Babil’den Bugüne: Mitolojik Kuruluşun Zehri
Evlilik kurumu, tarih boyunca sevginin değil, denetimin aracı olarak yapılandırıldı. Bu yapının kodlarını en açık şekilde Babil mitolojisinde görebiliriz. Marduk’un Tiamat’ı alt edip dünyayı yaratması, yalnızca kozmik bir zafer değil; eril düzenin dişil oluşum üzerindeki tahakkümünün mitolojik ifadesidir. Marduk, Tiamat’ın bedeninden dünyayı kurar ama aynı zamanda onu bir tehdidin kaynağı olarak ebediyen kontrol altına alır. Tiamat’ın etkisizleştirilmesi ve Kadın’ın ev hapsiyle başlayan bu düzenin devamı, kadının evi ve bedeniyle sınırlandırılmasını normalleştiren tarihsel bir norm haline gelmiştir. Ve o gün bugündür, evlilik; gelişme değil kısıtlama, sevgi değil sahiplenme, birlik değil bağımlılık üzerinden tanımlanır.
Mitolojik Yarık: Marduk’un Kılıcı ve Tiamat’ın Sessizliği
Her kurumun kökeninde bir enerji çatışması yatar. Evlilik kurumunun kökeni ise bir savaştır: Marduk ile Tiamat’ın savaşı. Marduk’un, dişil oluşumu temsil eden Tiamat’ı yenerek ondan bir düzen kurması, sadece evrenin değil, toplumsal rollerin ve cinsiyet ilişkilerinin de yazgısını belirlemiştir.
Bu mitolojik hikâyede sadece bir kadın (“canavar”) öldürülmez, aynı zamanda dişil öz bastırılır, bölünür, yapılandırılır ve kontrol altına alınır. Kadın, bu anlatıda yaratımın malzemesi ama öznesi değildir. Kadının bilgeliği (insanlığı) yok sayılır, bedeni bölünerek yapı kurulur, sesi susturulur. Ve evlilik kurumu, işte bu sessizliğin üzerine yapılandırılır.
Gardiyanın Yükselişi: Erkeğin Yüzyıllık Görevi
Marduk’un bir sureti olarak erkek, “koruyucu” sıfatı altında gardiyan rolünü üstlendi. Bu rol, kadını dış dünyanın karmaşasından korumaktan çok; onu denetim altında tutma, arzularını bastırma, öz varlığını evin duvarları içinde eritme görevini içerir. Evlilik, bu bağlamda erkek için güvenli bir kale, kadın için ise görünmeyen bir zindana dönüştü. Bu gardiyanlık görevi zamanla kutsallaştırıldı. Aile reisi, evin direği, baba figürü gibi maskelerle erk, hem toplumsal hem ruhsal düzlemde meşrulaştırıldı.
Zindan Olarak Ev: Gardiyanın İnşası
Tarih boyunca erkek, “dış dünyanın kaosuna karşı evin koruyucusu” olarak tanımlandı. Ancak bu koruma, kadını kontrol etmeyi ve öz varlığını evin iç duvarlarıyla sınırlamayı içeriyordu. Koca figürü, mitolojik gardiyanın dünyevi suretine dönüştü. Kadın artık eve kapatıldı; bedeni, arzusu, sesi ve döngüsüyle birlikte “uygunlaştırıldı.” Evlilik, bu çerçevede iki kişilik bir ilişki değil, bir hiyerarşi sistemi hâline geldi. İktidar, sadece devlette ya da sarayda değil; yatak odasında da kendini kurdu.
Kadının İçsel Sürgünü: Tiamat’tan Günümüz Kadınına
Mitolojik Tiamat yalnızca bir varlık değil, kadının içsel gücünün, sezgisinin, yaratıcılığının, yaşamsal ve doğurgan doğasının simgesidir. Bu yönler bastırıldıkça kadın sadece evin içine değil, kendi içindeki potansiyelin dışına da sürgün edilmiştir. Evlilik, kadını sadece eş değil, anne, hizmetçi, arabulucu, fedakâr bir figüre dönüştürerek çoklu rol çatışmaları yaratmıştır. Kendi olmadan “eş” olan kadın, partnerlikten önce insanlığını yitirir. Bu da evliliği bir buluşmadan çok, bir bölünme haline getirir.
