Düzgün Baba’ya yolculuk…

Zülküf Kışanak

Dersim, dağların, vadilerin, ormanların, nehir ve derelerin, dağ keçilerin, vaşakların, en çok da güzel insanların ülkesidir. Her bir yanı candır, her bir yanı Hak’tan bir parçadır, ne kadar gezsen bıkmazsın, ne kadar görsen doymazsın, elin olmaz ondan, hep ararsın, hep yaşamak istersin. İllaki dağlarını, illaki insana can olan, insana yol olan efsanelerle kutsanmış güzelim dağlarını ararsın, özlersin ondan uzak kalınca, ona gidemeyince. Buyer, Zel, Karsnî, Karagöl, Bağır Paşa, Karaoğlan, Sultan Baba, Aziz Abdal, Munzur, Mercan, Kırklar, hele Düzgün Baba yok mu, ne kadar ona gitsen de, ne kadar ona sığınsan da doyamazsın dostluğuna, sırdaşlığına, seni güneşe veren fısıltısına, seni hakikate götüren gizemine, Hak aşkına…

*

Sabahın erken bir vaktinde Dersim’den yola çıkıyoruz, son yerleşim yeri Kıl köyünü, ardından da yolun hemen sağındaki Kalekolu geçiyoruz. Hızla yükselen güneş, Düzgün Baba Dağı’nı aşmadan, batı yamacına şavkını vurmadan varıyoruz Kıl Köyü Cemevi’ne. Önümüzde duran dimdik dağı tırmanmaya başlamadan bir vızıltı duyuyorum, birden bir yıl önce Hazar Baba dağında üzerime gelen arı oğulu aklıma geliyor, korkudan yere kapanmak üzereyken tepemizde dolaşan iki dronu görüyorum. Hemen koluma asılı fotoğraf makinemi çıkarıyorum, onlara doğru sallıyorum, beni duyuyorlarmış gibi “Bakın bu fotoğraf makinesi, bu da lensi…” diye sesleniyorum, sesimi daha da yükselterek Düzgün Baba’ya tırmanacağımızı söylüyorum, bağırmaya başlayınca bizi takibe alan dronlar sabitleniyor tepemizde, bir süre öylece havada asılı kalıyorlar, gitmiyorlar. Fotoğrafını çekmeye başlıyorum, muhtemelen onlar da benimkini çekiyor. Bağırıp çağırma, fotoğraf çekme faslı başlıyor. Göze göz, dişe diş bir mücadeleden sonra dronlar geri çekiliyor, birkaç dakika önce geçtiğimiz Kalekol'a doğru uçmaya devam ediyorlar. Meramımızı dronlara anlatmış olmanın rahatlığıyla Düzgün Baba’ya yöneliyoruz…

*

Düzgün Baba Dağı’nın gölgesinde kalan dimdik kayaları hızla tırmanıyoruz, bir solukta Haskar Çeşmesi’ne varıyoruz. Çeşme dediğime bakmayın siz, öyle şarıl şarıl akan bir su kaynağından bahsetmiyorum, koca bir kayanın altında, iki kişinin ancak sığabileceği kadar küçücük olan inin en dip yerinde sızan incecik bir su kaynağı. Bir süre burada dinlendikten sonra yanımızda getirdiğimiz petlerin yardımıyla Haskar Çeşmesi’nden su içiyoruz, suyumuzu tazeliyoruz, birkaç fotoğraf çekiyoruz, zaman kaybetmeden dimdik yükselen patika yoldan devam ediyoruz, dik bir tırmanıştan sonra zirvedeki Haskar Kayası’na varıyoruz bu defa, burada ilk dileğimizi tutuyoruz. Güneşin iyice yüzünü gösterdiği, toprağa, taşa, rüzgara ısısını vermeye başladığı, hatta üç, bilemedin dört insan boyu kadar yükseldiği vakitte iyice dinlendiğimiz Haskar Kayası’nı geride bırakıyoruz. Bir süre daha yürüdükten, bir iki zorlu tepeyi de aştıktan sonra Düzgün Baba’nın Kapısı denilen üstü kapalı geçide varıyoruz. Kapıyı üç defa öpüyoruz, geçiyoruz, Düzgün Baba’nın Dirseği dedikleri oyuğa dokunup yolumuza devam ediyoruz. Artık dağın en tepesinde, Düzgün Baba’nın kırkıncı gününde sır olduğuna inanılan yerdeyiz. Abartmıyorsam on, belki de on iki metre uzunluğunda mezara benzetilmiş bin bir çeşit dilek ipinin, bezinin bağlandığı, sarıldığı, her bir çeşit oyuncağın, bez bebeğin bırakıldığı taş yığının etrafında elimizdeki üç taşla, üç defa mezarın etrafını dönüyoruz, her defasında bir taş bırakıyoruz. Üç defa mezar taşını öpüyoruz, üç defa güneşe saygımızı sunuyoruz, üç defa dilek tutuyoruz…

