Sessizlik, söyleyecek her şeyi söylemiş olanlar için korkunçtur. Kelimeler tükendiğinde, geriye yalnızca boşluk kalır. Oysa hiç söyleyecek sözü olmayanlar için sessizlik rahattır; ne düşüncenin yükü vardır ne de cesaret gerektirir.
Ne yazık ki bugün, konuşması gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin ise ekranlara sığmadığı bir çağda yaşıyoruz.
Televizyon izleyerek gerçeğe ulaşmak artık mümkün değil. Medya, enformasyon aracı olmaktan çıkıp devletin ideolojik aygıtına dönüştüğünde, doğruyla yalanı ayırt etmek imkânsızlaşır.
Liberal düşüncenin medyaya biçtiği “bekçi köpeği” rolü, bugün ya sahibinin sesiyle havlayan ya da tamamen suskun bir evcil hayvana evrilmiş durumda. Artık kamunun gözcüsü değil, iktidarın alkışçısıdır.
Oysa medya, demokrasinin bekçi köpeğidir; toplum adına iktidarı gözetler, yanlışları ifşa eder ve hesap sorulmasını sağlar. Bugün ise bu rol, ya gönüllü bir suskunluğa ya da sadakat karşılığı havlamaya indirgenmiştir.
Eleştiren değil, pohpohlayan makbuldür; muhalifler “maksatlı yayıncı”, eleştiriler ise “karşı tarafın propagandası” olarak yaftalanır.
Uzun süren iktidar sahibini yalnızlaştırır. Gerçek dostlar sustukça, geriye yalnızca içi boş alkışlar kalır.
Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün 2018 raporuna göre, Türkiye, dünyada en çok sahte haberle karşılaşan ülke. Aradan yedi yıl geçti, tablo değişmedi; çünkü medya gerçeğin değil, iktidarın ajandasına koşullandı.
Sosyal medya bir yandan güvenilir haber kaynağı olmaktan uzaklaşırken, diğer yandan nefreti körüklüyor. WhatsApp gruplarında paylaşılan her mesaj, doğruluğu sorgulanmadan yayılıyor. “Can kaybı yok” denilen yangınlarda yüzlerce canlının yuvasının yok olduğu unutuluyor.
Bir zamanlar ekranları dolduran anayasa hukukçuları artık yok. Herkes anayasadan bahsediyor ama onlar susuyor.
Bu sessizlik korkudan mı, baskıdan mı, yoksa umutsuzluktan mı? Bilinmez. Ama bu da bir yalnızlık türüdür: gerçeği duymamanın yalnızlığı.
Medya sahipleri için gazeteler artık kamu hizmeti değil; iktidar ve zenginlik arayışının aracı. Gazetecilerin bir kısmı, rüşvet bile almadan etik dışına çıkıyor. Daha da vahimi, tüketici olarak bizlerin bu çürümeye ortak olması. Bayağılığa prim veriyor, manşetlere bakıp derin analiz yaptığımızı sanıyoruz.
Oysa gerçek gündem, ekranların dışına itiliyor.
Ama hâlâ, mesleğini onurla sürdüren gazeteciler de var; onlar için sessizlik, mesleki bir ölüm değil, direniş biçimi.
Medya, piyasanın insafına bırakılamayacak kadar kritik bir kamusal alandır. Tek sesli medya, otoriterliğin altyapısını döşer. Kendini iktidara göre ayarlayan bir basınla ne barış gelir, ne adalet. Gerçek gazetecilik, iktidarın değil, kamu yararının bekçisi olmalıdır. Ne devletin ne de sermayenin çıkarına göre şekil almalı; yalnızca gerçeğin peşinde koşmalıdır.
Size bir iyi, bir de kötü haberim var:
İyi haber: Kötü haber yok.
Kötü haber: İyi haber de yok.
Gerçek, sessizliğin ardına saklanıyor. Onu bulmak için yalnızca ekranlara değil, bastırılmış seslere, susturulan çığlıklara kulak vermek gerekiyor. Çünkü sessizlik bazen en gürültülü uyarıdır. Duymak isteyene.
Unutmayın: Gerçeği aramayanın sonunda ne sesi kalır ne de haberi.
Çünkü sessizlik, bazen en pahalı yalandır.