi (MAT DİN) , Mevlana Müslühüddin-i Lari , Diyarbekir Musikisi  , Musikişinaslar  ,Hattatlar,Şeyh Fasih DEDE,Mellak Ahmedi Paşa, Refet-i AMİDİ, Hoşap Kalesi,Urfalı Nabi, Seddidin Bini Rakika AMİDİ,Kemale-i Ümmi, Allame Suphi-i AMİDİ,Ebu Fadl İbni   AMİD,İbni  Miskaveyk “MİSKAVEYKHİ”,Ebu Nasr Yusuf Ül Mennazi,Ebul Ula Muarri,Gülşeni Tarikatının Piri “Şeyh Gülşeni-i AMİDİ”,Ahi Babai AMİDİ,A. HAMİ , Hasan Vali,Lebib,Seyyid Nuh Çelebi ,Rızai AMİDİ,Türkçe Baki Divanı (“Yar olup egyare ademler beğenmez ol peri/Kenduye hem dem edindi yani bizden begleri” …  Beytinin bulunduğu alfabenin son harfi olan (Y) harfli gazelin iki beytinden sonrasının olmadığını tespit etmiş.),Diyarbekirli Nakşibendî Şeği Aziz Mahmud-i Ürmevi-i Amidi’nin “Baba Kelamı”,Diyarbekirli Abdurrahman Bini Hasan’ın “Kitabi Muaddilüsselat”ı, Süleyman Nazif, Celal Güzelses, Ali Emiri, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Gökalp…”    

         Mardin tarihi üzerine 1928 yılında Mardin Müdeiumumisi(savcısı) olan Diyarbekirli Abdülgani Fahri Bulduk Bey dönemin valisi Tevfik Hadi Bey’in rica ve isteği üzerine “Mardin Tarihi” adlı bir çalışma yapmıştır. Abdüssettar, 1954 yılında Diyarbekir Halk Kütüphanesi’nden Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin 4. cildini alıp Abdülgani Fahri Bulduk Bey’e götürür. Abdülgani Fahri Bulduk’un “Mardin Tarihi’ndeki yanlışlıklarını düzeltirir. “Mardin Kökenli Büyük İnsanlar” ve “Mat Din”(Mardin) adlı derinlemesine araştırmaya dayalı çalışması Mardin Tarihi için iyi bir çalışma olarak değerlendirilmiştir.     

        Meşhur âlim, fazıl, astronom, zamanın bütün ilimlerini iyi bilen Mevlana Muhammed Müslühüddin-i Lari’nin mezarının Sefa Cami’nin batı kapısından çıkışta bulunan dört mezardan güneydeki mezar-kabri olduğunu, ayak taşında “Lari” , baş taşında: “Mevlana Muhammed Müslühiddin-i Lari” yazıldığını tespit etmiştir.

        Diyarbekir’de Üniversite kurulması için gösterdiği çaba, gazetelerinde haykıran kelimeler topluluğu olmuş. Bu topluluğu, arzular süzgecinden geçirince, ileriyi gören kabiliyetiyle de birleştirince, umumun fikirleri olarak dile getirir. Nihayet 20 Aralık 1960 senesinde Diyarbekir Ziya Gökalp Üniversitesini Gerçekleştirme ve Yaşatma Derneği, Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ve Vehbi Muhlis Dabakoğlu’nun özverili çalışmalarıyla kurulur.

      1954’te serbest, 1957 de Cumhuriyetçi Millet Partisi Diyarbekir şubesi başkanı olarak liste başında seçimlere giren Abdüssettar, 16 Eylül 1961’de mebus namzedi olarak siyasi yaşamına devam eder. Fakat partisinin kazanmaması üzerine Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’yle siyasi yaşamına son verir. Ziya Gökalp’ın “Halk Klasikleri 1,Nasreddin Hoca’nın Latifeleri” adlı eserini, tercüme etmek, Latin harflerine çevirmek O’na nasip olur. Karışık, silintili ve okunmaz haldeki eseri Diyarbekir Verem Savaş Derneği başkanı Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ile beraber tabettirir. Cihat Baban, Önder Göçgün, İbrahim Bodur, Ahmet Kabaklı gibi edebiyat ve tarihle uğraşanlar tarafından takdirle karşılanıp mecmua ve gazetelerde sitayişkâr yazılar yazılır.  

