Ellerimde çatlak tohumları özgürlüğün

Abdurrahim Kılıç

Karacadağ’ın doruklarından taşan rüzgârlar nazlı bir gelin gibi sızıyor damarlarıma.  Akşamlardan ve yanılgılardan kalma bedenim tipiye tutulmuş gibi üşüyor. Haber bültenlerinde sırıtık suratlar, alt yazılarda kocaman yalanlar hızla akıyor. Yorgun bir yüzle çıktığım sahnede güneş artıklarını topluyorum. Ayaklarımın altında kıvranan yeryüzü, başımın üstünde demlenen gökyüzü benden daha yalnız, benden daha mahcup duruyor.

Ellerimde çatlak tohumları özgürlüğün. Renklerini dağlara, ovalara veren çatlak tohumlar. Yol boylarında salınan gelincikler, menevişler, kasımpatılar… Göğsünü newroz ateşlerine vermiş gülhatmiler, yüzünü dağlara dönmüş beybunlar, ellerini göğe açmış ters laleler.Dünyanın tüm çiçekleri, dünyanın tüm sözcükleri benden daha yalnız, benden daha yaralı değil mi sence? Çok Süphan, çok işkence, çok Istranca, az insanlık!

Her cümlenin eksik kalanısın.sözcükler sensiz dağınık, harfler bozuk, anlamlar günahkar.Gözlerin özgür iki ülke, özgür iki dağ kırlangıcı, özgür iki avcı, ne yapsam çıkamadığım iki sarnıç. Başım dik geziyorum ülkende, kanatlarım yorgun düşüyorum ülkenden, yaralı dönüyorum hep ülkene, nefessiz terk ediyorum ülkeni. Gözlerin karmaşık bir ülke, ben ülkende karmaşık bir gezgin, anla beni. Çok ülke, çok yara, çok kargaşa, az insanlık!

Sabahları sisle uyanır gibi, güneşi özler gibi, yolunu gözler gibi hayat.Ellerimde çatlak tohumları özgürlüğün.Adım attığım her toprağa tohum serpiyorum, tohumlar yeşeriyor, adınla başlıyorum hayata, adınla başlıyor tohum çatırdamaya, güneş artıkları adınla çarpıyor sırıtık suratlara. Sis dağılıyor yüksek yapıların arasından, sis dağılıyor geniş bulvarların üzerinden, sis dağılıyor ağaçların dallarından, yaprakların hışırtısından, çiçeklerin anlamlarından. Çok toprak, çok ihanet, çok hesap, hazin insanlık!

Karacadağ’ın doruklarından taşan rüzgârlar savuruyor saçlarımı. Acaba senin de saçlarına dokunmuş mu bu rüzgârlar? Hani değmişse saçlarına, hani dokunmuşsa bir tek teline, hani yalayıp geçmişse gerdanından açıp göğsümü rüzgârlara, içime çekeceğim seni, içime çekeceğim kokunu, usul usuliçime işleyeceğim hatıranı. Sarınıp o rüzgârlara, sarınıp hatırana derin bir uykuya yatacağım. Ne yedi uyuyanlar, ne Kıtmir uyur benim gibi. Bırak uyanık kalsın dünya. Sabahlara dek tepinsin dünya. Bırak acılarımızın üzerinde semirsin dünya. Çok rahatlık, çok yalnızlık, çok öfke, deli insanlık!

Haber bültenlerinde sırıtık suratlar ölüm kusuyor. Ölüm kusuyor makyajlı vicdanlar, kontrolsüz sözcüklerle.Ellerimde çatlak tohumları özgürlüğün.Kalbimde her cümlenin eksik kalanı sen!Nar çiçekleri koparıyorsun sokaklardan.Güneş vuruyor nar çiçeklerine. Karanlık dağılıyor korkularını bırakarak. Gökyüzü nar rengi bir aydınlığa bırakıyor kendini.O aydınlıktan süzülüp geliyorsun bana. Çıldırıyor gökyüzü, çıldırıyor an, çıldırıyor anlam. Çok kalabalık, çok karmaşa, çok kahkaha, mutsuz insanlık!

Yağmuru, ilkbaharı ve papatyaları seven kalbine ne oldu? Evin duvarlarına, çalışma masalarına, kentin bulvarlarına işlediğin kalbine ne oldu? Kuşlara yakıştırdığın, güneşli bir ev gibi olan kalbin, ne oldu da yaslı ağaçlara döndü?Seni görmek için kapaklandığım kâğıt, sana yalvarmak için döküldüğüm ağıt ne oldu da şimdi kül?

Ellerimde çatlak tohumları özgürlüğün.Her cümlenin eksik kalanısın ey ömrüm!Güneş artıklarını topluyorum meydanlardan ve sırıtık suratlar ölüm kusuyor güne. Günü seven kalbine ne oldu?