Kriz Olarak Partnerlik: Kendi Olmamışların Buluşması
Eğer iki birey henüz kendi içsel bütünlüğünü tamamlamamış, kendini bulmamışsa; bu birliktelik krizden başka bir şey doğurmaz. Çünkü evlilik, aynalanma zeminidir: Partner, kişinin kendi tamamlanmamışlığını yansıtır.
Bu nedenle evlilik çoğu zaman şu şekilde işler: Biri diğerinin eksik parçası olmaya çalışır. Sevgi adı altında karşılıklı bağımlılıklar kurulur. Gerçek öz yerini rollerle tanımlanmış sahte kimliklere bırakır. Eş birlikteliği, tamamlanmamış bireyler arasında kurulduğunda kaçınılmaz olarak bir gardiyan-mahkum ilişkisine dönüşür.
Peki, bu kadar köklü ve sorunlu bir yapının içinde gerçek bir eş birlikteliği mümkün müdür? Evet, ancak bu birliktelik artık “evlilik” adı altında değil, daha bilinçli bir düzlemde, özgür bireylerin karşılıklı sorumluluk ve sevgiyle inşa ettiği bir alan olarak ortaya çıkmalıdır. Bu yeni ilişki biçimi: Sahiplenme yerine tanıklık etmeyi, rol yapmak yerine varoluşu, bağlanma yerine bağ kurmayı temel alır.
Evliliği Yeniden Düşünmek: Kalıntıların Ötesine Geçmek
Evlilik kurumunu tamamen yıkmak ve onun kalıntıları ortadan kaldırıp yeni bir yapı inşa etmek gerekebilir. Ancak bu yapı için önce şu sorular sorulmalıdır: Neden eş birlikteliği kuruyoruz? Eş birlikliğinde ne arıyoruz: güvenlik mi, aidiyet mi, aşk mı? Bu soruların kökeninde korku mu, özgürlük mü var?
Kendi olmamış bireylerin birlikteliği sadece bir kriz doğurur. Evlilik, bu krizi sonsuza kadar öteleyen ama asla çözemeyen bir mekanizma olarak işler. Yeni bir ilişki formu, bu krizle yüzleşmeyi ve onu içsel bir dönüşüme çevirmeyi gerektirir.
İçselleştirilmiş Baskı: Kadının Kadına Yabancılaşması
Yüzyıllar süren bu ev hapsi, yalnızca dışsal değil, içsel bir sürgün de yarattı. Kadın zamanla yalnızca baskılanan değil, baskılayan da oldu. Kendine yabancılaşan kadın, özündeki yaratıcı sezgiden koptu ve ataerkil sistemin kodlarını içselleştirdi.
Kadın artık sadece bastırılan değil, bastırmayı sürdüren, kraldan kralcı rolüne evrilen bir figür hâline geldi. Özünden uzaklaştıkça maskeler taktı: fedakâr eş, mükemmel anne, güçlü iş kadını… Bu maskeler altında hem kendini hem ilişkilerini kaybetti.
Bu yabancılaşma, feminist söylemlerde bile çoğu zaman derinlemesine ele alınamadı. Feminist hareketler sistemle çatıştı ama bazen onun diliyle konuştular. Güç, kontrol, bireysel başarı gibi kavramlar, kadının özüne değil, eril yapıların şekillendirdiği ideallere göre tanımlandı.