       Eşi Müslime Hanım hem hayat arkadaşı hem de gazetelerinde çalışan fakat daima arka planda kalan en büyük destekçisi ve yardımcısıdır. Edebi, dini konularda münazaralara girdiği bir gün:

            El hak çalıp alma kıssadır ol

            Hırsızlara hissedir ol

 

     Beyitiyle başlayan edebi münazaraya Hüsni Aşk(Şeyh Galip), Hayrabat (Urfalı Nabi) yapılan yanlışlıklar, Lebibzade Refi-i Amidi’nin “Hüsni Aşk”tan çok daha geniş ve Türkçe kelimeleri daha bol “Can u Canan” isimli eserini hazırlayıp Hüsni Aşk için:

“Ondaki (Hüsni Aşk ) mani bunda (Can u Canan) var fakat bundaki laali onda yoktur.”sözleriyle biten konuşmaları birlikte atılan kahkalarla noktalanmıştır.

     Hayali cihan değer musiki ziyafetleri; Heyhat, heyhat ve binlerce HEYHAT

     Meclislerinde, çalgılı hamamlarında, bağlarında, konaklarında, köşklerinde, mesirelerinde, Dicle Nehri (çay)kenarındaki bostanlarında, erkek ve hanım topluluklarında musiki ziyafetleri, ahenkleri ayrı ayrı icra edilir geceler gündüz, gamlar sevinç olurdu.

     Söz musikiden açılmışken Diyarbekir’in  musikişinasları üzerine yaptığı tetkiklerde “Şeyh Ahmed Nakşibendi-i Amidi, Seyyid Nuh Çelebi-i Amidi, Mücellid Mahmud Çelebi-i Amidi , Mücellid Şehla Mustafa Çelebi-i Amidi, Mücellid Seyyid Ali Çakeri Çelebi-i Amidi’nin” devirlerinde çığır açmış,yol göstermiş,yeni makamlar icad ve ibda etmiş olduklarını tespit eder.Zerger Ahmed Verdi Çelebi-i Amidi’nin büyük bir musikişinas olduğu gibi gelmiş geçmiş en büyük kuyumcu ustası olduğunu, “4.Sultan Murat’ın Bağdattaki İmamı Azam’ın türbesi ile Konya’daki Mevlana Celaleddini Rumi türbesinin şebikelerini Zerger Ahmed Verdi Çelebi-i Amidi’ye yaptırdığını” ortaya çıkarır.

        İşte bu şiir, edebiyat, saz, söz, musiki cünbüşünde: gazeli, şarkısı, mayası, hoyratı, kesik hoyratı, hüseynisi, ibrahimisi, manisi, şirvanisi, beşirisi, koşması, çeşitli ilahisi ile Diyarbekir musikisi asrına damgasını vuruyorken o devir İstanbul’unun en büyük şair edip ve musikişinaslarından Mevlevi Şeyhi Fasih Dede, Seyyid Nuh Çelebi-i Amidi’ye gönderdiği mektupta:

         “Zamanın en büyük musiki üstatları sizin önünüzde birer Gulami Acemidir. Dünya dönmeye başlayalı ne bulduğunuz makamda bir makam bulunmuş ve nede böyle çok güzel bir ahenk işitilmiştir” demiştir.

         Hallaçların tokmaklarını, demircilerin çekiçlerini yirmi dört usulde vurup makamlar oluşturduğu Diyarbekir musikisiz, musiki Diyarbekirsiz düşünülemez.“Diyarbekir’de Musiki ve Celal Güzelses”, “Diyarbekir Musikisine Kısa Bir Bakış” başlıkları altında makaleler yazar.