*

Dediklerine göre, eskiden itikatı tam insanlar, Düzgün Baba’yı yalın ayak ziyaret ederlermiş, koca dağı çıplak ayak aşıp geçerlermiş. Dağa, taşa, suya, çiçeğe, ota, kuşa, kurda bilcümle doğaya olan saygılarından köylerin, kentlerin kirini, tozunu taşıyan ayakkabılarıyla Düzgün Baba’yı ziyaret etmezlermiş. İyice yıkanıp paklandıktan, bayramlıklarını giyindikten sonra yalın ayak Düzgün Baba’yı ziyaret ederlermiş, keskin taşların, dik kayaların arasında uzayıp giden patikalardan yürüyerek. Bunu öğrenince Laleş, Êzidî Kürtlerin kutsal mekanı aklıma geliyor. Birkaç yıl önce Çarşema Sor bayramına katılmak üzere gittiğim Laleş’i, herkes gibi ben de yalın ayak vadiyi yürüyerek ziyaret etmiştim. Ne çok zorlanmıştım, ne çok acı duymuştum yol boyunca, anlatamam. Yaşadığım acıyı bir Êzidî şeyhine anlatınca, “Bak, çocuklar, kadınlar, yaşlılar herkes yalın ayak Laleşa Nûranî’yi ziyaret ediyor ve hiç biri şikayet etmiyor. Galiba itikatını sorgulamalısın…” demişti bana. Odur budur, kutsal mekanlarda yaşadığım sıkıntıları sorgulamamaya, ne kadar zorlansam da sızlanmamaya çalışırım…

*

Dağın sırtında, yakıcı olmaya başlayan güneşin altında, etraftaki dağların zirvelerini izleye izleye, kaya diplerindeki çeşit çeşit güzelim endemik çiçekleri çeke çeke kah çıkılan, kah inilen yolumuza devam ediyoruz. Uzaktan görünen devasa taş yalaklardan yayla yeri olduğu belli olan derin vadiyi sağımıza alarak Düzgün Baba’nın yaşadığı mağara olarak rivayet edilen öbür yamaçtaki mekana doğru yol alıyoruz. Zirveden inişe geçmeden soldaki uçurumun dibindeki Kaşık Çeşmesi de denilen Düzgün Baba Çeşmesi’ne, yöneliyoruz. Önce zorlu bir iniş yapıyoruz ardından yeniden yukarıya doğru yavaş yavaş tırmanıyoruz. Sonunda iki dev kayanın arasındaki çeşmenin önündeki yere, Düzgün Baba’nın üzerinde oturup muhteşem manzarayı izlediği söylenen küçücük sekiye kendimizi atıyoruz. Biraz dinlendikten, yeteri kadar güç topladıktan sonra oldukça dik, yüzeyi kaygan bir zeminde sırayla sürüne sürüne tırmanarak kayanın en dibine, çeşmeye kadar gidiyoruz. Parmakların yardımıyla bir tas büyüklüğündeki oyukta toplanan suyla dudaklarımızı ıslatarak susuzluğumuzu giderdikten sonra gerisin geri oldukça kaygan olan zeminde kayarak sekiye dönüyoruz. Burada bir süre dinlendikten sonra yanımıza gelen gence çıralığımızı verip Düzgün Baba’nın yaşadığı rivayet edilen mağaraya iniyoruz…

*

Mağaranın içi oldukça serin, tavana yuva yapan kuşların arada bir mağaraya girip çıkarken çıkardığı kanat sesleri dışında çıt yok ortamda. Mağaranın sonu boydan boya mum artığıyla dolu, en dipteki oyuklar ise üst üste yığılmış sayısız fotoğrafla. Kimi kısmeti açılsın diye, kimi çocuğu olsun diye, kimi hastası iyileşsin diye, kimi dağdaki çocuğu kazadan beladan korunsun diye, kimi gurbetteki çocuğu sağ salim evine dönsün diye bırakmış fotoğrafını. Onları korusun, kollasın diye fotoğrafları Düzgün Baba’ya emanet etmişler gibi. Mağarada uzun bir süre dinlenip, bol bol fotoğraf çektikten sonra aynı yoldan tırmanışa geçiyoruz, gün batımından önce epey yorulmuş bir halde Dersim’e dönüyoruz…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.