Kriz Olarak Partnerlik: Aynaya Bakmanın Dayanılmazlığı
İki tamamlanmamış insan bir araya geldiğinde ilişki bir tür savaş alanına dönüşür. Evlilik burada bir kriz üretim merkezidir: Kendi benliğiyle yüzleşmemiş kadın ve erkeğin birbirine yansıttığı eksiklikler, ilişkiyi sürekli bir iç savaş hâline getirir. Partner, artık bir dost değil; bir ayna, bir tetikleyici, bir düşman olabilir. Çünkü evlilik, özle değil; rollerle, beklentilerle ve geçmiş yaralarla kurulmuştur. Artık kadın da erkekte farklı rollerdeki evin gardiyanıdır; erkekte, kadınla mahkûmdur. Ya da roller değişmiştir. Ama enerji aynıdır: Kapan, kontrol, yabancılaşma.
Gardiyanlık Döngüsünün Cinsiyetsizleşmesi
Modern zamanlarda kadın ve erkek rolleri değişmiş gibi görünse de enerji kalıbı değişmemiştir. Gardiyanlık artık sadece erkeklere ait değil. Kontrol, sahiplenme, kıskançlık, duygusal manipülasyon gibi mekanizmalar, her iki cinsiyet tarafından da yeniden üretilir.
Bu nedenle günümüz evlilikleri sadece geçmişin hayaletiyle değil; içselleştirilmiş gardiyanlarla da boğuşur. Evlilik artık sembolik bir hapishanedir ve mahkûmlar kendi gardiyanlarını içlerinde taşır.
Evliliğin Enerji Alanı: Bastırılmış Dişil Ve Tahrip Edilmiş Eril
Evlilik kurumu, tarih boyunca yalnızca kadını değil, erkeği de özünden koparan bir yapıya dönüştü. İlk bastırma açık, sert ve dışsaldı; günümüzde ise içselleştirilmiş, normlarla perdelenmiş bir hâlde sürüyor.
Erkek artık ağlıyor, duygularını açabiliyor gibi görünse de bu çoğu zaman yönsüz, temeli olmayan bir boşalmadan ibaret. Gerçek duygusal dönüşüm yerine, duygular kısa devre yapıyor. Çünkü erkek hâlâ güçlü olma beklentisinin gölgesinde yaşıyor.
Kadın da özgürleşmiş görünse de bu çoğunlukla sistemin sunduğu yeni bir kalıba girerek gerçekleşti. “Başarılı, bağımsız, çok yönlü kadın” modeli kadının sezgisel doğasından değil, toplumsal onay mekanizmalarından besleniyor. Böylece kadın da sistemin yeni bir rolü hâline geliyor.
Bu iki bastırılmış ve yönsüzleşmiş varlık bir araya geldiğinde, evlilik bir birleşmeden çok, k kendileri olamamanın ve eksikliklerin çarpışmasına dönüşüyor. Roller sürekli değişiyor: Gardiyan ile mahkûm sık sık yer değiştiriyor. Kontrol ve kaçış döngüsü içinde her iki taraf da kendi özünden kaçmaya devam ediyor.
Bu kırık dökük tarih ve içsel kalıntılar arasında gerçek bir birliktelik mümkün mü? Evet, ancak bu birliktelik sistemin değil, özün rehberliğinde kurulabilir. Gerçek eş birlikteliği: Rol değil, varlık üzerinden kurulur. Kontrol değil, bütünlük barındırır. Sahiplenme değil, tanıklık sunar. Tamamlanmak için değil, paylaşmak için vardır. Bu birliktelik, Marduk’un değil, yeniden doğmuş Tiamat’ın sesiyle kurulur.
Kalıntıların Üzerine İnşa: Yeni Bir Sevme Biçimi
Evlilik, bu haliyle bir mezardır. Ama her mezar, aynı zamanda doğumun eşiğidir. Kalıntıların üzerine yeni bir ilişki formu inşa edilebilir. Bu yapı, evrensel düzeyde eril ve dişil enerjilerin özgürce akmasına izin veren; bağımlılık değil bağ kuran bir alan olabilir.
Bu yeni sevme biçimi, ne “kadın” ne “erkek” olmayı dayatır. İnsan olmayı, özle buluşmayı ve karşılıklı evrimi mümkün kılar.