“Kadının, sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” atasözünü, “Cennet anaların ayakları altındadır” kadirşinaslığını özümsemiş bir toplumun, atalarının söylemiş olabileceğine ihtimal vermek mümkün olmamalıdır.
Bu sözün, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü İslamiyet öncesi, pagan kültürlerinden günümüze kaldığını söylemek isterdim!
Ama daha on yıl önce, yukarıdaki atasözünden daha beterini, yanı başımızdaki Suriye’de, binlerce genç kız ve kadının ailelerinden koparılarak, parayla satıldığı, köle olarak kullanıldığı, ya da cinsel istismara konu ticarette kullanıldığına şahit olduk.
Bu vahşetin tek taraflı olduğunu söylemek mümkün müdür?
Kadınları öldürme tehdidi ile kaçıranlar kadar, satın alanlar ya da cinsel istismar edenler de vahşetin Ortaklarıdır ve ne yazık ki, on yıl önce kaçırılıp, hala ailelerine dönemeyen kadınlar var olduğundan, vahşetin izlerinin silindiğini söylemek te mümkün değildir!
Kadına yönelik vahşetin genlerinin, erkek insanın genlerinden, ne zaman ve nasıl çıkarılıp yok edileceğini, ya da hiçbir zaman çıkarılamayacağını, tahmin etmek mümkün değildir.
Ama nüfusunun yaklaşık yarısının kadın olduğu günümüz Türkiye’sinde, kadına yönelik şiddetin boyutlarını görünür kılarak, analarımız, kızlarımız, kız kardeşlerimiz ve eşlerimize yönelik rahmani duyguları güçlendirerek, şiddeti azaltmanın mümkün olduğunu değerlendiriyorum.
Bunun için, erkeklerimizin, kadına yönelik şiddete ilişkin karnelerine bakmakta fayda vardır.
Hacettepe Üniversitesi’nin 2015 yılında yayımladığı ve kadına yönelik aile içi şiddetle ilgili 2014 verilerini içeren araştırmasına göre, yaşamının herhangi bir döneminde, fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı yüzde otuz altıydı.
On yıl önceki raporda vurgulanan en önemli konulardan biri, boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınlardan % 57’nin, hem fiziksel ve hem de cinsel tacize maruz kaldığı idi.
TÜİK’in yayınladığı, 2024 yılı “kadına yönelik şiddete dair rapor”u ise; on yıl önceki çocuk, delikanlı ya da bekâr yetişkin olup, günümüzde evli yetişkin olanların, büyüklerine rahmet okutup, günümüz kadınlarına, daha merhametsiz ve daha zalim davrandıklarını göstermektedir.
Bu rapora göre;
- Türkiye’deki kadınların 5 milyondan fazlası, yaşamlarının bir bölümünde, erkeğin fiziksel şiddetine maruz kalmıştır.
- Boşanan kadınların, % 62’si psikolojik, yaklaşık % 43’ü ekonomik ve % 42’si fiziksel şiddete uğradı.
- Evli kadınların % 26’sı psikolojik, % 20’si ekonomik ve % 12’si fiziksel şiddete uğradı.
- Kadına fiziksel şiddetin en fazla olduğu illerin; Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır ve Ardahan illerinin olduğu bölge olduğu görüldü.
- Raporda dikkat çeken diğer önemli bir hususun, şiddete maruz kalan kadınların yarısının yaşadıkları sorunları kimse ile paylaşmadığıdır. Bu da, yukarıda yer alan oranlardan, daha yüksek oranda mağduriyetler yaşandığının göstergesidir.
TÜİK araştırmasına yansımamış olsa da, kadınlara yönelik cinayetlerde;
- 2021’de 280 kadın cinayeti-217 şüpheli ölüm vakası,
- 2022’de 334 kadın cinayeti-245 şüpheli ölüm vakası,
- 2023’te 315 kadın cinayeti-248 şüpheli ölüm vakası,
- 2024 yılında 394 kadın cinayeti-258 şüpheli ölüm vakası, adli kayıtlarda yer almıştır.
2024 yılında öldürülen kadınların neredeyse tamamının (%97,5) failleri, tanıdıkları erkeklerdir!
Kırıkkale’de, 2019'da, eski eşi tarafından, kızının gözü önünde bıçaklanarak katledilen Emine Bulut, son anlarındaki "Ölmek istemiyorum" çığlığının basında ve kamuoyunda görünür olması ile ülkemizdeki kadın cinayetlerinin sembol isimlerinden birisi olmuştu.
Tacize, tecavüze uğrayan, ya da cinayete kurban giden her kadın; analarımız, kızlarımız, kız kardeşlerimiz ya da eşlerimiz iken, bu olayların faillerinin de vahşileşmiş babamız, oğlumuz, erkek kardeşimiz ya da kocamız olduğu, gerçeğini görmezden gelmek mümkün değildir.
2024 yılı raporuna göre, erkeğin vahşileşmesinin temel nedenleri arasındaki en önemli hususların, erkeğin yetiştirilme tarzı ile öfke kontrolünün olmayışıdır!
Erkeğin öfke kontrolü ve yetiştirilme tarzına ilişkin sorunların kısa sürede giderilmesinde, yasal düzenlemelerin etkisinin olacağı muhakkak ise de, uzun vadede temel çözüm erkeğin eğitilmesidir.
Ve yaşama dair eğitimin başladığı ilk yer evimiz, ilk eğitmenlerimizde kadınlarımızdır. Çünkü her erkeği doğuran, besleyen, büyüten ve koca yapan, onun ilk öğretmeni olan annesi, yani kadındır.
Ayarları bozulmuş bir toplumda, bireyler kendilerini değiştirmedikçe, Allah’ta onlar için bir şey yapmaz. “…Allah bir toplumu, o toplumu oluşturan bireyler kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez…”(Rad-11)!
Öyle ise annelerimizden ricamız, hiçbir şey yapamıyor olsak ta, en azından Diyarbakırlı Şairimiz Kadri Göral’ın, yerel ağızla kaleme aldığı “ Bir annenin oğluna mektubu” şiirindeki, kadına ilişkin rahmani duyguları, daha bebekliklerinden itibaren, erkek çocuklarımızın kulaklarına üfleyip, kalplerine yerleştirelim.
Ancak o zaman, belki, geçmişimizdeki hataları telafi edip, geleceğimizi kurtarabilir ve artarak devam eden, kadına yönelik şiddet ile katliamları durdurabiliriz.
“…
Ehsan! biliyem eyisen hoşsan / Herşeye çabuh kızisan / Kızanda da alalo (hindi) gibi kabarisan
Oğlum! asebi erkegin kahri çoh olur / Kahır çeken kari zor bulunur
Onun için kariların hamuri sabırnan yoğrulmuştur.
Onlar hanımdır / Onlar hatundur / Onlar sultandır / Onların mekânı Cennet-i âlâ’dır
Onlar ışıhtır / Onlar nurdur / Onlar yüce Allah’ın erkeklere bir lütfudur.”