 

         1964 yılında (İtalyan firması) Lepetit Kimya ve İlaç Sanayi firmasının doğu mümessilliğini alarak çalışmaya başlar.  Bir yıl sonra çalışmalarından dolayı Türkiye birinciliğini alır.1966’nın son aylarında rakip firma Carlo Erba firmasının teklifini kabul eder.1967 senesinde Diyarbekir’de yapılan 8.Tıp Tüberküloz ve 20.Ulusal Verem Kongreleri dolayısıyla Diyarbekir’e gelen Prof.Dr. Nafiz Uzluk Bey kongre müddetince Diyarbekir Milli Kütüphanesi’nde tetkiklerde bulunur. Bu arada eline geçen yazma Kemale-i Ümmi Divanı’ndaki  “Somuncu Baba” mersiyesi dikkatini çeker. Ankara’ya döndükten sonra Ankara Milli Kütüphanesinde bulunan  “Somuncu Baba” mersiyesinin 28 beyit, Diyarbekirdeki mersiyenin 38 beyit olduğunu görür. Abdüssettar’dan istinsahını rica eder. Birçok olumsuzlukla karşılaştıktan sonra mersiyenin fotokopisini ve fotoğrafını çekerek gönderir. Feridun Nafiz Uzluk Bey’in ömrü vefa etmez. Abdüssettar, Divan üzerinde epey araştırma yapar (Somuncu Baba’nın ölüm tarihi Hicri 812,Divan hurifi hece sırasına göre yapılmamıştır. )

         1967’nin 12 Aralık ayında geçirdiği kaza bel kemiğinin kırılmasına sebep olur,1968 in sonunda tazminatını alarak Carlo Erba şirketinden ayrılır, İlsan İlaç Firmasında işe başlar.

       

         ÜNİVERSİTE HAFTASI

Üniversite isteriz: Başka yere kaçırılır

Tekrar eder, çırpınır, didinir, meclise götürür gene isteriz.

Üniversite mi istiyorsunuz?

Alın size eskisi gibi ÜNİVERSİTE HAFTALARI!

Binasından ne çıkar canım! İşte! Size hasret dindiren ateş söndürenler.

İşte Profesörler !..

                                                                                        BADİ(Ümmid Gazetesi)

 

     Üniversite kurulması için girişim ve talepleri hep sürmüş, gazetelerinde Badi(kod ad)mahlası altında sitemli, hicivli yazılar yazmıştır.

       

 

      Nihayet 1966’da Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Tıp Fakültesi 1969’da Diyarbekir’e nakledilerek Ankara Üniversitesine bağlı Diyarbekir Tıp Fakültesi olarak faaliyete geçer. Diyarbekir Ziya Gökalp Üniversitesi’ni Gerçekleştirme ve Yaşatma Derneği’nin teşebbüsü ile İstanbul’dan getirilen Botanik Profesörü ve asistanları ile Fen Fakültesi'de kurulunca 30 Ocak 1973’te “Diyarbekir Üniversitesi Senatosu” toplanarak rektör seçimi ile diğer kurulları seçer. Rektör olarak Dr.İlhami Nasuhioğlu seçilir.

 

    

            Tıp Tarihi Enstitüsü  (Mesudiye Medresesi)    Abdüssettar Hayati Avşar

 

        23 Haziran 1973’te eşi Müslüme Hanımla beraber, tek çocukları havacı er Muhammed Hayati Avşar’ın yanına gitmek üzere Diyarbekir otobüs terminalinde beklerken, gelen anonsla telefona çağrılır. Telefonun öteki tarafında Dr. Selahattin Yazcıoğlu vardır. Yazıcıoğlu arkadaşı, dostu Avşar’a Tıp Tarihi Uzmanı olarak vazifeye başlama haberini verir.

        Anadolu’nun en eski ve iki katlı medresesi “Mesudiye Medresesi”ni Evkaf (Vakıflar Bölge Müdürlüğü) İdaresi’nden kiralayarak “TIP TARİHİ ENSTİTÜSÜ” olarak kullanmaya başlar. Mesudiye Medresesi’ni bir grupla beraber ziyaret eden İtalyan Prof. Rabyola:

      -“Dünyanın birçok yerini gezdim, galerileri ziyaret ettim. Fakat sizin enstitünüzdeki resimler ve minyatür fotoğrafları ve bilhassa o kıymetli yazmaları başka yerde görmedim.”der.

