Hiçbir şeyim yok!

Zeynel Hebun Güler

Hava yaklaşık bir saattir kararmıştı. Gökyüzü aydınlık yüzünden karanlık yüzüne geçmiş, ay güneşin yerini almıştı. İnsanlar cadde boyunca bir nehri andırırcasına akıp gidiyordu. Akşamın ve kalabalığın verdiği bu görüntü kimisi için sıkıntı kaynağı iken kimisinin de hoşuna gidiyordu. Bir milletin insanları aynı rengin farklı tonlarıdır nasılsa. Her ayrı ton şehrin tüm caddelerine ve sokaklarına yansıyor, kendine has bir renk ortaya koyuyordu.

 O ise kaldırımdan yürüyüp her akşam gittiği yere -sahil kenarındaki banka- gitmeyi planlıyordu. Açlığın verdiği kötü hisle neredeyse bayılacak olan vücudunu dik tutmaya çalışarak âdeta yaşamla anlık bir savaş veriyordu. Yürüyecek enerjiyi zar zor buluyordu kendinde ama onu dışarıdan gören biri için bunu anlamak zordu. Yavaşça karşı tarafa geçip sahil kenarına varmak için kırmızı ışığın yanmasını bekledi. Bu sırada elini karnında gezdirdi ve gün geçtikçe zayıflanan bedenini eliyle yokladı. Tam araçlar için kırmızı ışık yanmıştı ki gözü caddede duran lüks bir arabaya takıldı. İçinde takım elbiseli, maddi durumu iyi olduğu her halinden belli olan biri vardı. İçinden bazı düşünceler geçirerek hüzünle arabanın içindeki adama baktı ve mecalsiz bir şekilde yürümeye başladı. Arabadaki adam nereye gitti kim bilir ama onun varış noktası her zaman üstünde uyuduğu bank olacaktı. Bir an içinden “Keşke o adam kadar şanslı olarak gelseydim bu dünyaya. Eminim ki dünya daha güzel bir yer olurdu.” diye geçirdi. Bu düşünceyle birlikte yavaş yavaş ilerleyerek her akşam geldiği minik yuvasına -banka- vardı. Dışarıdan gözlemleyen biri için sıradan, tahtadan yapılmış bir bank olsa da onun bu dünyada sığınabileceği tek yerdi. Çatısı olmayan bir yuvaydı onun için ama yine de yuvaydı. Insanoğlu için yuva kelimesinin tanımından çok varlığı önemlidir. Sessizce tahtaları gıcırdayan banka uzandı. On metre ötesindeki deniz kıyısından gelen dalga seslerini dinleyerek uykuya daldı. Enerjisi o kadar düşüktü ki hemen uykuya dalmasına sebep oldu. Rüyasında az evvel gördüğü arabadaki o adamın yerinde olduğunu gördü. O lüks arabanın içinde, lüks kıyafetler içindeydi adeta şu an üstündeki eprimiş kıyafetler yokmuşçasına. Belki çok güzel bir evi vardı, güzel bir ailesi. Rüyası bile güzel olurdu böyle bir yaşamın. Ama aniden irkilerek uyandı yerinden. Açlığını ve uykusuzluğunu unutarak bankın üzerinde oturdu. Denize bakarak öncesinden daha mutlu nir şekilde düşünmeye başladı. Rüyanın öncesine nazaran daha mutluydu çünkü gerçek yaşantısında her an gördüğü gökyüzünü o yaşantıda en fazla yarım saat görebilecekti. Her akşam dalga sesleriyle uyuyup martı sesleriyle uyanması yerini alarm seslerinin stresine bırakacaktı. Mâli hesaplamalarını yapmaktan gece o yumuşak yatağında uykuya hasret kalacaktı kim bilir. Tahta bir bank huzursuz bir yataktan iyiydi nasılsa! Az evvel imrenerek baktığı o rüyası düşününce bir kâbusa dönüşmüştü. Derin bir iç çekti huzurlu bir şekilde. Önce üstünde uyuduğu banka, sonra gittikçe kararan gökyüzüne ve daha sonra kıyıya vuran dalgalara baktı. Elini gökyüzüne açarak: “Hiçbir şeyim yok ama sistemin çarklarına bağlı olmayan özgür bir hayatım var!” diye bağırdı. O günden sonra duyduğu martı sesleri, kıyıya vuran dalgalar ve gökyüzü onun için çok daha anlamlıydı. Günlük işlerden kazandığı parayla karnını doyuruyor ve özgürlüğünün tadını çıkarıyordu.

 Zeynel Hebun Güler