           Süleymaniye Kütüphanesi vasıtasıyla Ali Emiri Kütüphanesinden celbedilen (9) kitapla kütüphanedeki Ali Münşi’nin Cerrahnamesi, Hacı Paşa’nın Teshil’i Devası, İbni Şerif’in Yadigarı, Tokati Mustafa Efendi’nin Kanun Tercümesi ve Müfredat-ı İbn Baytar Tercümesi ile sair (başka) eserler ve Diyarbekirli Ebul-Aziz Ceziri’nin Kitabül-Hiyel’i üzerinde cumartesi günleri dâhil öğle yemeğine dahi çıkmamak şartıyla hasta hasta araştırma ve tetkiklerde bulunmuştur (1977).

           Hollanda’nın Utrecht Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Martin Van Bruinessen “Evliya Çelebi in Diyarbekir”adlı eserinin hazırlanmasında büyük yardımları olduğu için eserin giriş bölümünde kendisinin bu katkı ve yardımlarından sitayişle bahseder, on iki yerde bunu belirtir.

            Türk-İslam Mimarisinde nikâhlı-nikâhsız kemerler, döner sütunlar; eyvanlı, zir-zeminli, serdaplı, havuzlu, selsebilli Diyarbekir evleri konusunda da bilgisinden daima yararlanılmıştır.

         Dicle Üniversitesi tarafından “Tıp Tarihi, Hat, Türk Dili, Klasik Türk Edebiyatı, Türk Tasavvuf Edebiyatı alanlarındaki uzman kişiliği ile tanınmış gazeteci, yazar ve Diyarbakır’ın mümtaz siması” cümlesiyle biten, 07.04.1995 tarihli  “FAHRİ DOKTORLUK DİPLOMASI” verilir.

              

 

            Solda ayakta Zübeyde Kırmızı - ( Ziya Gökalp Üniversitesini Gerçekleştirme ve Yaşatma Derneği kurucu üyeleri: “ Solda ayakta Hikmet Hamzaoğulları, Ümit Arıkan,

Oturanlar soldan Abdüssettar Hayati Avşar, Selahaddin Yazıcıoğlu”)-

 

 

         1996 yılında Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Önder Göçgün ve Doç. Dr. Münir Erten tarafından Abdüssettar Beyle tanıştırıldım. Zaman içinde ailenin bir bireyi, Abdüssettar Beyin asistanı oldum.

         Hazreti Ali’nin : “ Men allemeni harfen fekad seyyereni abden” (Bana bir harf öğretenin ebediyen kölesi olurum) sözü bu yaşanmışlıkların nokta kısmıdır.

          10 Şubat 2009 yılında Abdüssettar Hayati Avşarla ilgili biyografik ve sözlü tarih çalışması olan AMİD-İ NUR adlı kitabı yazdım. Kitabın her sayfasını yanına gittiğimde okutur, birlikte kahkaha atar, Müslüme Hanım’ın sevgi dolu bakışlarıyla her saatimizi sevgiyle saygıyla geçirirdik. 19 Ocak 2015 yılında Ankara’da vefat etti.

    Her biri, bir şehre, bir ülkeye şeref verecek yüzlerce: Âlim, şair, hattat, musikişinas, ressam, sanatkâr ve edip yetiştiren Diyarbekir’den bu büyük insanı tanıtmak, anlatmak, çok zor ama bir o kadar da mutluluk verici. Satırlarımın son cümlesini bana hitaben söylediği :

                     İşte geldik gidiyoruz

                     Şen olasın AMİD-İ NUR…..

 Sözleriyle tamamlamak istiyorum. 

                                                                                                   

Abdüssettar Hayati Avşar’a, Zübeyde Fidan Kırmızı’nın AMİD-İ NUR kitabını taktim etmesi,ilk heyecan-ilk mutluluk(10 Şubat 2009)

 

Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi)

Zübeyde Fidan Kırmızı, Abdüssettar Hayati Avşar

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.